Entelektüel Bir Çaba Ürünü; Hikmet Evi

‘‘Beytülhikme, ortaçağın adeta bir “ilimler akademisi” olarak faaliyet gösteren kurumu olarak bilinmektedir. Bu hiç şüphesiz ortaya koyduğu ürünler ile gönül rahatlığıyla söylenebilecek bir kavramdır. Bugün bu kurum gibi faaliyet gösteren bir kurum görmek çok zordur. Zira burada sadece ilim için bir araya gelmiş insanlar bulunmaktaydı. Böyle bir kuruma ne kadar ihtiyacımız olduğunu söylemeye gerek bile yok.’’

Bir ev düşünün. Tabii, bugünkü anlamda bir ev değil. Bu ev, modern anlamdaki tabiri ile söylersek bir enstitü. Ortaçağ İslam ilim ve kültür tarihinde, tercüme ve yüksek seviyedeki ilmi araştırmaların yapıldığı merkezlere verilen bir isim vardır. Bunun adı “Beytülhikme”dir. Türkçesi ile söylersek “Hikmet Evi” olacaktır. Nedir bu Hikmet Evi? Neden böyle bir eve/enstitüye ihtiyaç duyulmuştur? İslam din olarak geldikten sonra kısa sürede bir devlete sahip olmuştur. “İslam Devleti” olarak hızlı bir yayılma sürecine girmiştir. Hicaz bölgesinde doğan İslam, hızlı yayılmasının sonucu olarak “post-Hicaz” dönemine geçmiştir. Ne demektir “post-Hicaz”?

İslam çöl bölgesinde, kadim medeniyetlerden uzak bir konumda bulunan Hicaz bölgesine gelmiştir. Bu sebeple İslam; Mezopotamya, Mısır, Yunan, Hint gibi kadim medeniyetler ve düşüncelerle karşılaşmadan önce kendi düşünce birikimini oluşturmaya başlamıştır. Fakat İslam Hicaz’dan çıktıktan sonra fetihler ile ‘yeni’ bölgeler ile karşılaşmıştır. Bahsi geçen medeniyetler ile karşılaşması ise İslam’ın yeni düşünceler ile karşılaşması demektir. Kendi düşünce birikimini oluşturmakta olan İslam için bu durum olumsuz olarak değerlendirilebilir. Bir düşünce sistemi inşa etmiş ve bunun üzerinden ürün verme sürecinde olan her düşünce sistemi/medeniyet için olumsuz sonuçlar doğurabilecek olan bu durum, şüphesiz İslam düşünce geleneği içerisinde de sorunlara neden olmuştur. “İslam felsefesi” ile İslam’a “Yunan usulü düşünme” sistemi gelmiş ve İslami ilkeler ile zaman zaman çatışmıştır.

‘‘Kelam’’ ile isimlendirdiğimiz alan ise gerek İslam’ın kendi iç eleştirilerine gerek “Yunan felsefesi” kaynaklı eleştirilere cevap vermek zorunda kalmıştır. Tabi ki kelam ilmi sadece eleştirilere cevap veren bir ilim olarak kalmamış, kendi problemlerini de zamanla geliştiren kelam ilmi belirlediği problemler üzerine yoğunlaşmıştır. Esas konumuz olmadığı için bu konuya ayrıntılı değinemiyoruz.

İslam düşüncesi birikimi artık oluşmaya başlamıştır. Bu sayede İslam artık, hem kendi oluşturduğu ilimleri hem de ‘dışarıdan gelen’ diye tabir edebileceğimiz ilimleri sistemli olarak kullanmaya başlamıştır. İslam dini içerisinde, her ne kadar dini ilimler geliştirilse de bu ilimleri destekleyecek teorik ilimlere ihtiyaç duyulmuştur. ‘Dışarıdan gelen’ ilimler diye tabir edilen bu ilimler matematik, geometri, tıp gibi teorik ve uygulamalı ilimlerdir.

