İran’da Devrim ve Sonrası: Teokratik Cumhuriyetin Dış Politikası
Yazan: Zehranur BAYRAKTAR
İran’ın dış politika stratejilerine dair bir çerçeve oluşturulurken elbette 1979 İran İslam Devrimi’nin yarattığı atmosfer ele alınır, bu minvalde devrim sonrası yapısal birçok aktörün dönüşüm içerisine girdiğini kabul etmek gerekir. Öyle ki devrim sonrası İran’da; aktörler, ilkeler, iç siyasetteki denge ve hizipler hatta uluslararası sistemin tümünü etkileyebilecek ittifak ve itilaf dengelerindeki dönüşüm, devrim sonrası oluşan yönetim sistemine bakıldığında hem teokratik ögeler içeren bir ‘İslami’ kimlikten hem de seçim sitemlerindeki değişimlerle bir ‘cumhuriyet’ kimliğinden müteşekkil İran İslam Cumhuriyeti’nin varlığını oluşturmaktadır.
Amerikalı ünlü sosyolog Theda Skocpol; Fransız, Rus ve Çin devrimlerini analiz ettiği tezinde devrimlerin tipik özelliklerinden bahsederek kırsal kesimlerin devrimlerde aktif rol oynadığını, devlet egemenleri arasında paralellikler bulunduğunu ve devrimlerin dış müdahale olmadan gerçekleştiğini öne sürmüştür. Devleti sosyal devrimlerin merkezine yerleştiren Skocpol, yeni rejimin, gücünü geleneksel ekonomik örgütlenme biçimlerini sürdürmekten alan eski bir rejimin varlığının altını çizer. Ancak 1979’daki İran Devrimi, bu tezleri çürütmüştür. Çünkü İran İslam Devrimi, Amerika destekli dış müdahaleyle gerçekleşmiş ve büyük ölçüde kentte yaşayan insanların kitlesel katılımıyla ortaya çıkan ideolojik bir devrim olarak literatüre geçmiştir.
Devrime giden süreçte, Ayetullah Humeyni’nin elini güçlendiren ve toplumun çeperinde kalan kesimlerinin de desteğini kazanmasını sağlayan şey, Şah’ın ‘Beyaz Devrim’ olarak adlandırdığı reform programıydı. Bu reformlar, 1917 Bolşevik Devrimi’nin etkisiyle toprak ve köylü halk üzerinde modernleşme amaçlı yeni kararlar içeriyordu. Ancak Humeyni’ye göre bu devrimde beyaz olan tek şey, ‘Beyaz Saray’ tahakkümü aracılığıyla Amerika’ya, yani emperyalizme bir boyun eğişti.
İran İslam Devrimiyle, Şah monarşisi yıkılmış ve yerine yeni anayasayla teokratik bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştur. Karizmatik bir lider olarak tarih sahnesine çıkan Ayetullah Humeyni, Pehlevi hanedanlığına son vererek, halkın kendi kaderini kendi tayin etme hakkı üzerinden bir söylem yaratmış ve bu söylem geniş tabanlı bir halk kitlesi üzerinden eyleme dönüşerek, hedeflenen sonuca ulaşılmıştır.
Pehlevi Hanedanı: İran’da 1925’ten 1979’a kadar hüküm süren son hanedandır. Bu hanedanın kurucusu Rıza Şah Pehlevi, 1921’de bir darbe ile iktidara gelmiş, ardından 1925’te Kaçar Hanedanı’nı devirerek kendisini şah ilan etmiştir. 1941’de, II. Dünya Savaşı sırasında İran’a giren Müttefikler, Rıza Şah’ı tahtı bırakmaya zorlayarak oğlu Muhammed Rıza Pehlevi’nin tahta geçmesini sağladı. Muhammed Rıza Şah, babasının modernleşme politikalarını sürdürse de bu süreçte Batı ile yakın ilişkiler kurması ve siyasi baskı uygulamaları halkın tepkisini çekti. Şah’ın politikaları ve istihbarat teşkilatı SAVAK’ın sert müdahaleleri, 1979’daki İran İslam Devrimi’ne zemin hazırladı. İran İslam Devrimi sonrasında Muhammed Rıza Şah ülkeden kaçmak zorunda kaldı ve hanedan sona erdi.
