Çocuk İçin Üretmek: Çocuk Yazını
Röportaj: Kübra Taşdemir
Meryem Selva İnce ile çocuklar için yazılmış, resmedilmiş ve konu olmuş her çalışmayı tarafsız ve akademik bir perspektifle ele alan “Çocuk Yazını” üzerine keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Bu projenin kuruluş sürecini ve çalışmalarını bizimle paylaştığı için kendisine teşekkür ediyoruz.
- Merhabalar Meryem Hanım, sohbetimize sizi tanıyarak başlamak isteriz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Teşekkür ederim. Kendimden bahsetmem istendiğinde genellikle bir duraksarım. Öğretim hayatımdan bahsetmem gerekirse, lisede akademik olarak başarılı bir öğrenci olan ama futbol düşkünü bir gençtim. Sayısal öğrencisiyken o dönemin siyasi problemlerinden ötürü üniversite okuyamayacağım için eşit ağırlık bölümüne geçerek mezun oldum. Sonrasında 4-5 yıl kadar İstanbul’da farklı vakıflarda hem modern arayışları hem de medrese usulü eğitimi mecz eden alternatif eğitim kurumlarından öğrenim gördüm (BİSAV, SEDAV, İnsan Vakfı, İHH, Darü’s-selam, Darü’l-hikme vs…) Bir dönem Ali Ural’ın Yazarlar Birliği’nde açtığı atölyelere katıldım. Sanırım edebiyat okumayı da o zaman düşündüm.
2010 yılıydı üniversiteye gitmeye karar verdim ve sözel bölümden sınava girip Şehir Üniversitesi Edebiyat bölümünün ilk öğrencilerinden biri oldum. Mimar Sinan Üniversitesi’nde formasyon eğitimi aldım. Boğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisansımı yaptım. O arada “Çocuk Yazını” kuruldu. İki yıl kadar Şehir Üniversitesi’nde okutmanlık yaptım. Boğaziçi’nde doktora da yapıyordum ama son ders dönemimde bırakma kararı aldım. Şimdilerde şöyle diyorum, okumayı ve yazmayı seven, insanların hikayelerine kulak veren, yeni şeyler öğrenmeye meraklı ve öğrendiklerini sakınmadan anlatmayı seven bir anlatıcıyım. Hep bunu sevdim, o zaman mutlu olduğum şeyleri yapmalıyım.
- Türkçe Edebiyatı içinde yeni bir perspektif oluşturmak amacıyla 2017 yılında “Çocuk Yazını”nı kurdunuz. Akademik bir nitelik taşıyan bu projenizin çıkış noktası nedir?
Yüksek lisansta öğrenim gördüğüm sıralarda oğlum 3 yaşına yaklaşmıştı. O zamana kadar kendisine metin okunan bir çocuktu. Sanırım tam da o yıl ilk kez fuara götürdüm onu ve yayınevleri arasından sadece birine yönlendiğini fark ettim. O yayınevi benim onu tanıştırdığım, kitaplarını alıp okuduğum yayıneviydi. Aynı dönemde tez konumu da belirlemiştim. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sıyla ilgileniyordum.
Edebiyat sosyolojisi bağlamında seçkin okur, sıradan okur, okurluk deneyimleri, estetik beğeninin şekillenmesi, tarihsel eleştiri, alımlama estetiği alanlarında çalışıyordum. Oğlumun estetik beğenisini şekillendiren saikleri o zaman keşfettim. Yani metnin içinden ziyade metnin dışı, metnin ona sunuluş şekli ve bir aygıt olarak kitabın biçimiydi ona cazip gelen. Bu noktadan hareketle edebiyat ortamında düşündüğüm tüm üretici tüketici ilişkilerini, dağıtıcı aygıtları, reklam ve tanıtımları çocuk edebiyatında da konuşabileceğimizi düşündüm. Benim çocukluğumun çocuk edebiyatı değildi artık söz konusu olan. Yerli bir çocuk edebiyatı sektörü vardı ve kendi estetik, özerk dili vardı.
