İslam Ahlak Değerlerinin İktisadi Davranışa Etkileri

Yazar: Muhlis Selman Sağlam

İlmi Etüdler Derneği, 2 Mart cumartesi günü, 149.’su gerçekleşen İLEM sunumları kapsamında, İstanbul Medipol Üniversitesi Ekonomi ve Finans bölümünde çalışmakta olup, hâlihazırda aynı üniversitede Dr. Öğr. Gör. olarak görev yapmakta olan Hakan Kalkavan’ı ağırladı. Hocamız “İslam Ahlak Değerlerinin İktisadi Davranışa Etkisi” başlıklı 2018 yılında tamamladığı; İslam dindarlığı, ahlaki değerler ve bireyin iktisadi davranışları arasındaki ilişkiyi araştıran doktora tezinin sunumunu gerçekleştirdi. Hakan Kalkavan’ın İslam iktisadı düşünce tarihi, iş ahlakı, iktisat sosyolojisi konularında çalışmaları bulunmaktadır.

Hakan Kalkavan doktora çalışmasında bu konu başlığını seçmesinin altında piyasada ticari işlemler gerçekleşirken insanların sahip olduğu İslami hassasiyetlerin ne derece etkili olduğu veya etkili olup olmadığı sorusunun yattığını belirtti. Piyasada, İslami değerlerin günlük ticari işlemleri gerçekleştirmede bir etkisinin olmadığı algısı vardır. Bu çalışma ile söz konusu iddianın doğru olup olmadığı, doğruysa neden doğru olduğunun cevabı aranmıştır. İktisattaki makroekonomik analizlerle bu sorunun cevabını bulmak mümkün olmadığından dolayı, mikro analiz uygulanmıştır. Araştırma verileri anket yöntemiyle elde edilmiştir. Araştırmacı çalışmasında inanç, değer ve davranış arasındaki üçlü yapıyı kurgulamaya çalışmıştır.

Yukarıda da değinildiği gibi piyasada İslami değerlerin iktisadi davranışlara etkisinin olmadığı algısı vardır. Oysa etki doğrudan olabileceği gibi bazen de dolaylı yoldan yüzyıllardan beri süregelen bir zihniyet üzerinden olur. Bu etki açık bir şekilde görülemezse de varlığı inkâr edilemez. Her ideoloji ve dini inanç sisteminin kendine özgü değerleri vardır. Sahip olunan değerler insanın fiil ve davranışlarına etki gösterir. Çalışmanın ele aldığı inanç, değer ve davranış üçlüsü aslında ahlâkın bütünlüğünü ortaya koymaktadır. Diğer bir ifade ile sadece inançtan söz edilirse bu ahlak üzerine konuşma olur. Davranışa dökülmeyen ahlak gerçek bir ahlak anlayışı ortaya koymamaktadır. İslam dininin de iktisadi faaliyetlerde önemli önermeleri vardır. İslam dininin fıkhi ve takva boyutunun olduğunu hatırlanırsa, ahlak konusunun takvayı da içerdiğini söylemek gerekir. Fıkhi boyut sadece şeklen uygunlukla ilgilenirken takva boyutu niyetleri de ele alarak bir değerlendirme yapar. İslam ahlakı teorik ve pratik olarak bir bütünlük arz eder.

İslam ahlakının Müslüman iş insanının davranışına etkisi dindarlık ve İslam iktisat değerleri adı verilen yazarın kavramsallaştırdığı bir kavram üzerinden araştırılmıştır. Bu araştırma hem iş insanının kazanması hem de harcaması üzerinden yapılmış olmakla birlikte, kazanma daha belirleyici olmuştur. Yazar araştırmasında evren kümesi olarak İstanbul’u seçmiştir.

