Çağdaş İslami Akımlar

Çağdaş İslamî Akımlar, Mehmet Ali Büyükkara, Klasik Yayınları, İstanbul 2016, 382s.

Çağdaş İslam düşüncesi içerisinde yaşadığımız dönemden geriye doğru yaklaşık yüz elli yıllık bir serüvenin adlandırmasıdır. Bu dönem içerisinde İslam düşüncesini en bariz şekilde anlamlandırabileceğimiz kaynaklar ise İslami arka plana sahip fikir akımlarıdır. Bu fikir akımlarının fikrî çizgilerinin belirlenmesi zor da olsa tasnif edilebilir konumdadır. Mehmet Ali Büyükkara’nın Çağdaş İslami Akımlar adlı eseri İslam düşüncesinin temsil edildiği düşünce akımlarının ele alındığı teferruatlı bir eserdir. Büyükkara’nın mezhepler ve çağdaş dinî akımlar üzerine birçok araştırması bulunmaktadır. Hâlihazırda İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nde dekanlık vazifesini sürdüren Büyükkara’nın İmamet Mücadelesi ve Haşimoğulları, İhvan’dan Cuheyman’a Suudi Arabistan ve Vehhabîlik ve Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet: Musa Kâzım ile Ali Rıza Dönemi Şiiliği ve Abbasiler isimli eserleri mevcuttur. Yazar bu eserde İslam dininin yaşandığı farklı coğrafyalarda ortaya çıkan İslamî akımları en genel şekliyle üç başlık altında zikretmiştir ki bunlar gelenekçilik, ıslahatçılık ve modernizm başlıklarıdır. Eserin teferruatına intikal edildiğinde bu genel başlıkların altında da küçük alt başlıkların olduğunu görmek mümkündür. Çağdaş İslam düşüncesi son yüz elli yıllık döneme tekabül etmekle bünyesinde birçok akımı barındırmıştır. Bu akımların sayıca çok oluşu meseleyi çetrefilli bir hale getirmektedir. Mehmet Ali Büyükkara’nın bu eseri ise sayıca çok olan bu akımları bir tasnif metoduyla ele almakla meselenin çetrefilli mahiyetini berraklaştırmada önemli bir rol üstlenmiştir. İlk aşamada ders kitabı olarak hazırlanan eserin bölüm sonlarında yöneltilen soruları ise karmaşık olan meseleleri soru yöntemiyle pekiştirmekte bir hayli fayda sağlamıştır. Bu düzenli ve teferruatlı tasniften yola çıkarak eserin özetlenip değerlendirilmesi faydalı olacaktır diye düşünüyoruz. Bu maksada binaen biz de eseri gelenekçilik, ıslahatçılık ve modernizm başlıkları altında özetleyip değerlendirmeye gayret edeceğiz.

İslamcılık

Eserin özet ve değerlendirmesine geçmeden önce çağdaş İslamî akımların ortaya çıkış serüvenine kısaca değinmekte fayda vardır. İslam dünyasına karşılık sömürge faaliyetlerinin artmasıyla beraber Müslümanlar tarafından bir savunma mekanizması oluşturma çabalarının meydana geldiğini söylemek mümkündür. Bu sömürge faaliyetleri 18.yy sonlarında Napolyon’un Mısır çıkartması, 19.yy ortalarında Hint bölgesinin İngilizler tarafından işgali, Somali ve Libya’nın İtalya; Cezayir, Fas ve Tunus’un Fransızlar tarafından işgali şeklinde özetlenebilir. İslam dünyası askerî sömürgelere maruz kalmakla fikrî sömürge olmanın da kaçınılmaz olarak muhatabı olmuştur. Buradan hareketle İslam dünyası içerisinde bulunduğu yahut içerisine itildiği durumu sorgulamaya başlamıştır. “Bizi bu hale ne getirdi?” ve “Bu halden nasıl