Farklı yayınevleri ayrı ekoller gibi hareket ediyordu ve bir metin yayımlandığı mecraya göre şekilleniyor, alımlayıcısını seçiyordu. Birçok merkez ve kurum vardı ama onlar da özerk hareket ediyordu. Okudukça daha çok kendi edebiyat formasyonumla metinlere baktığımı gördüm. Bu metinleri aslında -cinsiyetçi olacak ama- “en baba” edebiyat teorileriyle okuyabilir, farklı okuma pratiklerine açabilirdik. İyi bir Türkçe öğretimi ya da değerler eğitiminin ötesinde bir şeyler ifade ediyordu bu metinler. Oysa piyasada bloggerların önerileri “çok satar”ı belirliyor, gerçekten iyi ve estetik metinlerin bazıları dışarıda kalıyordu.
Siz çocuk edebiyatında çağın ruhunu, dönemsel pratikleri, hakim kültürel kodları, toplumsal tabakalaşmayı, sınıf ayrımını, antoroposen yaklaşımları, metin mecra ilişkisini, kültürel adaptasyonu, çeviri metnin dönüşümlerini, farklı dinleri, aktivist özneyi, engelli bireyi ve daha birçok meselenin nüvelerini bulabilirdiniz. Elbette ki demiyorum daha önce yapan yoktu, ama sosyal medyada bizim baktığımız noktadan çocuk edebiyatını eleştiriye açan yoktu diyebilirim. O sırada üniversiteden arkadaşımın eşi de Boğaziçi’nde öğrenim görürken aldığı çocuk edebiyatı dersinden bahsediyordu. Bir araya geldiğimiz bir akşam “Neden olmasın?” dedik ve “Çocuk Yazını”nı arkadaşımın aldığı Kültür Bakanlığı’nın verdiği GençDES fonunun desteğiyle kurduk. Öncesinde çift dilli yayın yaptık. Desteğin süresi bitince gönüllü çalışmaya devam ettik. Arkadaşım da kurumsal hayata döndü. Ben de başka ekip arkadaşlarımla “Çocuk Yazını”nı sürdürmeye devam ettim. Daha doğrusu “Çocuk Yazını” bence sürdürülmek istedi. Şimdi “Çocuk Yazını”nda kıymetli yol arkadaşlarım Havva Yılmaz ve İrem Özcan’la beraberiz. Çalışmaları birlikte yürütüyoruz.
- 0-16 yaş arasındaki kitleyi hedefleyen yazınsal metinleri, filmleri değerlendirdiğiniz sitenizde ne tür çalışmalar yaptığınızı bizimle paylaşır mısınız?
Biz önce “edebiyat” yerine “yazın” kelimesini seçerek her şeyi metin kabul ettiğimiz bir düzlemden çocuk için üretilen ürünlere odaklandık. Yani bizim için roman, şiir, reklam filmi, şarkı sözleri, resim çocuğa göre olduğu sürece “Çocuk Yazını”ydı ve disiplinlerarası teorik bakışla okunabilirdi. Bu doğrultuda edebiyat dergileri geleneklerini takip ederek tema odaklı sayılarla yayın yapmaya başladık. Önceleri dosya konumuzu seçtiğimizde dosya-kritik-sinemasal-söyleşi bölümleri de aynı temada oluyordu. Metinleri de kategorize etmiş oluyorduk böylece kendi aralarında. Sonra kritik bölümünün aslında daha kozmopolit olabileceğini ve dosya dışı işlerlik kazanabileceğini düşündük. Blog diliyle ya da yalnızca tanıtım kurgusuyla yazıldığı için önceden kabul etmediğimiz ancak bir argümanı olan metinleri de bu köşeye taşıdık.
