Gülen Buddha, Ağlayan Kamboçya ve Yitik Bir Tarih Daha
Kamboçya, bir zamanlar Güney Asya’da Khmer medeniyeti ile ihtişamlı günler yaşamış olan ancak 1970’li yıllarda Pol Pot Rejimi’nin Komünizm adına yaptığı büyük katliamlar nedeniyle ölümle yaşam arasında tutunmaya çalışan bir ülke. Khmer medeniyetinin merkezi olan Siem Reap’a uçağımızın inmesi ve kapısının açılması ile zaman tüneline girmiş ve farklı bir zamana geçiş yapmış gibi hissettim. Sanki 1980’lerde çekilen bir film sahnesinde kendimi bulmuşum gibiydi her şey. Bir rikşaya binerek tozlu yollardan geçiyor, sıcak havaya rağmen her tarafı açık ve bir motor bisikletle çekilen rikşamıza vuran rüzgar ile serinliyordum. Etrafta arabalardan çok, eski zamanlara ait bisikletlerle okullarına veya işlerine yetişmeye çalışan insanlar, evlerden çok geniş araziler ve pirinç tarlaları vardı. Acı tarihlerini okuduğum için midir bilmem gülümsemesi ile beni hüzünlendiren insanların ülkesiydi burası. Herkes para kazanmak için uğraşıyor, bir dolar için gözlerinizin içine bakıyor ancak kimse gururunu elden bırakamıyor ve dilenemiyordu. Sakin, yumuşak bakışlı bu insanlarla aynı zamanda, 21. yüzyılda yaşadığıma inanmak çok zordu. Dünya’nın farklı bir yerinde yıkılmış, gururu ile oynanmış ancak hala bir zamanlar Khemer krallığının var olduğunu bilmenin ve onun kalıntılarının gölgesinde yaşamanın gururu ile yaşayan insanlardı Kamboçyalılar.
Pol Pot döneminde okuma yazma bilen veya gözlüklü olduğu için bilme ihtimali olan insanlar başta olmak üzere 7 milyonluk nüfusun neredeyse 2 milyonu ölüm tarlalarında veya okullarda acımasızca işkenceler altında kendi yönetimi tarafından katledilmiş. Bu dönemde ülkedeki diğer din mensupları gibi Müslüman nüfusunda büyük bir kısmı katledilmiş. Henüz 1970’li yıllarda yaşanmış bu acı günler, her evde bir iz bıraktığı için acılar tıpkı Kamboçyalılar gibi sessiz ancak hala yaşıyor. İç savaşı ve soykırım günlerini yaşamış, daha çocukken eline zorla silah verilerek kendi insanını öldürmesi istenen, vücudunda işkence izleri taşıyan kişiler bugün ellili yaşlarda ve maruz kaldıkları işkenceleri bizzat onlardan dinleyebilmeniz mümkün. Bize anlatılanlara göre uzun yıllar bilmenin ve düşünmenin ölüm getirdiği Kamboçya’da halka Budist rahipler sahip çıkmış. Yetimlere onlar bakmış, zulümlere karşı onlar ayaklanmalar başlatmışlar. Bugün orta yaşlı pek çok Kamboçyalı, okul yüzü görmemişse de kendilerine gizlice eğitim veren rahipler sayesinde hayata tutunma şansı elde ettiklerini ifade ediyor. Artık çocukların okullara gidebiliyor olması onlar nezdinde büyük bir dönüşüm kabul ediliyor. Bu sebeple olsa gerek pek çok güney asya ülkesinde olduğu gibi Kamboçya’da Budist rahiplerin yeri, otoritesi ve Budizm’in dini saygınlığı çok yüksek. Ancak bu ülkede saygınlığı son derece yüksek olan bir şey daha var ki o da para. Örneğin genç kızlar evlenmek için zengin eş bekliyorlarmış. Bir kızla evlenmek için başlık parasına benzeyen bir sistem varmış ve rehberimizin bize anlattığına göre aileler çok yüksek miktarda para talep ettikleri için orta gelirli bir kişinin dahi bu parayı temin etmesi imkansızmış. Bu sebeple de ülkede orta yaş ve üstünde pek çok erkek evlenemiyor dolayısıyla da aile kurulamıyormuş. Kadınlar rahat bir hayat yaşayabilme umudu ile Avrupalılarla veya zengin kişilerle evlenmeyi tercih ediyorlarmış. Karşılaştığım pek çok Kamboçyalıdan duyduğum ilk yakınmalarından biri olan bu konu, rehberimizin sözlerini pek çok kez doğruladı. Budizm’in dini yapısı ve Kamboçya’nın kültürel anlayışının evlilik kurumunu kesin kurallarla gerekli görmesi ancak buna rağmen mevcut duruma müdahale edilmemesi, Komunizm döneminde pek çok yara alan Kamboçya’nın aile yapısını yakın gelecekte de sarsmaya devam edeceğini gösteriyor.
Kamboçya demişken bu toprakları Kamboçya yapan Khmer krallığı ve Angkor Wat tapınak şehrinden bahsetmeden olmaz. Güney Asya’ya gidene kadar Khmer isminde bir krallığın ve milletin varlığından haberdar değildim diyebilirim. Biraz Hinduizm çokça Budizm kokan Khmer krallığı, 8. yüzyılda kurulmuş, 12-14.yüzyıllarda ise zirve dönemini yaşamış ve güney Asya’nın büyük bir kesimine hükmeder olmuş. 12. yüzyılda bu ihtişamını Tanrı Vişnu adına bir ormanın ortasına inşa edilen mühendislik, estetik harikası ve hint kozmolojisini yansıtan tapınak şehri Angkor Wat üzerinden sergilemiş. Budizm’in güney Asya’ya yayılması ile birlikte Angkor Wat, Budist düşünceye göre yeniden düzenlenmiş. Ancak 14. yüzyıl sonlarından itibaren Tayland bölgesinden gelen baskı ve saldırılar nedeniyle Angkor Wat, ormanın derinliklerinde bırakılarak bugün Kamboçya’nın başkenti olan Phnom Penh’e geçilmiş. 19. yüzyılda Fransız bir araştırmacı tarafından fark edilen Angkor Wat, yeniden gün yüzüne çıkarılarak restorasyonlara başlanmış. Burayı gezdikçe Khmer’in kendine ait desenleri, mimarisi, oymalarının ne kadar farklı bir estetik barındırdığına şahit oluyorsunuz. Göğe doğru yükselen sivrilikler üzerinde oturtulan estetik anlayışının zarafeti büyülüyor sizi. Angkor Wat’taki tapınaklar arasında beni en çok etkileyen ise gülen Buddha tapınağı oldu. Normalde ciddi yüzü ve belirsiz gülüşü ile bildiğimiz Buddha’ya rağmen bu tapınağın duvarları gülümseyen Buddha yüzleri ile donatılmıştı. Tapınağın beni etkileme sebebi ise ağlayan Kamboçyalılara rağmen, Buddha’yı gülüyor olarak görmekti sanırım.
Büyük bir milli soykırımdan geçen, acıları gözlerinden okunan Kamboçyalılar, gördüğüm güney Asya ülkeleri arasında gülümseyen yüzlerine rağmen gülemeyen bir millet olarak kalacak aklımda…