kurtulacağız? Soruları çağdaş dönemde İslamî akımların entelektüel zeminini oluşturacak fikirlerin çıkış noktası olmuştur. Bu sorulardan hareketle eserde de belirtildiği şekliyle temelde üç yaklaşım ortaya çıkmıştır. Fakat ilk İslamcı diyebileceğimiz muhitlerde belirli bir yaklaşımdan ziyade temel birtakım meseleler üzerinde eserler verildiğini söylemek gereklidir. Bu temel meseleler şu şekildedir: İslam’ı her alanda yeniden hâkim kılmak, terakki için içtihat, Batı’dan faydalanma, tasavvufa çift taraflı bakış, kurumların ıslahı ve eğitimde reform, İttihad-ı İslam, şûraya dayalı yönetim.(s.25-27) Yukarıda bahsettiğimiz soruların cevabına ilişkin o dönemde yaklaşım olarak bazı kavramların ortaya çıktığı vakidir. Bunlardan ihya kavramı dirilişi; tecdid yenilenmeyi; ıslah ise düzeltme ve iyileştirmeyi temsil etmektedir. İhya, tecdid ve ıslah olarak formüle edilen bu yaklaşımların ortak adı İslamcılıktır. İlk İslamcılar tarafından eserlerde kaleme alınan temel meselelerde İslamcı fikir adamlarının tam manasıyla görüş birliği halinde olduklarını söylemek mümkün değilse de İslamcı kimliği teşkil eden bazı ortak kabullerin varlığından söz etmek gerekir. Her İslamcı isim, İslam dininin gelişmeye ve ilerlemeye engel olmadığını, Müslümanların sürekli çalışma halinde olması gerektiğini, milletin ve ümmetin birlik ve beraberliğinin gerekli olduğunu savunmuştur. İlk İslamcı muhit olarak zikredilen grup adına yazar bu düşüncenin mimarları sadedinde bazı isimlere de yer vermiştir. Seyyid Ahmed Han, Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh ve Mustafa Sabri Efendi kitabın konusu olan ana akımların köklerinin ve dayandıkları düşüncelerin daha iyi anlaşılması bakımından zikredilmiştir. Fikir hareketi olarak İslamcılık, Osmanlı’da esasen İkinci Meşrutiyet sonrasında Sırat-ı Müstakim dergisinin 1908’de yayın dünyasına girişiyle ilk ifadelerini sunmuştur. Fakat bunun öncesinde de Mustafa Sabri Efendi’nin de mensubu olduğu 1870’li yıllardan itibaren Osmanlı’nın hâkim siyasi düşüncesi olarak Osmanlı İslamcılık hareketinin de varlığından söz etmek gerekir. İlk İslamcı muhitin temel meselelerinin yanı sıra yazarın akımları tasnif ederken göz önünde bulundurduğu ölçütleri de zikretmek gerekir. Akımları tasnif ederken yazarın başlıca şu kıstasları zikrettiğini görürüz: Dinin ana kaynaklarına bakışlar; dinî geleneğe dönük tavırlar; din-siyaset ilişkilerindeki görüş ve tutumlar; İslam âleminin bugünkü ana sorunları hakkındaki tespitler ve önerilen çözümler; teşkilat karakterleri; liderlik tipolojileri; hitap ettikleri kesimlerin niteliği; odaklandıkları faaliyet biçimleri; üretim çeşitleri ve Batı’ya tavır alış şekilleri.(s.9) Yazar bu kıstaslardan yola çıkarak oluşturduğu tasnifte akımlar arasında geçişkenliklerin olabileceğini belirtmiş ve tasnif yaparken bir oluşumun hangi akımın özellikleri ile en çok uyuştuğunu temel prensip olarak kabul etmiştir. Bu temel üzerinden eserde ele alınan üç farklı yaklaşımı anlamlandırmak faydalı olacaktır.