Söyleşi kısmı destek aldığımız dönemde yazarlara yüz yüze bir film ekibiyle çalışarak gerçekleşiyordu. Destek sonrası klasik dergi hafızamıza seslenerek “soruşturma” düzenlemeye karar verdik. O zamandan beri de dosya konumuz etrafında farklı ya da benzer soruları birbirinden çok ayrı alanlarda çalışan isimlere soruyoruz. Biz biraz dosyaya bütüncül bakıyoruz. Farklı disiplinleri aynı soru etrafında bir araya getirmeye çalışıyoruz. Bu nedenle bir ismin övdüğü bir konuyu diğeri estetik bulmayabiliyor ki bence bu zaten “Çocuk Yazını“ olarak tam da yapmaya çalıştığımız şeyi özetliyor. Edebiyat tarihi hiç yazılmamış bir alanda çalışıyoruz ve soruşturmadaki her konu aslında okurları ve alanda çalışmak isteyen araştırmacıları, o alanda araştırmaya ve düşünmeye sevk ediyor.
- Geçtiğimiz Kasım ayında “Çocuk Yazını Atölyeleri” düzenlediniz. Bir eğitimci olarak arasında bulunduğunuz atölyeler hakkında sizden bilgi alabilir miyiz?
Biz “Çocuk Yazını” olarak daha önce de atölyeler yapıyorduk ama farklı kurumların şemsiyesi altında gerçekleşiyordu ve biraz da alıcısına göre şekillenen atölyelerdi. Yeni dönemde kendi bünyemizde atölyeler açmaya ve akademik perspektifimizle bu alana yaklaşmaya karar verdik. Aslında şöyle diyeyim hem örgün hem de alternatif birçok kurumda öğrenim görmüş biri olarak atölyelerimizi ders içeriği gibi kurguladık. Bir ihtisas gibi, ama aynı zamanda bazı ihtiyaçlara da karşılık gelebilecek atölyeler olsun istedik. Kendi adıma benim hedefim atölyelerle kullanıcılara ve okurlara siteye metin üretme pratiği kazandırmaktı. Ben bu alana yöneldiğimden beri emin olun benden çok daha fazla okuyan, alanı yakından tanıyan, heyecanlı isimle tanıştım. O isimleri Çocuk Yazını pratiğiyle tanıştırmaktı amacım. Bir derdi (argümanı) olan okurlara bu derdi yazılarının ilk paragrafında nasıl serimleyebileceklerini bize öğretilen tüm metotlarla aktarabildiysek ne mutlu bana.
Atölye seçimlerimizden ve işleyiş pratiklerinden söz etmem gerekirse, “Çocuk Yazını” atölyeleri aslında kâr amacı gütmeyen öğrenme ve öğretme motivasyonu olan isimlerle çalışılarak açıldı. Üç kişi de olsak eğitimi başlattık. Bu Şehir Üniversitesi’nde öğrendiğim bir pratikti. Bir dersi iki kişi dahi alsa o ders açılırdı. Tabii ki gönül katılımcı sayısında artış da bekler ama galiba biz katılımcılarımızı biraz yoruyoruz. Üniversitede olduğu gibi onlarla program paylaşıp, metinleri okuyarak gelmelerini ve derse katılmalarını bekliyoruz. Bu çocuklar için açtığımız atölyelerde de böyle. 33-34 yaşımda galiba başladığım yere döndüm ben, statik kurumların dışına taşan, alternatif, özerk, dinamik öğrenim yolları arıyorum. Çünkü kurumlar bir şekilde bitiyor, siliniyor ama öğrendikleriniz baki.
- Birkaç ay önce Instagram üzerinden başlattığınız “Pazartesi Konuşmaları” ve “Cumartesi Buluşmaları” canlı yayınları serisi ile yayıncılar ve yazarlarla sohbet ediyorsunuz. Bu seride gündemlerinizde neler var?
Pazartesi Konuşmalarını belirlerken, “metin odaklı söyleşiler, yenilikler ve yeni yüzler” şeklinde bir alt başlık belirledik. Burada amacımız farklı yayınevlerinden farklı yazarların yeni metinlerini ya da yeni yazmaya başlayan isimlerin metinlerini kurgusuyla ve yazım tecrübesiyle konuşmaktı. Aslında dikkat ettiyseniz söyleşilerde hazırladığımız sorular da “Çocuk Yazını”nda yazıya dönüşebilecek formda metni farklı okuma pratiklerine ama bu kez yazarıyla birlikte açmaya çalışan sorular.
