İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz – İsmail Kara
İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz Şerh ve Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not, İsmail Kara, Dergah Yayınları, İstanbul, 2013, 214 s.
Asırlar öncesinden bize miras kalmış en önemli hazine ilimdir. Doğduğu andan itibaren, tarihi bir birikim ve tecrübe ile aktarılır biz yeni nesillere. Tartışmaları, açıklamaları, çözülmüş veya çözülmemiş sorunları ile çalar kapımızı, biraz daha büyütelim, biraz daha geliştirelim ve biz de birincil hazine olarak sonraki nesillere aktaralım diye kendisini… ‘İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz’ adlı eser ilmin bu yolculuğunu ve hassaten bu yolculuk ile birlikte şerh ediliş ve aktarılış macerasını bizlere sunmakta, asırlar öncesindeki fikirlerin ne zorluk ve fedakarlıklarla bizlere aktarıldığını göstermektedir.
Prof. Dr. İsmail Kara tarafından ele alınan eser, şerh ve haşiye geleneğine dair bir tür araştırmadır. Mukaddime, iki bölüm ve bir sonuçdan oluşan eserin sonunda sekiz farklı metinden şerh örnekleri bulunmaktadır. Bu ekler şerhin nasıl yapılması gerektiği hususunda okuyucuyu aydınlatıcı niteliktedir. Eserin açıklayıcı yönü ağır basmakla beraber zaman zaman geçmişe ve günümüze eleştiriler getirilmekte, şerh başlığı altında yapılan yanlışlıklar tenkit edilmektedir. Yazarın eser içinde kullandığı klasik metin görselleri ise zamanın şerh ve haşiye usulünü anlamak bakımından okuyucuya yardımcı olmaktadır. Bu görsellerin özel arşivlerden alınmış olması da okuyucuyu etkilemektedir zira pek çok kimse bu eserleri görebilme imkanına sahip değildir.
Eserin birinci bölümü tarihten günümüze şerh ve haşiye geleneğini bizlere aktarmaktadır. Yazar bu bölümde ilk şerhlerin Ashab-ı Kiram zamanında Hz. Peygamber tarafından yapıldığını, Kur’an-ı Kerim’in müphem ve müteşabih ayetlerinin açıklandığını, akabinde hadis şerhlerinin yapılmaya başlandığını belirtmektedir. Ayrıca şerh ve haşiye yapılırken asıl metnin asla ihmal edilmemesi gerektiğine vurgu yapmaktadır. Yazara göre metin üzerinde yapılan her türlü düzeltmeler, açıklamalar, tenkit ve itirazlar şerh niteliği taşımaktadır zira önceki asırlarda klasik metinlere talebeler tarafından alınan notlar ileriki asırlarda açıklama ve şerh olarak kabul görmüştür.
İlk bölümde yazarın değindiği bir başka husus ise medrese geleneği ve hoca talebe ilişkisidir. Yazar öncelikle medrese geleneğinden bahsetmekte ve medreselerde tedris yapılırken öncelikli olarak metnin, sonra şerhin daha sonra da haşiyenin talebelere okutulduğunu bildirmektedir. İzlenen bu metod talebeye hem ana metne bağlı kalma imkanı sağlamakta hem de şerh ve haşiye takviyesi ile ana metnin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır. Ayrıca bu bölümde şerh yapılırken dile dair açıklamaların ne denli önemli olduğuna vurgu yapılmakta, Arap dil mirasının şerh ve haşiye kültüründeki önemine atıflarda bulunulmaktadır. Hoca talebe ilişkisine bakıldığında ise ilk etapta hoca ile talebenin asla eşit olamayacağı fikri göze çarpmaktadır çünkü ilim tedrisinde bir taraf verici diğer taraf ise alıcı olmalıdır. Yazara göre öyle olmasaydı ilim yukarıdan aşağıya doğru akmaz, Allah-u Teala’dan peygamberlere, peygamberlerden insanlığa aktarılmazdı. Klasik medrese geleneğinde hoca talebe ilişkisinde önemli bir diğer husus ‘icazet’ usulü olup, bu hocanın talebesine ders okutabilme salahiyeti vermesidir. İcazet ile talebeye taşıyıcılık vasfı yüklenmiş olmakta ve talebe artık kendi üslubunu aramaya ilk adımı atmış bulunmaktadır. İcazetten sonra ise ilmin ileriki nesillere nasıl ve hangi dil ile aktaracağı hususu gelmektedir ki bu görev icazetli talebeye inşa sorumluluğunu yüklemektedir.
