Sinemada Manevi Bir Alan Açmak: Semih Kaplanoğlu Sinemasında Sinematografi

Değerlendiren: Nuray Boz

İlmi Etütler Derneği, Toplum Çalışmaları Merkezi Sunumları kapsamında 30 Aralık 2021 tarihinde Hasan Ramazan Yılmaz’ı konuk etti. Yılmaz, İstanbul Üniversitesi’nde Prof. Dr. Şükrü Sim danışmanlığında hazırladığı “Semih Kaplanoğlu Sinemasında Sinematografi” başlıklı doktora tezinin sunumunu gerçekleştirdi. Doktora tezi sonrasındaki çalışmalarını ise son dönem Türk sineması ve film estetiği alanlarında sürdürmektedir.

Yılmaz, çalışmasının birinci bölümünde sinematografinin klasik anlatı sineması ve modern anlatı sinemasında anlam üretimine ve estetik işlevine dikkat çekmiştir. Bu bağlamda Deleuze’ün hareket- imge ve zaman-imge kavramları ile çalışmanın teorik zeminini oluşturmuştur. İkinci bölümde ise Türk sinemasında sinematografinin gelişim seyrini ele almıştır. Yılmaz, bu bölümde Türk sinemasından klasik anlatı yapısı ve modern anlatı yapısı çerçevesinde değerlendirilebilecek filmlerden örnekler vermiştir.

Çalışmanın üçüncü bölümünde ise son dönem Türk sinemasının öne çıkan isimlerinden Semih Kaplanoğlu’nun Yumurta (2007), Süt (2008), Bal (2010) ve Buğday (2017) olmak üzere dört filmini kare kare analiz yöntemiyle incelemiştir. Yılmaz, Kaplanoğlu sinemasında anlamsal üretimin hareketten ziyade sinematografi ile sağlandığını belirtmiştir. Dolayısıyla Kaplanoğlu’nun olay odaklı hareket-imge yerine hal odaklı zaman-imgeye yönelmesinde sinematografinin etkisi, bu tezin asıl araştırma konusudur.

Semih Kaplanoğlu

Yılmaz, ilk olarak çalışmasında ulaşmayı hedeflediği alanyazındaki düşünce ve tartışmaları paylaşmıştır. Bu bağlamda sinematografi kavramının önemine vurgu yaparak bu kavramın gelişim seyrini ele almıştır. Yılmaz’a göre sinematografi, sadece görüntünün kaydedilmesiyle sınırlı bir kavram değildir. Teknolojik gelişmeler, sinematografinin yıllar içerisinde hareket-imgeden zaman-imgeye yönelmesinde etkili olmuştur. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası yaşanan ekonomik kriz, film endüstrisini de etkileyerek sinematografi standartlarını değiştirmiştir. Yılmaz’a göre sinematografi, içinde bulunduğu zamanın koşullarına göre gelişmelerini sürdüren bir araçtır. Böylece bu dönemde değişen koşullar sinematografiye klasik anlatı sinemasının dışında farklı bir perspektif kazandırmıştır.

Yılmaz, sinematografiyi Deleuze’ün hareket-imge ve zaman-imge kavramsallaştırması bağlamında değerlendirerek sunuma devam etmiştir. Öncelikli olarak hareket-imge kavramına odaklanan Yılmaz, bu kavramın klasik anlatı sinemasının temel bileşeni olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda hareket-imge, hikayede neden-sonuç ilişkisini merkeze alan bir anlatı olarak karşımıza çıkmaktadır. Zaman-imge ise hareket-imgede olduğu gibi kronolojik bir zaman anlayışına bağlı değildir. Yılmaz zaman-imgeyi, farklı ve yeni zaman akışlarının olduğu bir sinema anlayışı olarak tanımlamıştır. Öznenin daima eylemin faili olduğu bir imge tipinden, öznenin içinde bulunduğu dünyayı gördüğü ve okuduğu bir imge tipine geçildiğini ifade etmiştir. Bu bilgiler ışığında Yılmaz, sözü edilen kavramları daha anlaşılır kılmak için klasik anlatı sineması ve modern anlatı sinemasından birer film çözümlemiştir.