Cumartesi Buluşmalarındaysa gündem çocuk için içerik üreten ve bu alanla ilgili herkese ilişkin olarak belirleniyor. Biz birbirimizden haberdarız ama tanış değiliz. Ya da tanışız ama okurlarımız ve canlı yayın katılımcılarımız haberdar değil. Mümkün olduğunca farklı sektörden benzer dertlerle dertlenen konuklara ulaşmaya çalışıyoruz. İstiyoruz ki her iki konuşma serisi de “Çocuk Yazını” gibi açık kaynak bir arşiv oluştursun ve araştırmacılar faydalansın. Bu yüzden kayıtları Youtube kanalımıza da yüklüyoruz. Her söyleşi öncesi en az bir dergiye yazı yazar gibi mesai harcıyoruz. Bir de inanın bu alanda çalışmak, güzel çalışmalardan haberdar olmak iyi geliyor. Umutla geleceğe bakıyorsunuz.
- Çocuklarla ilgili çalışmaları akademik anlamda ele alma yoluna girdiğinizden beri yeni bir saha oluşturduğunuzu söyleyebiliriz. Hem bu alanda yetkin isimler tarafından hem de katılımcılar tarafından ilgi görüyorsunuz. “Çocuk Yazını” ileride bu destek ile ne tür hayallere adım atacak?
Dosyalardan bazılarının kitaplaşma süreci var. Yakın zamanda Erdem Yayınları’ndan ilk kitabımız çıktı: Çocuk Edebiyatı İncelemeleri Metinlerarasılık, Yeniden Yazım ve Adaptasyon. Farklı atölyeler açma hayalimiz var, belki bir belgesel filmi de çekebiliriz. Bu alanda açılmış, birbirinden bağımsız hareket eden çok önemli bilgi ve tecrübesi olan birçok vakıf ve merkez var aslında. Biz de bir merkez olabilir miyiz bilmiyorum ama belli mi olur? Ama “Çocuk Yazını” bir ekol olabilirse ne mutlu bize. Literatürü tarafsız biçimde bir araya getirmeye çalışıyoruz çünkü.
- Çocuk Yazını üzerine çalışma yapmak isteyen genç arkadaşlarımıza destek olmak adına söylemek istedikleriniz var mı?
Mümkün olduğunca çok farklı kaynaktan, çok okusunlar. Hangi metin ya da yazar üzerine çalışmak istiyorlarsa önce o metni üzerine yazılmış hiçbir şeye bakmadan yalnızca o metni okusunlar. Metinde ne dikkatlerini çekiyorsa, araştırma konusu orada belirir zaten. Sizin okurluk repertuarınız o metni alımlayış şeklinizi belirler çünkü ve araştırma konunuz da oradan doğar, şekillenir. Sonra o metin üzerine yazılmış metinleri kronolojik olarak farklı mecralardan okusunlar. Bu da yaklaşımınızdaki pürüzleri giderecek ve size bir yol haritası verecektir. Metnin sadece içini değil, tarihsel alımlanışını da çalışmak isteyebilirsiniz mesela.
Size heyecan veren konuların peşine düşün. Herhangi bir kamplaşmanın odağında kalmadan metinlere tarafsız yaklaşın, çözümleyin. Sadece metnin içini değil, metnin dışını da çalışın (önsöz, kritikler, basıldığı yayınevi, farklı basım evlerindeki öyküleri, yazarın hayatı, kitabın arka kapak yazısı vs.). Dergi okuyun. Bu alanda yazılmış ana kaynakları mutlaka okuyun. Bir de asla “bu yok” diyerek başlamayın bir meseleyi çalışırken, konuşurken, tartarken ve yazarken. Alanda çalışan herkesin hakkını herkese teslim edin. Emin olun her şey var. Değişen on yılda bir yirmi yılda bir bizim o meseleye bakış şeklimiz sadece. Bu da dönemin baskın sanat anlayışına, hakim kültürel kodlarına ve çeşitli kurumsal pratiklerin metinleri dolaşıma açmalarına göre şekillenir, değişir, dönüşür.