Devrimin başarıya ulaşmasının ardından Ayetullah Humeyni, İran’da İslami esasların ve ideolojik yaklaşımların baskın olduğu yeni bir dış politika söylemi geliştirmiştir. Anayasanın 152. maddesinde İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politika hedefleri dile getirilmiştir: “İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politikası her türlü baskının uygulanmasının ya da baskıya boyun eğilmesinin reddine, her bakımdan ülkenin bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün korunmasına, tüm Müslüman haklarının savunulmasına, hegemonyacı süper güçlere ilişkin olarak bağlantısızlığa, savaş halinde olmayan tüm devletlerle ortak barışçıl ilişkilerin sürdürülmesine dayanır” (İran İslam Cumhuriyeti Anayasası 152. madde).
Bu maddeden de anlaşılacağı üzere İran devlet aklı, dış politikaya dair hamlelerde karar verici mekanizmaları oluşturturken kendini hegomon güçler dışında tanımlamıştır. Zira soğuk savaş döneminde oluşmuş iki kutuplu dünyaya atıfla ‘“ne doğu ne batı sadece İslam Cumhuriyeti” söylemleriyle de dış politikada yalnızlığını ifade ederek, kendisi dışında kalan hegomon güçlere dair örtük bir rekabet içerisinde kendine yeni bir konum tayin etmiştir.
İran dış politikasını ve karar alma mekanizmalarını değerlendirirken uluslararası ölçekte İran’ın konumuna bakmak yerinde bir değerlendirme sunacaktır. Öyle ki, uluslararası ölçekte dış politika analizi yapılırken ve bunu anlamlandırırken devletlerin kullandığı güvenlik ve çıkar maksimizasyonu, çerçevesinde bir karar alma süreci şekillenir. Bununla birlikte devletler nezdinde bu çerçeve daha özelleşir. Örneğin Türkiye ve İran’da ortak olarak lider merkezli bir dış politika ve karar alma süreci işlerken Avrupa Birliği’ne üye olan devletlerde daha çok bürokrasi ve kurumsallaşma karar verme sürecini ve bununla birlikte uluslararası arenada dış politika hamlelerinin niteliğini belirler. Diğer bir örnek olan Amerika Birleşik Devletleri’nde ise durum, Cumhuriyetçi Parti ve Demokratik Parti’nin tekelleştiği partiler merkezli bir dış politika oluşum sürecini içerisinde barındırır.
Elbette bu kategorizasyonda bir mutlaklık aranmaz, dış politika yapım süreçleri oldukça dinamik olduğu için örneğin bürokrasi merkezli hale gelmiş karar alma süreci kimi zaman liderlerin daha ön planda olduğu karar alma politikalarına evrilebilir. İran özelinde, yaklaşık iki bin yıllık bir devlet geleneğinin oluşturduğu bürokratik yapının – her ne kadar bu geleneğin Şah döneminde sekteye uğramış olduğu varsayılsa da – varlığı dış politika kararlarını belirlemede önem arz eder. Bununla birlikte devrim sonrasında Muhammed Rıza Pehlevi rejimine son verip İslam Cumhuriyeti’ni kuran ve devrimden sonraki tüm dinî ve siyasi yetkileri elinde tutan Ayetullah Humeyni (1979-1989) döneminde ise İran’da lider merkezli dış politika tutumları dikkat çekmektedir. Dış politikanın her an değişiklik arz eden potansiyeli ve dinamik yapısı göz önüne alındığında bu, birbirine dönüşme ya da birbirinin yerine ikame edilme, hali yadsınamaz (Karnap & Çağla, 2022).