Gelenekçilik

Eserde zikredilen üç ana akımın arka planına değindikten sonra bu üç akımın ilki olan gelenekçiliğe intikal edelim. Gelenekçiliğin diğer akımlardan ayrıldığı özelliklerini zikretmekte fayda vardır. Bu özellikleri Mehmet Ali Büyükkara’nın aldığı şekliyle ele almayı uygun görüyoruz: “Gelenekçi bakış açısına göre gelenek kutsaldır ve saygıyı hak etmektedir. Gelenek aynı zamanda kadim ve daimi olduğu için, aynı geleneğin mensuplarına büyük bir özgüven kazandırmaktadır; zira ulvî bir tarih paylaşılmış olmaktadır. Aynı nedenle, mensuplar arasındaki maddi, manevi bağları ve iç ahengi güçlendiren bir motivasyon sağlamaktadır. Bu durum ortak bir kimlik şuuru ortaya çıkarmaktadır. Değişim, gelişim, yenilik ve modernlik, gelenekten uzaklaşmayı ya da ondan kopuşu temsil ettiğinden şüpheyle karşılanmaktadır. Sabit ve donuk görünseler de gelenekler, özlerini değiştirmeden süreç içinde evrilebilen ve yaşanan zamana intibak edebilen bir esnekliğe sahiptir. Gelenekçi oluşumların süreklilikleri ve modern zamanlarda güçlü şekilde var olabilmeleri bundan dolayıdır. Gelenekçiler modern olana alternatif sunmalarıyla bir denge rolü oynamaktadırlar ve toplumsal değişimin hızlı olduğu süreçlerde bir fren vazifesi görmektedirler. Geleneğin takibindeki kasıtlı ihtimaller yahut geleneğe hürmetsizlik nedeniyle ihmalkâr ve kayıtsız mensuplara bazı müeyyideler uygulanabilmektedir.”(s.51-52) Bu özellikler gelenekçi yaklaşımdan hareketle ortaya çıkan akımların hepsinde müşahede edilmektedir. Gelenekçiliğin genel özelliklerinin yanı sıra teferruatlara inildiğinde farklılık gösteren üç ayrı grubu mevcuttur ki bunlar selefiyye, medrese ve tarikat gelenekçiliğidir. Köken olarak selefiyye gelenekçiliği hadisi, medrese gelenekçiliği fıkhı, tarikat gelenekçiliği ise tasavvufu alır. Tarihte ve şimdiki halde karakterleri bazında birleşen bu akımlar kökleri itibariyle farklılaşmışlardır. Bunun yanı sıra bu üç akımda da gelenek kritik edilmeden alınır. Bu akımların geleneğe bizzat nüfuz ediyor olmalarını temin eden husus ise silsiledir. Selefiyye gelenekçiliğinde silsile rivayet senedlerinden meydana gelir. Medrese gelenekçiliği silsilesinde mevcut ulema ilk fakih sayılan Hz. Peygamber’e bağlanır. Tarikat gelenekçiliğinde ise silsile, hâlihazırdaki şeyhleri ilk önce tarikatın pirine, oradan da ilk sufi şeyh kabul edilen Hz. Peygamber’e bağlar. Silsile geleneğinin de bir bağlantısı olarak düşünebileceğimiz mertebeler anlayışı gelenekçiliğin önemli hususları arasındadır. Selefiyye gelenekçileri selef-i salihini en üst mertebe olarak kabul etmiştir. Medrese gelenekçileri selefe önem vermenin yanı sıra mertebeleri halef üzerine inşa etmiştir. Bu mertebeler mutlak müçtehitler, mezhepte müçtehitler, meselede müçtehitler, muharricler, müreccihler ve mümeyyizler şeklinde kabul edilmiştir. Tarikat gelenekçiliğinde ise bu mertebeler esas itibariyle mürşid-mürid ilişkisinde gözlemlenir. Bu ilişki dışında ‘Gayb Erenleri’ adında bilinmeyen Allah adamlarıyla ilgili üçler, yediler, kırklar gibi; yüksek derecedeki şeyhlere ilişkin ise gavs, gavs-ı a’zam, kutub, kutbu’l-aktâb, abdâl, evtâd, nucebâ gibi kavramlar manevi mertebelere delalet eder. Gelenekçi akımların temelini oluşturan bir diğer husus da metin merkezciliktir. Geleneğin kutsal addedildiği bu yaklaşımda geleneğe ait metinler bulunuyorken aklî çıkarıma dayalı çözümlerin tercih edilmesi abes olacaktır. Selefiyye gelenekçiliği Kur’an’ın hadisler olmadan anlaşılamayacağı tutumunu benimsemiştir. Bunun yanında aklı esas alan kelam ve felsefe zararlı alanlar olarak