Eserin ikinci bölümü daha çok tenkit ve tartışmalarla örneklendirilmiş olup bu bölümde onikinci asır sonrası şerh ve haşiye geleneğinin ihmaline değinilmektedir. Ayrıca kelam, fıkıh ve hadis ilimlerinin yavaşladığı, duraksadığı ve yeniliğe kapalı bir hal aldığına vurgu yapılmaktadır. Bu bölümde tenkit edilen ilk husus ilim konularının ve buna bağlı olarak şerhlerin kendini tekrar ve taklitten öteye gidememesidir. Yazar burada ilk olarak kelam ilmini ele almış ve kelam ilmine yapılan eleştirileri aktarmıştır. Bu eleştirilerden biri Osmanlı ulemasının kelama gözle görülür bir katkıda bulunmadığıdır. Farklı araştırmacılardan bu konudaki görüşleri alıntılanmıştır. Bunlara göre; kelamın eski konularının tartışılıp aynı konularda şerhler yazıldığı ve kelami konuların tekerrürden ileriye gidemediği iddiaları mevcuttur. İkinci olarak fıkıh ilmi yazar tarafından ele alınmakta, fıkhın duraklama devrine girerek hukuki hayata çözüm bulamadığı noktasında eleştiriler ele alınmaktadır. Üçüncü olarak ise böylesi bir tenkit hadis ilmine getirilmekte, hadis konusunda yapılan çalışmaların da hiçbir yeniliğe izin vermediği vurgusu yapılmaktadır. Yazar bu tenkitlere çözümü ‘tenevvü’ de bulmakta çeşitlilik ile ilimde ve sanatta taklitçilikten kurtulabileceğimizi bizlere bildirmektedir. İkinci bölümdeki bir diğer tenkit ise medrese geleneğine getirilmekte olup yazar medrese eğitiminin faydalı ve kolay hale getirilerek medrese geleneğindeki problemlerin çözülebileceğini dile getirmektedir. Diğer bir tenkit konusu ise felsefe ile İslam Dünyası’nın ilişkisidir. İslam Dünyası’nda felsefe ihmal edilen ve tercüme eserlerle sınırlandırılan bir ilim olarak kabul görmektedir. Yazarın çeşitli kaynaklardan sunduğu deliller ve alıntılarda İslam filozofları ile Hıristiyan filozofları mukayese edilmekte, filozoflar bir yana İslam dininin diğer dinlerin bir taklidi olduğu, özgün olmadığı iddia edilmektedir. Yazara göre İslam felsefesinin ve İslam’ın özgün olmadığı fikri medreselerin kendi kabuğuna çekilmesi ve ufuklarının daralması ile alakalıdır.
Yazar ‘Sonuç Yerine’ başlığını uygun bulduğu üçüncü bölümde, “ilim, bilgi, kültür ve irfanın ancak bir miras ve zemin üzerinde inşa edilebileceğini, ancak bu yolla anlam kazanabileceğini ve nihayet başarısızlıkların, sıkıntıların, zaafların, bu kanal mutlaka işler tutularak üstesinden gelinebileceğini derinden hisseden ve bunun icaplarını yapan bir zihniyetin kökleriyle ilgisi” olduğunu ifade etmektedir.
‘İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz’ bizlere şerh ve haşiye kültürü hakkında tarihsel ve içeriksel olarak net bilgiler veren, bu kültüre uzak olan yeni nesil için oldukça öğretici nitelik taşıyan bir eserdir. Üslup, içerik, şekil ve zenginleştirilmiş metin arşivi gibi olumlu özelliklerinin yanında bazı okuyucuları zorlayabilecek tek husus cümlelerin biraz uzunca kurulmuş olmasıdır fakat eserin muhtevasını kavramaya pek de engel teşkil edecek bir durum söz konusu değildir.
Son bir değerlendirme yapacak olursak eser genel itibari ile şerh ve haşiye kültürüne başlangıçtan günümüze kadar ışık tutmaya çalışmakta ve bu hususta yaşanan dönemsel problemlere ve yinelemelere temaslarda bulunmaktadır. Gelenekten uzaklaşan ilim nesline bu geleneği hatırlatır nitelikte bir eser olmakla birlikte yazar ilim yolunda izlenmesi gereken yol hakkında da ufak hatırlatmalar yapmaktadır. Yazarın yaşanılan problemlere sunduğu çözümler ise günümüz için de geçerliliğini korumakta, “kökleri mazide bir âti” için biz ilim talebelerine yol haritası çizmektedir.