Gilles Deleuze

Buna ek olarak Yılmaz, hareket-imge ve zaman-imge bağlamında sinematografinin film yapımındaki fonksiyonlarının üzerinde durmuştur. Klasik anlatı sinemasına hareket-imge bağlamında örnek olarak Alfred Hitchcock’un Vertigo (1958) filmini seçmiştir. Filmin açılış sekansına bakıldığında Hitchcock’un uzak çekimi tercih ettiği görülmektedir. Yılmaz’a göre açılış sekansında bu çekimin tercih edilmesi mekan ve ana karakterlerin tanıtılması açısından önem arz etmektedir. Bir diğer önemli husus ise Hitchcock’un sinemaya kazandırdığı görüntü tekniği olan vertigo efektidir. Dolly zoom olarak da bilinen bu hareket, iki farklı kamera hareketinin aynı anda yapılmasıyla algı yanılsamasına neden olmaktadır. Hitchcock, izleyiciyi aksiyona yönlendiren dolly zoom hareketini bu filmde yoğun bir şekilde kullanmıştır. Yılmaz ayrıca filmde kullanılan kamera açıları, motive edilmemiş kamera hareketleri ve aydınlatma stilinden bahsederek görüntü yönetiminin anlam üretimindeki rolüne dikkat çekmiştir. Bu açıklamalardan sonra Yılmaz, modern anlatı sineması bağlamında sinematografik imgeye örnek olarak Robert Bresson’un Procès de Jeanne d’Arc (Jeanne d’Arc’ın Yargılanması, 1962) filminden bahsetmiştir.

Vertigo filminden farklı olarak bu filmin açılış sekansında karakter ve mekan tanıtımı yapılmamaktadır. Dolayısıyla bu filmde yönetmenin karaktere kimlik kazandırma gibi bir amacı olmadığı belirtilmiştir. Filmin serim-düğüm-çözüm gelişimiyle tamamlanan klasik bir süreci içermemesi de aynı şekilde klasik anlatı yapısından uzak durduğunu göstermektedir. Kameranın çoğunlukla sabit kalması ve karakteri adım adım takip etmemesi hareketi önemsizleştiren ve zaman-imgeyi ortaya çıkaran ayırıcı unsurlardandır.

Yılmaz sunuma tezin üçüncü bölümünü oluşturan Semih Kaplanoğlu sinemasında sinematografik üslup başlığıyla devam etmiştir. Bu bölümde, Kaplanoğlu sinemasındaki zaman-imgenin düşünsel ve biçimsel izi sürülmüştür. Film incelemesine geçmeden önce Yılmaz kısaca Kaplanoğlu sinemasının oluşum sürecine değinmiştir. İzmir Karşıyaka’da büyüyen Semih Kaplanoğlu’nun sinemaya olan ilgisi çocukluk yıllarında başlamıştır. Özellikle gençlik yıllarında, zaman-imge perspektifi taşıyan Fransız sinemasını, Yeni Dalga’yı, Alman sinemasını tanımış ve düzenli bir şekilde bu filmleri izlemiştir. Kaplanoğlu’nun sinemaya olan ilgisi bir kariyer alanı olarak İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölümü’nde devam etmiştir.

Yılmaz, Kaplanoğlu sinemasını tarif etmek için kullanılan manevi gerçekçilik ifadesini Carlos M. Del Rio ve Lyle J. White’ın çalışmalarına atıf yaparak açıklamıştır. Rio ve White’a göre maneviyat, insanın Tanrı ile bütünleşme arayışının bir ifadesidir. Böylelikle maneviyat, insanın hayatını anlamlandıran mistik bir öz olarak karşımıza çıkmaktadır. Kavramsal çerçeve oluşturulduktan sonra maneviyatın Kaplanoğlu sinemasındaki sinematografik tezahürüne bakılmıştır. Yılmaz’a göre Kaplanoğlu, yalnız dış gerçekliğe ya da metafiziğe yaslanmadan ikisini bir denge içinde var eden bir sinema anlayışını yansıtmaktadır. Manevi gerçekçilik olarak ifade edilen bu sinema anlayışında Kaplanoğlu, inanca daha genel bir perspektiften bakmaktadır. Seyirciye zamanı hissettirerek sessizliğin ve yavaşlığın içinde manevi bir alan açmaktadır.

