Dönüşüm Kim İçindi?

Yazar: Yunus Çolak

Kentsel dönüşüm, başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin büyük kentlerinde bir politika aracı olarak gündeme geldiği günden beri ülkedeki konut politikaları ile iç içe geçmiş durumdadır. Dönüşümü meşrulaştıran en büyük araç olarak görülen sağlıksız konutların varlığına ilişkin tespitler, bugün elde edilen yasal araçların gerisinde kalmış durumdalar. Sağlıksız konutlarla birlikte, konut ediniminde, artan kentsel rantlara bağlı olarak güçleşme aslında dönüşümün hep gözardı edilmek istenen amaçlarından biri olarak yine bu süreçte geri planda kaldı. Kentlerde dönüşüm ve yenileme ile önce çeperlerde daha sonra ise tarihsel merkezlerde alt-orta gelir kesiminin barınma kültürlerini hedef alan mekânsal politikalar çerçevesinde bu kesimin konut-barınma talebini yok sayarak ilerlemeye devam ediyor. İstanbul örneğinde, konut sahipliğinin her geçen gün üst gelir grupları lehine genişleyen, ötesinde finansal bir araç olarak boş kalmaları pahasına maliyet ve satış bedelleri sürekli yükseltilen yeni bir yaşam kültürü var ettiği herkesin gözleri önünde cereyan ediyor. Yasal araçlarına kavuşmuş,  dev bir sektör hacminin kendi içinden yükselen kritik yankılara rağmen, büyük bir hevesle yürüttüğü konut inşaatları çok açık biçimde, mekânsal taleplerin ilk nüvelerinden oldukça uzakta bir yerlerde seyrediyor.  Henüz, İstanbul’da mevcut siyasal dokuyu da var eden nüfus kitlelerinin büyük göçlerinin arifesinde olduğumuz bu zamanlarda, söz konusu mekânsal dönüşümlerin kültürel ve sosyal yaşamda yakın gelecekte var edeceği infiallere şimdiden hazırlıklı olmak gerekiyor.

Sağlıklı konut veya herkes için yaşanabilir barınma imkânları, hayatî tehlikelerin önüne geçmek şeklinde altyapısını oluşturan bir zeminin nereye kaydığını, bir yapsatçının yakın zamanlı beyanından anlamak mümkün:

“İstanbul’da ev talebinin yüzde 70-80’i dar ve orta gelirlide ama arsa maliyeti nedeniyle bunu yapamıyoruz. Biz diyoruz ki plan yetkisi olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ ya da yerel yönetim özel sektör ile işbirliği yapsın. Hadımköy, Çatalca gibi alanlarda tarla vasfında metrekaresi 70-100 liraya alanlar var. Terk alanlarla birlikte bunun metrekaresi 150 liraya gelir. 1100 lira da inşaat maliyeti. Toplam maliyet metrekare başına 1350 lira olur. Bu alanlar ihale edilir. Metrekaresi 2 bin 500 liraya satılırsa 1150 liralık kâr var. Bunun bir kısmını inşaatçı alır, bir kısmını TOKİ. TOKİ bu kaynakla bölgeye altyapı ulaşım yatırımı yapar. Hatta bu formül ile metrekare fiyatını 2 bin liraya da çekmek mümkün” [1]

Kentsel dönüşümle ilgili yasal düzenlemeler, 2012’de yapılmıştı. Bu tarihten geriye belediyelerin yaptıkları operasyonları da dikkate alırsak, dönüşüm pastasında on yılı aşkın süredir kâr/gelir elde edilmekte. Ötesinde 1999 depreminden beri alınan vergilerle,  ülkemizde emlâk sektörünün sağlıklı işlemesi için önemli bir havuzun oluştuğu tahmin edilebilmektedir. Hal böyleyken, İstanbul gibi, bir dünya metropolü olmanın ötesinde yüz yıllardır her kesimden insanın yaşama imkânı bulduğu, umut bağladığı örnek ve öncü bir şehrin, hayli kısa bir tarihsel dilimde içine düştüğü içler acısı durumu yukarıdaki yapsatçıdan daha güzel kimse ifade edemezdi herhâlde. Zira buna göre, bunca zamandır İstanbul’un sosyo-ekonomik yapısına göre konut üretilmemiş/dönüştürülmemiş/yenilenmemiş; en son İstanbul’un tarım arazilerinden medet beklenerek, hiçbir kentsel odağın olmadığı bölgelerden elde edilecek 1150 tl’lik kâra dahi benim mütaahhidim muhtaç(!) hale getirilmiştir. Dönüşümün, barınma imkanlarını revize eden ve sosyal yapıyı dikkate almak zorunda olan bir operasyon olduğu ve İstanbul’un tarihi geçmişi ile uyumlu geliştirilerek bir spekülasyon aracı olarak düşünüldüğünde ancak bir tehdit olabileceğini anlamak için inşallah geç kalmayız. Ya da vaz geçeriz bir şehirde yaşamaktan olur biter.

[1] http://www.hurriyet.com.tr/muteahhitler-catalca-ve-hadimkoydeki-tarlalarin-imara-acilmasini-onerdi-40065063

Leave a Comment