1979 İran İslam Cumhuriyeti ile sonuçlanmış devrim, İran devlet aklını yeniden üretmiş, bu süreçte çeşitli yapısal değişimler yaşanmıştır. 20. yüzyıl boyunca İran, yabancı devletlerin şiddet ve rejimi devirme girişimlerini içeren saldırılarına maruz kalmıştır. 21. yüzyılda ise İran’ın güvenlik durumu bu tehlikeli halini sürdürmüş ve bu güvensizliğin kısa vadede sona ereceğine dair umutları tüketmiştir. Uluslararası güvenliğin oluşmadığına dair devlet nezdindeki bu algı, dış politikada İran’a kesin bir hat çizmiş ve karar alma mekanizmaları bu hat etrafında şekillenmiştir. Örneğin ABD ile olan ilişkide İran’ın dış politika tavrı oldukça nettir. 1980-1988 yıllarında İran-Irak savaşında ABD’nin Irak’a olan dolaylı desteği İran’da Amerikan karşıtlığını beslemiş ve bu minvalde bir dış politika seyri üretmiştir.
Devrim gerçekleştiğinde Soğuk Savaş ve iki kutuplu dünya düzeni hala etkisini sürdürmekteydi. Bu bağlamda Humeyni dış dünyaya dair yeni bir yaklaşımla iki kutbun dışında bağımsız bir dış politika yürütmeyi amaçladı. Devrim sonrasında ve yeni cumhuriyetin kurulmasının ardından gelen liderler de dış politikada, Humeyni’nin çizgisinden çok farklı olmayan bir yol izlemişlerdir.
İran’ın idari teşkilatlanması incelendiğinde, Pehlevi Hanedanlığının devrilmesiyle birlikte Humeyni’nin “velayet-i fakih” temelli oluşturduğu teokratik rejim ve bu doğrultuda yapılan anayasal değişiklikler dikkat çeker. Velayet-i fakih, İslam dininin Şii mezhebinin felsefi zeminini oluşturan imamet kavramıyla alakalıdır. Bu rejim, yönetimde şer’i hükümleri esas alır ve devrimden önce Şah’a (Kral) ait olan yetkiler, İslam Cumhuriyeti’nde Rehber/Lider (Velayet-i Fakih) makamına devredilmiştir.
İran İslam Cumhuriyeti Anayasası’na göre, yürütme organı Cumhurbaşkanı ve bakanlardan oluşmaktadır. Anayasa, yürütme organı bölümünde Cumhurbaşkanı ile ilgili hükümlere yer vermiştir. Anayasaya göre Cumhurbaşkanı, Rehber’den sonra devletin en yüksek resmi makamıdır. Çünkü devletin zirvesinde Velayet-i Fakih yer almaktadır. Bu da Rehber’in, yürütme organının gerçek anlamda başında olduğunu göstermektedir. Dahası, kuvvetlerin yürütmede birleşmesi otoriter bir sisteme, bir başka deyişle teokratik monarşiye yol açmıştır.
İslam Cumhuriyeti’nde temsili rejimin en önemli unsuru olan parlamentonun ortadan kaldırılmasına gerek duyulmamıştır. Ancak parlamento, tamamen yürütmeye ve onun başında olan Rehber’e bağlıdır. İran İslam Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alan seçimler (parlamento seçimleri, Cumhurbaşkanı seçimi gibi), kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkeleri görünüşte temsili rejimi göstermesine rağmen aslında Rehber’in iktidarını güçlendirerek otoriter sistemi meşrulaştırmaktadır.
İdari yapının en üst düzeyinde yer alan Rehber, İran’ın hem siyasi hem de dini otoritesini temsil eder. İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden itibaren Rehber, devletin ideolojik konumunu belirlemede temel bir rol oynamış ve bu nedenle iç ve dış politikada geniş yetkilere sahip olmuştur. Yeni rejimle birlikte İran’ın ilk Rehberi olarak Büyük Ayetullah Seyyid Ruhullah Humeyni, 1979-1989 yılları arasında görev yapmıştır.
Humeyni’nin ölümünden sonra, aynı dönemde cumhurbaşkanlığı görevini sürdüren (1981-1989) Büyük Ayetullah Seyyid Ali Hamaney, günümüzde hâlâ Rehber olarak görevine devam etmektedir. Rehber’den sonra gelen en önemli makam ülkenin cumhurbaşkanına aittir. Cumhurbaşkanı, halk tarafından dört yıllık bir süre için seçilir ve en fazla iki dönem görev yapabilir. Yürütme organının başı olarak Cumhurbaşkanı, bakanlar kurulunu oluşturur, ülkenin iç ve dış politikasını yürütür ve yasaların uygulanmasından sorumludur. Cumhurbaşkanı’nın yetkileri Rehber kadar geniş değildir ve Rehber’e bağlı olarak çalışır. Ülkede demokratik seçimler ve çok partili bir siyasal hayat olsa da seçilen Cumhurbaşkanı ister muhafazakar ister reformist olsun, Rehber’in etkisini her zaman hisseder. Bu durum ülkede gerçekten demokratik bir rejim olup olmadığı konusunda pek çok tartışmaya yol açmaktadır.