Ayrıca Yılmaz, modern anlatı yapısı ve Deleuze’ün zaman-imge kavramsallaştırması bağlamında Kaplanoğlu sinemasını değerlendirerek sunuma devam etmiştir. Film incelemesine geçmeden önce bu anlatı yapısını kanıtlar nitelikte olan Kaplanoğlu sinemasının özelliklerini sıralamıştır. Bu özellikler; olayların sıralanışında belli bir sıra olmaması, sahne ve planlarda zamanın hissedilir kılınması ve karakterin kadrajdan çıkarak kompozisyonu boşluğa terk etmesi olarak ifade edilmiştir.

Yusuf Üçlemesi

Kaplanoğlu’nun sinemada manevi bir alan açma isteği en belirgin şekilde Yumurta (2007), Süt (2008) ve Bal (2010) filmlerinden oluşan Yusuf Üçlemesi’nde görülmektedir. Üçleme, kronolojik olarak ters bir şekilde ilerlemektedir. İlk film olan Yumurta, Yusuf’un yetişkin halini konu edinmektedir. Yusuf’un gençlik yılları ise Süt filminde anlatılmaktadır. Kronolojik olarak ilk film olan Bal ise Yusuf’un çocukluğu yani üçlemenin son filmidir. Yumurta filminde, Yılmaz’a göre Yusuf Üçlemesi’nin önsözü mahiyetinde bir açılış sekansı vardır. Bu sahnede uzun çekimin kullanılması, zaman-imgeye yer açarak zamanı belirgin bir şekilde hissedilir kılmaktadır. Yılmaz’ın çözümlemesini yaptığı diğer sahnelerde de kamera hareketleri ve çekim açıları, filme hareket yerine durgunluk vererek zaman-imgeyi ortaya çıkarmaktadır.

Üçlemenin ikinci filmi olan Süt filminde de Yumurta’da olduğu gibi geniş ölçekli kompozisyonların, sabit ve uzun planlarla kullanıldığı görülmektedir. Eylem ve diyaloglar yerine görüntü ve sessizliğin hakim olması zaman-imgeyi öne çıkaran bir diğer unsurlardandır. Filmden gösterilen sabit ve uzun plan çekimler, karakterin o andaki ruhsal vaziyetinin açığa çıkmasını sağlamaktadır. Yusuf’un çocukluk yıllarını anlatan üçlemenin son filmi Bal ise diğer iki filmde olduğu gibi zaman-imge sinemasının özelliklerini içermektedir. Yılmaz, ilk iki filmden farklı olarak Bal filminde ön plana çıkan sinematografik özelliğin aydınlatma stili olduğunu belirtmiştir. Buna örnek olarak filmdeki rüya sahnelerinin kasvetli denilebilecek atmosferine dikkat çekmiştir.

Son olarak Kaplanoğlu’nun aydınlatma yaklaşımını resim sanatına duyduğu ilgi ile ilişkilendirmiştir. Yılmaz’a göre Kaplanoğlu’nun ilgi duyduğu ressamların aydınlatma yaklaşımı, Bal filmindeki aydınlatma uygulamasına ilham kaynağı olmuştur. Sunumda çözümlemesi yapılan son film Buğday ise zaman ve mekanın meçhul olduğu distopik bir evrende geçmektedir. Filmden seçilen sahneleri çözümleyen Yılmaz, Bal’da olduğu gibi bu filmde de aydınlatmanın filmin görsel kimliğini oluşturduğunu vurgulamıştır. Söz konusu filmde, gölge ve siluet unsurlarının filmin tümünde yoğun bir şekilde kullanıldığını belirtmiştir. Yılmaz, sahneleri aydınlatmak kadar karanlıkta bırakmanın, göstermek kadar saklamanın da anlam üretiminde önemli bir rol oynadığının altını çizmiştir.

İnsanın kendini tanıması ve maneviyata yönelmesi Kaplanoğlu sinemasında önemli bir yere sahiptir. Bu bağlamda Kaplanoğlu’nun manevi gerçekçilik perspektifi ve sinematografik üslubu Yılmaz tarafından Yumurta, Süt, Bal ve Buğday filmlerinden seçilen sahnelerle çözümlenmiştir. İmgenin zamansallığı, kamera hareketinden çekim açılarına, aydınlatma stilinden ses kullanımına dek tüm bileşenleri ve estetik ögeleriyle Kaplanoğlu sinemasında tezahür etmektedir. Yılmaz’ın akıcı ve bütünlüklü sunumu ise sinematografinin hikaye içerisinde anlam katmanları oluşturma gücünü göstermesi açısından oldukça önemlidir.

Leave a Comment