değerlendirilmiştir. Fıkıh ve tasavvuf metinleri de selef-i salihin döneminden sonra oluştuğu, ilki içtihada diğeri de keşfe dayandığı için Selefiyye gelenekçiliği tarafından itibar görmemiştir. Medrese gelenekçiliğine gelindiğinde merkeze alınan metinlerin o medresenin bağlı olduğu itikadî ve fıkhi mezhebin klasik metinleri olduğu görülür. Tarikat gelenekçiliği ise referans olarak tarikatın temel metinlerini alır. Tabâkât, menâkıb, tecelliyât, fütuhat, füyûzât, hılye, tezkire, mektûbât, resâil, tarîkatnâme benzeri eserler bütün büyük tarikatların merkezî metinleri olarak ortaktır. Selefiyye, medrese ve tarikat gelenekçiliğinde teferruattaki ayrımların yanı sıra yukarıdaki ortak noktalara ek olarak erkek egemen yapıyı da zikretmek gerekir. Tarikat gelenekçiliği kadınları tarikat mensubu saydığı için daha toleranslı görünmekle birlikte temelde üç gelenekçi yaklaşım da erkek egemen yapıdadır. Buraya kadar gelenekçiliğin üç yaklaşımını kıyas ederek ele almaya çalıştık. Temelde aynı oldukları ve teferruatta ayrıldıklarını gözlemledik. Bu bölümü bitirmeden önce bu üç ayrı gelenekçi yaklaşıma ilişkin en belirgin birkaç özelliği daha paylaşıp üç ayrı yaklaşıma dair örnek gruplar zikretmekte fayda vardır diye düşünüyoruz. Selefiyye gelenekçiliğinin bu üç yaklaşım arasında en dışlayıcı tutuma sahip olan yaklaşım olduğunu söylemek mümkündür. Zira selefiyye gelenekçiliğinde iman tanımı üçlü yapılır; iman, tasdik, ikrar ve amelden meydana gelir. Bu tutum iman edip dile getirmeyen ve ibadet etmeyen bir kişiyi kolaylıkla dinin dışına itmektedir. Selefiyye gelenekçiliğinin en bariz bir diğer özelliği ise tevhid ve cihad vurgusudur. Tevhid dinin temelini oluşturan en temel ilkedir fakat selefi akımlar içerisinde bu söylem kutuplaşarak radikal bir renge bürünmüştür. Selefiyye gelenekçiliği başlığı altında örnek verebileceğimiz akımlar şöyledir: Vahhabîlik, Suudi Selefiyye, el-Kaide, IŞİD, Cihadîlik, Siyasi Selefilik(Sahve, Cihadi ve Suudi kökenli siyasallaşma). Bu akımların her birini burada açıklamak bu çalışma bünyesinde mümkün değildir fakat yukarıda bahsettiğimiz imanın üçlü tarifi anlayışından yola çıkarak bu akımların günümüzde aşırı yaklaşımlar olarak kabul edilmesini bir nebze anlayabiliriz. Medrese gelenekçiliği başlığı altında zikredebileceğimiz gruplar ise şöyledir: Diyobendiyye, Meclis-i Tahaffuz-i Hatm-i Nübüvvet, Sipahi Sahabe, Taliban, Pakistan Talibanı, Cemaat-i Tebliğ, Şii medrese geleneği ve İran İslam Cumhuriyeti. Moritanya ve Patani gibi diğer Müslüman bölgelerde fıkıh temelli medreselerin varlığından söz etmek mümkünse de hepsini burada zikretmek mümkün değildir. Medrese gelenekçiliği başlığı altındaki gruplardan en geniş etki alanına sahip olanı Diyobendiyye’dir. Diyobendiyye’nin bu denli yaygın oluşunu fıkıhta Şah Veliyullah Dihlevî’yi tasavvufta ise İmam Rabbanî’yi temel alarak mutedil bir anlayış inşa etmesine bağlayabiliriz. Yukarıda Diyobendiyye ile birlikte zikredilen grupların birçoğu da köken olarak Diyobendiyye’den gelmektedir. Gelenekçiliğin son yaklaşımı olarak tarikat gelenekçiliğinde temel olarak iki grup mevcuttur ki bunlar Birelviyye ve Halidî Nakşiliği’dir. Bunlardan Birelviyye Diyobendiyye gibi fıkıh tasavvuf birlikteliğini esas alır fakat tasavvufa öncelik tanır. Gelenekçi yaklaşımın diğer iki yaklaşıma karşılık geliştirdiği en temel eleştiri bu iki akımın herhangi bir temelinin olmayışıdır. Gelenekçilere göre ıslahatçılar ve modernistler geleneğe bağlı olmamakla tamamen temelsiz yaklaşımlar sergilemektedir. Temeli olmayan bir yaklaşım ise itibarı hak etmez.