İran İslam Cumhuriyeti’nin bir diğer teşkilat yapısı olan orduda Devrim Muhafızları ya da diğer adıyla İslam Devrimi Muhafızları yer alır. Doğrudan Rehber’e bağlı olan bu ordu, özellikle İran-Irak Savaşı ve Lübnan Savaşı’ndaki varlığıyla kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Genel çerçevede, devrim sonrası rejimin teokratik yönünü güçlendirme çabası içindedirler ve bu doğrultuda gerektiğinde zor kullanarak veya rızaya başvurarak yaptırımlarda bulunabilmektedirler.
İran Devrimi sonrasında, ülkenin siyasal yapısında belirgin bir kutuplaşma meydana gelmiştir. Bu kutuplaşmanın temelini, devrimi destekleyen “muhafazakarlar” ile devrimin hedeflediği değişimleri zamanla reforme etmek isteyen “reformistler” oluşturmaktadır. Cumhurbaşkanlarının seçildikten sonra izledikleri iç ve dış politika hamlelerinin niteliği büyük ölçüde seçildikleri partinin bu iki kanattan hangisinin politikalarını benimsediğine bağlıdır. Ancak bu iki kanat dışında bağımsız adaylar ise daha pragmatik bir yaklaşım sergileyerek duruma göre farklı niteliklerle ön plana çıkabilirler.
İran’ın günümüz yönetici kadrosu incelendiğinde İbrahim Reisi, İran’ın sekizinci cumhurbaşkanı olup muhafazakâr kanatta önemli bir isim olarak yer edinmiştir. 19 Mayıs’ta beklenmedik bir helikopter kazasında hayatını kaybeden Reisi’nin ölümü oldukça şaibeli olmakla beraber hala bir suikast olup olmadığı tartışılmaktadır. Reisi’nin ölümüyle birlikte İran Anayasası gereğince erken seçime gidilmiş ve herhangi bir otorite boşluğu oluşmaması adına yeni cumhurbaşkanının seçimine ilişkin hazırlıklar yapılmıştır.
28 Haziran’da gerçekleşen seçimlerin sonucunda adaylardan hiçbiri %50+1 oy alamadığı için barajı geçememiş ve seçim ikinci tura ertelenmiştir. İlk turda adayların barajı geçememesinin en büyük nedeni, büyük bir kısmını küskün seçmenlerin oluşturduğu düşük katılım olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki birinci tura katılan seçmen nüfusu toplam nüfusun yalnızca %39,96’sını oluşturmaktaydı; bu veri 1979 Devrimi’nden bu yana seçimlerdeki en düşük oran olarak kaydedilmiştir. İran’da seçim sandıklarının üzerinde yazan 1979’da Ayetullah Humeyni’nin meydanlarda dile getirdiği “Ölçüt milletin oyudur” ifadesinin adeta teşekkülü olarak seçim sisteminin meşruiyetine güvenmeyen halk, bir direniş biçimi olarak oy kullanmamış ve bu tavır sandıklara yansımıştır. Özellikle kadın cinayetleri, basın özgürlüğü gibi konularda oldukça büyük sorunlarla sınanan İran halkı, siyasi mekanizmalara karşı da güveni sorgular hale gelmiştir.
Seçimdeki adaylar kısaca incelendiğinde, ikinci tura Mesud Pezeşkiyan ve Said Celili’nin kaldığı görülmektedir. Celili, muhafazakâr çizgide yer alırken Pezeşkiyan, reformist söylemleriyle ön plana çıkan bir aday olmuştur. Seçimlerin ilk turunda Pezeşkiyan %42 oy alırken Celili ise ilk turda %38 oy alarak ikinci tura geçmeyi başaran iki aday olarak karşımıza çıkmaktadır. İkinci tur seçimleri neticesinde ise Pezeşkiyan %53 oyla salt çoğunluğu sağladığı için 2024 seçimlerinde İran İslam Cumhuriyeti’nin dokuzuncu cumhurbaşkanı sıfatıyla görevine başlamıştır.