Tez temelde ahlak ve iktisat ilişkisi, İslam ahlakı ve iktisat ilişkisi ve araştırma olmak üzere 3 bölümden oluşmaktadır. Böylece ilk bölümde Batıda gelişen iktisat anlayışının hangi temeller üzerinde geliştiği incelenmiştir. İktisat disiplinindeki Homo economicus yaklaşımı vardır. Bu yaklaşımın arkasında da rasyonalite anlayışı görülebilir. Bu rasyonalite anlayışı günümüz iktisat anlayışını temelde belirleyici bir role sahiptir. Rasyonel homo economicus figürü şu varsayımlarla kabul edilmektedir. Kendi kurallarına göre işleyen piyasa mevcudiyeti söz konusudur. İnsan davranışı kendi çıkarlarını maksimize etmeye yöneliktir. Üçüncü olarak da insanlar faydalarını maksimize edebilmek için tüm bilgiye sahiptir. Üçüncü varsayımın doğru olmadığı zamanla ortaya çıkınca sınırlı rasyonalite kavramı ortaya çıkmıştır. Rasyonalite kapitalizmle iç içe geçebilecek anlayışa sahip bir kavramdır. Kapitalizmin ortaya çıkmasının tek sebebi olmasa da, bu süreçte önemli bir rolü olan Protestan ahlak çalışmayı teşvik etmiştir. Bu dünyadaki halinin ahiretteki yerini anlamak için bir ayna olduğu görüşü, insanları daha çok çalışmaya teşvik etmişti. Bu derin felsefi alt yapılan, bugün Batı’da, Amerika’da kendini bizzat dinle bağlantılı olarak göstermese de davranışlara, toplumsal zihniyete yansımıştır. Bu noktada İslam’da da rasyonel birey tanımı var mıdır yoksa rasyonelliğin tanımı tek midir ve bu Müslümanları da bağlar mı sorularına cevap bulmak için bu gelişim süreci iktisadi düşünce tarihi bağlamında ele alınmıştır. İlk olarak ahlak konusu ele alınmıştır. Ahlakın konusunun ve temelinin ne olduğu, insanların neden ahlaklı olmak zorunda olduğu, gerekçesi ve müeyyidesinin ne olduğu meseleleri insan olduğu zaman anlam kazanmaktadır. Yani herhangi bir eşyadan ya da hayvandan ahlak konusunda bahsedilemezken insan ahlaktan bağımsız düşünülememektedir. Her ideolojinin, dinin, dünya görüşünün kendine göre temellendirdiği bazı önermeler vardır. Bu bağlamda modern iktisat disiplininin de kabul ettiği ve temellendirdiği bir ahlak teorisi vardır. Her ne kadar bu şuan gizli dursa da, temellerine inildiği zaman bu açıkça görülmektedir. Modern iktisat düşüncesi kendi anlayışını objektif bilgi gibi sunsa da temelinde aslında bu böyle değildir. Ahlak kavramı yerine İngilizce karşılığı “ethics” kullanılırken “morality” kelimesi Latince kökenlidir. Bu üç kavramın birbirinden farkı olmamasına rağmen, İngilizcede “ethics” kavramı ahlak felsefesiyle bağdaştırılırken, “moral” kelimesi daha günlük davranış ve ahlakı çağrıştırmaktadır.

Ahlakın haz, fayda, akıl, toplum, din gibi birçok temellendirmesi vardır ki iktisat disiplininin temelinde de haz ve fayda vardır. Aristo’ya göre akıl, insanın mutluluğu gerçekleştirmede bir araçtır. Bunun için ahlaklı olmak gerekir. Kant görev ahlakına vurgu yapmıştır. Hume gibi duygu ve insan doğasını temel alanlar da olmuştur. Bu şundan dolayı önemlidir. Bahsedilen kavramlardan hangisi temel alınırsa ona göre bir ahlak teorisi geliştirilmektedir. Diğer bir mesele ahlakın gerekçesi ve yaptırımıdır. Neden ahlaklı olmalıyız? Eğer ahlaklı olmazsak bunun yaptırımı ne olacaktır? Gerekçe olarak mutluluk, hedonizm, fayda, görev, toplum, devlet ve ahiret inancı gösterilmiştir. Din temelli ahlak teorilerini diğerlerinden ayıran özellik, bu teorilerin Tanrı buyruğu ve vahye dayandırılarak inşa edilmesidir. Diğer teorilerde insanın ahlaklı davranırsa mutlu olacağına vurgu yapılmıştır. Ama bu mutluluk sadece bu dünyada var olan bir mutluluktur. İslam ise ahlak teorisini ölümsüzlük, ahiret, vahiy, ödül ve ceza üzerine inşa etmiştir. Bu, kıyaslandığı zaman Batı kaynaklı teorilere göre oldukça güçlü bir motivasyona sahiptir.