Islahatçılık

Yazarın ele aldığı şekliyle bu akımların ikincisi ıslahatçılıktır. Islahatçılığı da kültürel ıslahatçı düşünce ve siyasal ıslahatçı düşünce olarak tasnif eden hocamız öncelikle ıslahatçılığın ortak özelliklerine yer vermiştir. Islahatçı yaklaşımın öncelikli şiarı ‘Kabahat İslam’ın değil, Müslümanlarındır’ olmuştur. Gelenekçiler kadar geleneği muhafaza etmemenin yanında bir sonraki bölümde bahsedeceğimiz modernistler kadar da geleneği sorgulamazlar. Batılılaşma ve modernizm eleştirisi güçlüdür fakat seçmeci ve faydacı bir şekilde modernizmden alıntıların yapılması mümkündür. Temel kaynaklarda akıl-nakil dengesi kurulmaya çalışılmıştır. Bu dengecilik tutumu gelenekçiler ve modernistler tarafından faydacılık(pragmatizm) ve fırsatçılık(oportünizm) olarak değerlendirilmiş ve eleştirilmiştir.   Teşkilatçı mantığın ağır bastığı ıslahatçılıkta gelenekçiliğin önem verdiği liderlik kurumu dinî tahsilin çok da önemli olmadığı bir kurum olarak karşımıza çıkar. Üst kadrolarda daha çok seküler eğitimden gelen teknokrat, mühendis, ekonomist, eğitimci ve gazeteciler yer alır.       Faaliyetler ve gözetilen amaçlar daha çok siyaset, ekonomi, eğitim-öğretim, basın-yayın odaklıdır. Bu faaliyet alanlarına binaen ıslahatçı teşkilat kadrolarının entelektüel birikime sahip kişilerden oluştuğu gözlemlenir. Teşkilatlanmanın kadınlara ait kolları da mevcuttur, bu yönüyle gelenekçi yaklaşımda gözlemlenen erkek egemen yapıyı burada görmek mümkün değildir. Buraya kadar sıraladığımız özellikler ıslahatçı oluşumun kültürel ve siyasi oluşumları için ortaktır. Bu özellikleri sıraladıktan sonra ıslahatçılığın ilk yaklaşımı olarak kültürel ıslahatçılığa geçebiliriz. Kültürel ıslahatçılık tabandan tavana diyebileceğimiz şekilde daha çok insan unsuru üzerine odaklanan yaklaşımdır. Eğitim-öğretim, basın-yayın, sivil toplum ve insani yardım kuruluşları, işadamları örgütleri vakıflar gibi oluşumlar yoluyla halk tabanına ulaşıp seslerini duyurmaya gayret etmişlerdir. Kültürel ıslahatçı olarak düşünebileceğimiz Ebu’l-Hasan en-Nedvî’nin ‘iktidar sahiplerine imanı ulaştırma çabası doğrudan iman sahiplerini iktidara ulaştırma çabasından efdaldir’ mealindeki yaklaşımı tabandan tavana ıslahat anlayışını temsil eder niteliktedir. Kültürel ıslahatçı gruplara örnek olarak Türkiye’de Nurculuk ve Süleymancılık; Hindistan bölgesinde Nedvetu’l-Ulema ve Mederesetu’l-Islah; Endonezya’da Muhammediyye gruplarını zikredebiliriz. Siyasal ıslahatçılığa gelindiğinde kültürel ıslahatçılığın aksine tavandan tabana doğru bir ıslahat programı görülür. Toplumun ıslahı yaklaşımı siyasal ıslahatçıların nazarında çok uzun sürecek bir yoldur, dolayısıyla ıslah yönetim kadrolarının ele geçirilmesi suretiyle gerçekleştirilmelidir. Siyasal ıslahatçı hareketlerin birçoğu hukuki yollardan uzun süreli bir siyasi mücadeleyi programlamış ve bu süreçte şiddet yollarına başvurmamayı ilke edinmiştir. Siyasal ıslahatçıların yaklaşımına dair siyasal ıslahatçı bir hareketin lideri olarak Necmettin Erbakan’ın ve ilahiyat profesörü Hayrettin Karaman’ın