Hayatım İbret Aynası (Ahmet Muhtar Büyükçınar)
Hayatım İbret Aynası, Ahmet Muhtar Büyükçınar, İzmir; Kaynak Yayınları, 2012, 850 s.
Hatıratların edebî türler içinde müstesna bir yeri olduğunu düşünmüşümdür. Çünkü hatıratlar kurguya değil, doğrudan ‘mücerreb’ olan gerçekliğe temas eder. Ve böylelikle okuyucu hatırat okuyarak, hatıratı bizatihi yaşayanın ve yazanın dünyasında bir yolculuğa da çıkmış olur.
Merhum Ahmet Muhtar Büyükçınar hatıratını bizzat kendisi kaleme almıştır. Akıcı ve nezih bir dille kaleme aldığını vurgulamak gerekir. Bu durumu girişte mütevazı bir şekilde şöyle dile getirmiş: “Yirmi sekiz yıl önce Türkçeye tercümeler yapmaya başladım, 13 yıldır da Türkçe eserler telifine çalışıyorum. Buna rağmen Türkçemin okuyucularıma edebî bir zevk verecek dereceye yükseldiğini zannetmiyorum; ancak samimiyetimin, noksanımı telafi edeceğini umuyorum.” Esasen bu konuda Ahmet Muhtar Büyükçınar’ın tevazudan böyle yaptığını söylemek gerekir. Samimiyeti noktasında ise kesinlikle haklıdır. Zira okuyucu açısından baştan sona bir ‘musahabe’ mesabesindedir eser…
Bir azm, eğer iman dolu bir kalbe girerse,
İnsan da imandaki son sırra ererse,
En azgın ölümler ona zincir vuramazlar,
Volkan gibi coşkun akıyor, durduramazlar!
Takrizi Ali Ulvi Kurucu’nun yazdığını görüyoruz. “İlim ve irfan tarîkinde yoldaşım olan…” diyerek takrize başlamış Ali Ulvi Kurucu. Hatıratı bitirince dönüp bir daha takrizi ve bilhassa takrizin girişindeki dörtlüğü okumak gerekir diye düşünüyorum, zira dörtlük Ahmet Muhtar Büyükçınar’ı gayet iyi bir şekilde özetlemiş. Zaten, bu iki şahsiyet birbirlerinin çağdaşıdır. Bu açıdan mezkur iki hatıratı okurken yer yer genel bir mukayeseye tabi tutmak yerinde olacaktır.
Hayatını 4 başlık altında incelemiş Ahmet Muhtar Büyükçınar Hoca…
Bunlardan ilki çocukluk yıllarım dediği yıllardır. Çok zor bir çocukluk dönemi geçirir Ahmet Muhtar Büyükçınar. Annesini doğumundan kısa bir süre sonra kaybeder. Babasından ve üvey annesinden küçük yaşlarda çok fena muameleler görür ve bu sırada dedesinin himayesine sığınır.
Zor bir çocukluk dönemi geçirir zira babasından kötü muameleler görmüştür. Temel dini eğitimi de bu senelerde görür. Küçük yaşlarda yöredeki önemli geçim kaynaklarından olan dokumacılığı öğrenir. Çocukluk ve gençlik devirlerinde zorlu hayat koşulları ona pek çok meslek öğretecektir: sığırtmacılık, dokumacılık, bağ bekçiliği, çerçilik, kebabçılık, aşçılık, baklavacılık, deniz hamallığı, ırgatlık… Zorlu hayat koşullarında bu edindiği meslekler kendisine bir ömür yardımcı olacak ve her zaman hayırla anacaktır. Dayısının menfi telkinleri ve cebri ile rakı imalatı ve esrar satıcılığı dahi yapmıştır çocukluk döneminde.
Bir tespit olarak, Ahmet Muhtar Hoca’nın büyüdüğü muhit ve ailesi, Ali Ulvi Kurucu’nun aksine daha çok halkın ‘ümmi’ kesimini teşkil ettiği söylenebilir. Dolayısıyla çocukluk devrinde yeni bir devletin teşekkülü söz konusu olduğu için; bu teşekkül eden yeni devlete alim çevrelerin bakışından ziyade, Ahmet Muhtar Büyükçınar’ın ve çevresinin -yani halkın- bakışının nasıl olduğuna dair satır aralarından güzel tespitler çıkarılabilir. Bu yönüyle iki isim arasında bir mukayeseye gidilebileceği kanaatindeyim. Zira doğumları itibariyle aynı, aileler ve büyüdükleri çevre bakımından farklılıklar göze çarpar ki bu durum bizim için güzel bir imkanı husule getirir. Ali Ulvi Kurucu’nun, çocukluk devresindeki olayları, alim ve abîd büyüklerinin bakışını sunduğu hatıratı karıştıranlarca malumdur.
İlim ile irtibat kuruduğu asıl dönem olarak gençlik yıllarını görürüz. Zira Ahmet Muhtar Büyükçınar’ın çocukluğu tamamen ‘maişet’ derdiyle geçer ve çocukluğundaki tek tahsili Kur’an- Kerim üzerine olur. On yedi yaşına geldiğinde; ‘ana yadigarı’ Kur’an-ı Kerim’i duvarda asılı görür ve bir takım düşüncelere dalar. Kur’an’a olan aşkı ve dolayısıyla ilim aşkı böylece başlamış olur.