Dini ilimlerin artık bir sisteme oturması ile “insanlığın ortak ürünü” olarak kabul edebileceğimiz teorik ilimlerin de kullanılması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Pekâlâ, bu nasıl mümkün olacaktı? Öncelikle teorik ilimlerin o güne kadar olan birikimleri bir merkezden sistemli şekilde İslam medeniyetine kazandırılmalıydı. Bırakılan eserler ile o güne ulaşan, kadim medeniyetlerdeki tüm teorik birikim, çeviri faaliyetleriyle İslam literatürüne geçmiş, daha da geliştirilmiş bir şekilde tekrar ortaya konulmuş ve yeniden “insanlığın ortak ürünü” olabilmiştir. Bu süreçte kadim şehirlerde bulunan kitapların toplanması ve çevirilmesiyle bu birikim en zengin hale getirilmiştir.

Hiç şüphesiz bu ihtiyaç ve merak kısa süre içinde olmamıştır. Abbasiler döneminde kurulan Beytülhikme’den önce Emevî prenslerinden Halid b. Yezid b. Muaviye (ö.85/704) birçok teşebbüste bulunmuştur. Halid tıp, astronomi, kimya gibi birçok ilimle ilgilenmiş ve pek çok eseri tercüme ettirmiştir. Bu girişim ile devlet destekli ilk çeviriler başlamış, Aristoteles’ten Hint kitaplarına kadar kadim medeniyetlerin bilgi birikimleri çevirilmeye ve İslam literatürüne kazandırılmaya başlanmıştır.

Beytülhikme tam da yukarıda bahsi geçen ortam sonucunda ortaya çıkmıştır. İlk defa kim tarafından ve ne zaman kurulduğu tartışma konusudur. Kaynakların çoğunda Abbasi halifelerinden Me’mun tarafından 830’da Bağdat’ta kurulduğu zikrediliyorsa da bunun düşünce ve teşebbüs olarak Mansur dönemine (754-775) kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Beytülhikme artık “devlet destekli sistematik” bir ilmi çalışma merkezi olmuştur. Devrin önemli isimleri burada çeviri faaliyetlerinin yanında birçok eser de kaleme almıştır. Beytülhikme’nin müdürü Selm ile İbnü’l-Bıtrîk, Haccâc b. Matar ve Yuhannâ b. Mâseveyh’ten oluşan bir heyet Bizans’a gönderilir ve oradaki kütüphanelerden kitaplar toplanır. Kitap artık çok önemli bir entelektüel faaliyet olmuştur. Bu sebeple zengin aileler kütüphane kurmak için büyük paralar harcamışlardır.

Beytülhikme’de yapılan çeviriler için de yüksek ücretler ödenmektedir. Rivayete göre Halife Me’mûn sadece Grakçe’den yaptırdığı tercümeler için 300.000 dinar vermiştir. Yine Dimitri Gutas’ın verdiği rakamlara göre;  Benu Musa “tam gün çevirmenlik” yapanlara ayda 500 dinar ödendiğini söylemektedir. Bu rakam ise günümüze şöyle çevrilebilir; o zamanlar bir dinar hemen hemen 4,25 gram saf altın değerindeydi. Yani aylık ücret 2125 gram veya ons altın demekti. Bugünün fiyatlarıyla (ons başına 320 $) 24.000 Amerikan doları aylık maaş verilmekteydi.

Beytülhikme, ortaçağın adeta bir “ilimler akademisi” olarak faaliyet gösteren kurumu olarak bilinmektedir. Bu hiç şüphesiz ortaya koyduğu ürünler ile gönül rahatlığıyla söylenebilecek bir kavramdır. Bugün bu kurum gibi faaliyet gösteren bir kurum görmek çok zordur. Zira burada sadece ilim için bir araya gelmiş insanlar bulunmaktaydı. Böyle bir kuruma ne kadar ihtiyacımız olduğunu söylemeye gerek bile yok.

Beytülhikme’nin tarihteki önemine dair ayrıntılı bilgi sahibi olmak isterseniz şu kaynaklara bakabilirsiniz;

Dimitri Gutas, Yunanca Düşünce Arapça Kültür,  Kitap Yayınevi İstanbul 2015.

Alparslan Açıkgen, İslam Medeniyetinde Bilgi ve Bilim, İsam İstanbul 2006.

Mahmut Kaya, “Beytülhikme”, DİA, XI, 88-90.

Leave a Comment