diyaloğu önemlidir. Karaman’ın hatıralarında naklettiği şekliyle Necmettin Erbakan ile bir mesele üzerine konuşurlarken Karaman Erbakan’a hitaben “…sizler siyasi faaliyet yaparak, bizler de eğitim ve öğretim yoluyla aynı davaya hizmet edeceğiz, amacımız bir, yöntemlerimiz farklı…” der ve Erbakan şöyle cevaplandırır: Allah önümüzdeki seçimde bana şu kadar milletvekili lütfederse iktidarımızdan altı ay sonra İstanbul’da ince çorapla dolaşan bir kadın göremezsiniz. Ben altı aydan söz ediyorum, siz yıllar sürecek, sonu da belirsiz bir faaliyetten söz ediyorsunuz. Ben sizi anlı şanlı cihada davet ediyorum, siz cephe gerisinde soğan ve patates soyalım diyorsunuz.”(s.160-161) Siyasal ıslahatçı gruplara örnek olarak İhvan-ı Müslimin ve farklı ülkelerde yansımaları, Seyyid Kutup ve Radikalleşme Hareketi, Cemaat-i İslami, Hizbu’t-Tahrir, Hizbullah ve Ensarullah verilmektedir. Bunların yanı sıra MSA(Muslim Students of America), ISNA(Islamic Society of North Africa) ve IIIT(International Institute of Islamic Thought) oluşumları fikir yapılanmasını İhvan’dan alan gruplar olarak siyasal ıslahatçı başlığında zikredilebilir.

Modernizm

İslam modernizmi şeklinde ifade edebileceğimiz bu yaklaşım Müslümanların içerisinde olduğu durumdan Kur’an ve Sünnete dayanmasının yanında geleneğin ilmî ve rasyonel süzgeçten geçirilerek yorumlanması ile kurtulabileceğini savunur. Bu iki temel ilkenin gerçekleşmesinin neticesinde Müslümanlar muasır değişim ve gelişmelerin altında ezilmeyecek ve sahip olduğu öze intikal edebilecektir. Modernizm, gelenekçi oluşumların tam aksine gelenek için derin bir soruşturma yolunu tutar; ıslahatçılarla kıyas edildiğinde de daha entelektüel bir tabana sahip olduğunu söylemek mümkündür. Modernistler metinselci ve tarihselci yaklaşım olarak temelde ikiye ayrılır. Bunlardan metinselci yaklaşım, evrenselciler yahut Kuraniyyun(Ehl-i Kur’an), 19.yüzyılda Hindistan’da Sir Seyyid Ahmed Han’ın fikirleri etrafında oluşmuş ve Hindistan bölgesinin önemli hareketlerinden birisi haline gelmiştir. Ekolün mensupları Kur’an’da bulunan ayetlerde de belirtildiği gibi Kur’an’ın başka bir kaynağa ihtiyaç bırakmayacak şekilde açık ve yeterli; manasının da herkesin anlayacağı biçimde olduğunu düşünmektedirler. Bu aşamada Sünnetin belirleyiciliği sınırlanmıştır; maslahatlara aykırı düşen hadis malzemesi klasik usulün metin ve isnad sisteminden tamamen farklı olarak ‘akla arz’ ve ‘tabiata arz’ yöntemiyle değerlendirilmiştir. Metinselci yaklaşımını benimseyenlere örnek olarak Ahmed Subhi Mansur, On Dokuzculuk akımıyla bilinen Edip Yüksel ile Halis Akdemir ve Gulam Ahmed Perviz verilebilir. Modernizmin bir diğer kolu tarihselci yaklaşımdır. Tarihselci yaklaşımı benimseyenler metinselcileri Kur’an’ın indiği tarihsel şartları görmezden geldikleri için eleştirir. Onların nazarında bu tarihsel şartlar anlaşıldıktan sonra günümüze uygun hükümler Kur’an temelli olarak çıkarılabilir. Bu bağlamı kaybetmek ise sübjektiflik problemini meydana getirir. Tarihselci yaklaşımın fikir babası Fazlurrahman’dır. Fazlurrahman’a