Mesud Pezeşkiyan’ın ilk seçim adaylığı başvurusu Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından reddedilse de tekrar milletvekili seçilmesiyle meclise girebildi. 2005’ten bu yana İran seçim tarihinde ilk reformist cumhurbaşkanı olması yönüyle de Pezeşkiyan dünya kamuoyunda da öne çıkmaktadır.
Mesud Pezeşkiyan, tıp eğitiminin ardından kalp cerrahisinde uzmanlığıyla askeri alan da dahil olmak üzere önemli sağlık görevlerinde bulunmuştur. Muhammed Hatemi döneminde sağlık bakanı göreviyle kamuoyunda görünür hale gelmiş, sağlık hizmetlerinin özellikle kırsal alanlara yayılması, ilaç temini ve dağıtımı için de önemli adımlar atmıştır (2001-2005).
Seçimin bir diğer adayı olan Celili ise, eski ABD ve İran nükleer antlaşmalarının imzalanmasında baş müzakereci görevinde yer almış, özellikle ABD ile olan ilişkiler oldukça sert tavrıyla ön plana çıkmıştır. Muhafazakarların önemli bir adayı olan Celili özellikle internet sansürünün İran’da uygulanmasına dair söylemleriyle gündeme gelerek uluslararası kamuoyu oluşmasının, İran sınırları içerisinde bir tehdit oluşturduğu gerekçesiyle dikkat çekmektedir.
Mesud Pezeşkiyan, iç politikaya dair ana hatlarıyla; kadınlara daha fazla özgürlük sağlanması, basın özgürlüğü ve internet sansürünün kaldırılması, rantçılık ve yolsuzluklarla mücadele edilmesi, uzman ve işinin ehli kişilerin istihdam edilmesi, toplum eşitliğinin sağlanması (“Yönetime Başka Millete Başka Sofra Açılmamalı” sloganı), devlet ve millet arasında oluşan boşluğun kapatılması gibi konularda seçim vaatlerinde bulunmuştur (Horasanlı, 2024).
Bunun yanında 2022 yılında Mehsa Emini’nin ölümüyle ilgili diğer adaylara nazaran konuyla alakalı açıklamalarda bulunan tek aday olması da seçmeni olumlu anlamda etkilemiştir. Dış politikayla ilgili vaatleri genellikle, diğer ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi, yaptırımların kaldırılması veya minimize edilmesi, İran’ın FATF (Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine Yönelik Mali Eylem Görev Gücü) kara listesinden çıkarılması, nükleer müzakerelerin yeniden canlandırılması, komşu ülkelerle saldırmazlık anlaşmaları imzalanması, çok yönlü politikaların izlenmesi minvalinde oluşmuştur. Bu bağlamda, İran’ın iç siyasi dinamikleri ile dış politikadaki değişkenlikleri yakından takip etmek, bölgesel ve küresel barış için kritik bir öneme sahiptir.
Kaynakça
- Fanid, N. A. (2020). İran’in İdari̇ Teşki̇lat Si̇stemi̇. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Oğuzhan Sosyal Bilimler Dergisi.
- Horasanlı, İ. (2024). İran Cumhurbaşkanliği Seçi̇m Sonuçlari ve Yeni Dönem Analizi. Seta Perspektif.
- Karnap, A., & Çağla, C. (2022). İran Ve Güvenli̇kleşti̇rme Poli̇ti̇kalari: Ayetullah Humeyni̇ Dönemi̇ (1979-1989). Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, s. 629-650.
Lise eğitimini Bursa İpekçilik Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde 3. sınıf eğitimine devam etmektedir. Başta Orta Doğu ülkeleri olmak üzere, çeşitli ülkelerin tarihi, kültürel ve sosyolojik araştırmaları ilgi alanları arasındadır. Minyatür ve tezhip alanında eğitim almakta olup, Klasik Türk musikisi dinlemeyi sevmektedir. İLEM Akademi programında II. kademe öğrencisidir.