Yöredeki hocalardan Kur’an-ı Kerim ve Arapça tahsili için talepte bulunduğu vakit hep şaşkınlıkla karşılaşacaktır. Ortalıkta ne öğrenci vardır ne de hoca. Zira o dönem, devletin ‘dini’ olana baskı ve şiddet ile hayat alanı tanımadığı bir dönem olarak karşımıza çıkar. Bölgenin en büyük âlimlerinden olan Dersiam Hafız Abdullah Efendi’nin, Ahmet Muhtar Büyükçınar’ın Arapça tahsil talebine mukabil verdiği cevap ise durumun müşkülatını özetler mahiyettedir. Şöyle diyor Hafız Abdullah Efendi: “Çocuk sen şaşırdın mı? Arapça tarihe gömüleli on beş sene oldu. Bugüne kadar biri gelip de Arapça okuyacağım demedi. Sen nereden çıktın? Arapçanın ne denli zor olduğunu, başlangıcı olup sonu olmadığını bilmiyor musun? Ömrünü verip okusan bile ne yapacaksın, okuduğunu nerede uygulayacaksın? Biz ömrümüzün çoğunu vererek okuduk; ama neye yaradı? Beyhude yere ömrümüzü çürüttük. Güya okuduk, âlim olduk, müderris olduk, dersiam olduk, neye yaradı? Yasaklar zinciri ile elimizi kolumuzu bağladılar. Dilimizi bağladılar, okuduklarımızı cemaatimize söyleyemez olduk…”.
Ahmet Muhtar Büyükçınar ilim talebeliğinin ve tedrisin büyük zorluklar içinde yapıldığı dönemde hiç bir zaman yılmamıştır. İlim uğruna yılmadan her kapıyı çalmakla, hoca aramakla iktifa etmemiştir. Aynı zamanda, öğretimi sürerken meccanen ders halkaları kurarak aldığı ilmin de hakkını vermiştir. Hatta bu noktadaki azmini “aynı anda hafızlık yapıyor, ileri derecede Arapça tahsili alıyordum. Yüze yakın talebem vardı ve geri kalan vakitte çalışıyordum ” diye anmaktadır.
Ülkemizde ilim talep etmenin zorluğunun yanında arzu ettiği seviyede bir eğitim görememesi Ahmet Muhtar Büyükçınar’ı hicret etmeye yöneltmiştir. İlk olarak Suriye’ye gitmiştir. Şam ve Halep’te eğitim görmüştür. Suriye’deki siyasi durum ve alim çevreler hakkında pek çok tanıklık hatıratta mevcuttur.
Daha sonraki süreçte Kahire’ye, el-Ezher Üniversitesi’ne girecektir. Kahire’de iken Ezher’deki eğitiminden ziyade pek çok âlimden de dersler almıştır. Şeyhü’l-İslam Mustafa Sabri, Zahid’ül Kevseri, Yozgatlı İhsan Efendilerden istifade etmiştir. Bu Osmanlı bakiyyesi âlimlere ve onların ilmi dirayetlerine dair şahitliklerini de paylaşmaktadır. Ezher yıllarında Mısır’daki İslami uyanış hareketlerini de takip etme fırsatı bulmuştur. İhvan hareketi, Nasır ihtilâli ve İngiliz bombardımanı sırasında, Kahire’de bulunmuştur. Bu tanıklıklar da hatıratta tafsilatlı bir şekilde anlatılmaktadır.
Ezher’deki tahsilini tamamladıktan sonra -Ezher’de ya da sair Arap ülkelerinde hocalık yapabilecekken tüm teklifleri reddederek- İslamiyetin uzun yıllar boyunca ‘öz vatanında garip, öz vatanında parya’ muamelesi gördüğü anayurdu Türkiye’ye kesin dönüş yapmıştır. Ve hizmetlerine -ilk hocasına söz verdiği üzere- meccanen devam etmiştir. Maişetini hocalık yaparak hiçbir zaman kazanmamıştır. Hocalık yaparken aynı zamanda hep çocukluk döneminde öğrendiği işlerle meşgul olarak geçimini sağlamıştır. İsteyen herkese, mümkün olan her yerde dersler vermiştir. İmam hatip ve ilahiyat fakültesi talebelerine Arapça ve İslami ilimler dersleri vermiş ve onlar için yaz kampları tertiplemiştir.
Ahmet Muhtar Büyükçınar zorluklar karşısındaki azmi, kararlılığı ve ilkeli duruşu ile ilim talebelerine pek çok şey söyler. Hatıratın isminin ‘Hayatım İbret Aynası’ olması çok isabetlidir. Zira biz gençler için Hoca’nın hayatında epey ibret mevcut.
‘Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder
Halk eder esbâbını bir lâhzada ihsan eder’
beytinin bir tecelligâhının da Ahmet Muhtar Büyükçınar’ın hayatı olduğunu söylemek her halde muvafık olacaktır. Allah ondan razı olsun.