göre Kur’an bu çağa evrensel ilkeleriyle hitap eder. Ayetlerin tekil hükümleri, ibadetlerle ilgili olanlar dışında, tarihsel kalmaktadır. Değişmeyen ise Kur’an’ın evrensel ilkeleridir. Tarihselci yaklaşımı benimseyenlere örnek olarak Faslı Muhammed Abid Cabirî, ‘Sol İslam’ söylemiyle bilinen Hasan Hanefî, Abdülkerim Suruş, Mahmud Muhammed Taha ve fikirleri dolayısıyla mürted ilan edilen Nasr Hamid Ebu Zeyd verilebilir. Modernizm başlığı altında son olarak gelenekselcileri de hatırlamak gereklidir. Modernizm karşıtı fakat modern bir hareket olarak gelenekselcilik bütün dinlerin özünde bulunduğunu iddia ettikleri ezelî hikmet kavramı uyarınca dünyayı ve çağın olaylarını yorumlayıp anlamlandırmayı amaçlamaktadır. Bu ezelî hikmetin ortak noktası ise tasavvuftur. Gelenekselci yaklaşımı temsilen Rene Guenon, Frithjof Schuon, Martin Lings, Seyyid Hüseyin Nasr, Samiha Ayverdi ve Cemalnur Sargut isimleri zikredilebilir.

Çağdaş İslam düşüncesinin fikrî oluşumları olarak çağdaş İslamî akımları Mehmet Ali Büyükkara’nın eserinden yola çıkarak özetlemeye çalıştık. Yazarın eserinin sonunda ek olarak verdiği kısmı özet ve değerlendirmeden oluşan çalışmamıza eklemedik. Çağdaş İslami Akımlar her alandan akademik çalışmalar için hazırlanan öğrencilerin en azından bir kere karşılaşması gereken bir eserdir. Akademik çalışmalarla asrımızın sorunlarına çözümler getirmeye gayret ettiğimiz bu dönemde, aynı sorulara verilen cevapları içerisinde barındıran fikrî, siyasî ve içtimaî hareketleri bilmek bizlere bir hayli mesafe kat ettirecektir. Zira meselelere çözüm getirmede tekrara yahut hataya düşmemek bu meseleler ele alınırken düşülmüş noksanlıkları bilmek ile mümkündür. Noksanları bilmenin yanı sıra kuvvetli tarafların bilinmesi de o çözüm önerilerini bir adım daha öteye taşımak için gereklidir. Bu açıdan çağdaş İslamî akımların bilinmesi sıradan bir tarihî vakıaya şahitlik etmenin ötesinde İslam düşüncesinin meselelerinde derinlik kazanmayı temin etmektedir. Teknik açıdan bakıldığında ise asıl itibariyle ders kitabı olarak hazırlanan bu eserin meseleleri net bir şekilde tasnif ederek zihinde tebellür eden bir alana taşımakta faydalı olduğunu gözlemlemek mümkündür. Bölüm sonlarında maddeler halinde verilen soru kısımları ise zihni imtihana tabi tutan birer pekiştirici olarak karşımıza çıkmaktadır. Esere yönelik akımların tasnif edilmesi noktasında birtakım eleştiriler mevcut olsa da yazar bu tasnifte akımlar arasında geçişler olabileceğini ifade etmiştir. Kanaatimizce bu eseri yazarın ele aldığı akımların ana metinleri ile paralel okumak faydalı olacaktır. Bu paralel okuma faaliyeti, bu meselede derinleşme arzusu olanlar için tavsiye edilmektedir. Meselenin detaylarından ziyade resmine vakıf olmak isteyenlerin ise bu eseri belirli aralıklarla okuması faydalı olacaktır. Okurken ve özetlerken fazlasıyla istifade ettiğimiz bu eseri biz de belirli aralıklarla okumanın faydasını gördük. Buradan yola çıkarak eserin bir başucu eseri olduğunu haddimiz olmayarak ifade etmek isteriz.

Leave a Comment