İnsan Hakikatin İçinde Gizlidir

Yazar: Zehra Kumru

Toplum kavramının tüm muhtevasıyla idrak edilebilmesi için ilk olarak insanı anlamak ve insanın ne olduğunu bilmek gerekir. İnsanın ne olduğu ise yüzyıllardan beri farklı tanımlamalara ve açıklamalara maruz kalmıştır. Çünkü her nesnenin hatta hayatımızda yer alan her varlığın nasıl bir mana ihtiva ettiği kişiden kişiye değişmektedir. Aldığımız her nefes bile birbirinden farklı iken bir başkasının tanımlamasının diğer bir kişiyle aynı olacağı düşünülemez. Ama birbirinden farklı tanımlamaların olması ortaya ortak bir tanım çıkamayacağı anlamına da gelmez. Ortak tanımlamaların olması, ortak düşüncelerin ve ortak değerlerin olması demektir. İnsanları bir arada tutan ve onları toplum haline getiren de bu ortak değerlerdir. O halde insan nedir?

Belki de çoğu Müslüman bu sorunun cevabını bulabilmek için ilk olarak Kur’an’a bakacaktır. Hâlbuki Kur’an’ı Kerim’de insanın yaratılış biçimi ve karakteri hakkında bilgi verilmişken insanın ne olduğu konusunda herhangi bir bilgi verilmemiştir.[1] Bu yalnızca İslam dini için geçerli değildir, diğer semâvi dinler[2] için de geçerlidir. Buradan da insan kavramının tıpkı insanın kendisi gibi özel olduğu görülmektedir. İnsan kavramının özel olduğu gibi ayrı ayrı her insanın özel olma niteliği vardır. Hiçbir insan diğeriyle aynı özelliklere sahip değildir. Benzer nitelikler taşısa da tamamen bir aynılık söz konusu olamaz. İnsanlar arası bu farklılık sadece görünüş olarak değil düşünsel anlamda da kendisini gösterir.  Nitekim Dünya’da olan 7.44 milyarı aşkın insandan yalnızca birine göre insan; konuşan, dolaşım-sindirim sistemi olan, kemik, kan ve deriden oluşan bir varlık olduğu gibi aynı zamanda hisseden bir varlıktır da. Aslında her insan hissettiği kadar vardır, çünkü insanın hisleri diğer yaptığı bütün eylemlerin sebebidir. İnsan hissetmeden ne konuşabilir ne de karar verebilir. Organlarımız bile hislerimize göre çalışma faaliyetlerine yön vermektedirler. İnsanlar verdikleri kararlarda hislerinden sıyrıldıklarını düşünseler bile buna ihtimal yoktur, çünkü hissizlik de bir nevi histir aslında. İnsanların birbirinden farklı düşünmelerinin sebebi de farklı hissetmeleridir. Daha önceden de bahsedildiği gibi insanları bir arada tutup onları toplum yapan o akıl almaz kuvvet de insanların ortak hisleridir. Hisler tahmin edilemeyeceği kadar önemlidir, bunun ne derece mühim olduğunu şu şekilde arz edebiliriz; her insan konuşamaz, göremez veya duyamaz yani fiziksel olarak iki veya birden fazla insanın anlaşmasına engel olan bir durum olabilir ama buna rağmen o insanların anlaşabildikleri görülmektedir. İşte bunu sağlayan o insanların hisleridir.

Toplumda birileri tarafından yanlış görülen olaylar veya durumlar olabilir. Bu yanlış görülen veya düşünülen şeyler sadece olaylar değil, toplumların bir arada yaşamalarını sağlayan devletler, kurum veya vakıflar da olabilir. Önemli olan bu yanlışın kime ve neye göre olduğudur. Çoğu toplumun ortak bir kararla genel iyi dediğini doğru olarak kabul edip ona göre başka insanları, toplumları veya kurumları yargılayamayız. Çünkü söylendiği gibi bunlar ortak düşünce ve hislerdir. Her ortak olan düşünce ve fikirlerin doğru olarak kabul edilmemesi gerekir, çünkü her zaman çoğunluğun verdiği kararlar doğru olmayabilir. Bizim doğru olarak kabul ettiklerimiz ise İslam çerçevesinde olmalıdır. Bu düşünce ilk olarak genel ve bencil bir düşünce olarak gelse de İslam dinine yakından bakıldığında insanın konumu görülecektir. Nitekim İslam, toplumun düzeni ve refahı için her zaman kişiyi temel alır, ibadete olduğu kadar muamelata da önem verir. Hakikat olan iyi, bireyin kendisine olduğu gibi başkalarına da sağlayacağı faydalardır. Yani insanın zâtı için iyi olan ve fayda veren eylemleri bir başkası için de istiyor olabilmesi iyi; zâtı ve kendisi için zararlı olan her türlü davranış, söz ve fiilleri bir başkasına istiyor olabilmesi de kötüdür. Nitekim bununla ilgili “لا يؤمن أحدكم حتى يحب لأخيه ما يحب لنفسه” “İnsan kendisi için istemediğini başkası için de istemedikçe iman etmiş olmaz”[3] hadisinde İslam dininde asıl olan iyinin ne derece mühim olduğu görülmektedir.

Anlaşılacağı üzere hakikat olan iyi, tam da İslam’da insan için iyi olandır. Yukarıda da bahsedildiği gibi asıl olan iyilik başkaları için iyi olanı istemekle başlar. Bunun yapılmasıyla beraber enaniyetin geri plana çekildiği görülecektir. İnsanın enaniyet gibi bir özelliğini geri çekebiliyor olması şüphesiz ki diğer iyi olmayanları da çekeceğine işarettir. İşte burada da asıl olan iyi ortaya çıkmaktadır.


[1] er-Rûm, 54

  en-Nisâ, 28

  el-Meâric, 19-21

  el-Enbiyâ, 37

  el-Ahzâb, 72

[2] İncil; Tek.2:7

Tek.1:26

Tek.2:18.21-22

Tevrat; Tekvin 2.18

Tekvin 1.26

[3] Buhârî, İmân 7; Müslim, İmân 71, 72; Tirmizî, Kıyâme 59; Nesâî, İmân, 19, 33.

Leave a Comment