Devam eden bölümde İslam ahlakı ve iktisat ilişkisi ele alınmıştır. Burada İslam iktisat anlayışı ve ana akım iktisat anlayışı kavramları önemlidir. Ana akım iktisat anlayışı için Grek döneminden itibaren ahlak ve iktisat ilişkisini başlattığı söylenebilir. Adam Smith dönemine kadar bu durum toplum içerisinde gömülü vaziyette gelmiştir. Yani ahlak, ekonomi ve siyaset birlikte düşünülmüştür. Bu üçlü daha sonra Batı’da aytışmıştır. Ahlak ilgisiz bir hal almışken, iktisat da fen bilimlerine doğru öykünmüştür. Bir ahlak filozofu olan Adam Smith için bu ayrışmadan söz edilemese de, onun da Newton fiziğinden de etkilendiği varsayılırsa bir denge politikası izlediği görülebilir. Sözü edilen ayrışma daha çok homo economicus kavramını kavramsallaştıran ve soyutlaştıran Ricardo döneminden sonra görülmeye başlanmış, bugün de dâhil olmak üzere iktisatta pozitivist anlayış egemen olmuştur. Bugün Müslüman toplumlar da iktisadı bu perspektiften okuduğu için ister istemez bu şekilde, bencil, kendi çıkarlarını önceleyerek düşünmektedir. Tarihte geçmiş toplumlarda böyle bir anlayıştan söz edilemez zira toplumsal yapı, kurumlar ve devlet bu şekilde düşünmeye engel olacak nitelikte idi.

Diğer taraftan İslam’ın da hayatın en önemli alanlarından biri olan ekonomik faaliyetler için önermeleri vardır. Ana akım iktisat ve İslam iktisat anlayışı karşılaştırmalı olarak ele alınırken “oeconomia” ve “ilm-i tedbir-i menzil” kavramları önemlidir. İkisi de ev idaresi manasına gelmekte ve sözü edilen üçlü yapıyı benzer şekilde ele almıştır. Buradaki en önemli fark ilki sadece bu dünyayı düşünen bir anlayışa sahipken “ilm-i tedbir-i menzil” kavramı hem bu dünya hem de ahiret hayatına gönderme yapmaktadır. İslam’ın ilk yıllarında Medine pazarı örneği (kuruluşu, kuralları ve uygulamaları) ve muhtesib kavramı da incelenmiştir.

Çalışmada hocanın incelediği bir diğer konu “Kitab-ül Kesb”dir. Şeybanî Kitab-ül Kesb’de hem kazanmaya hem de harcama konusuna değinmiştir. Helal rızık meselesi, kazancını nerede harcadığın meselesi gibi konulara yer vererek iktisadi meseleler ile dini hayat arasında önemli bir bağlantıyı ortaya çıkartmıştır.

Sonraki bölümde ise modern İslam ekonomisi bağlamında ele alınabilecek bir konu başlığı olarak İslam iktisadının temel ilkeleri 6 başlıkta sınıflandırılmıştır. Sonuç olarak birinci ve ikinci bölüm teorik çerçeveyi oluştururken üçüncü bölüm ise bu çerçeve üzerinden geliştirilmiş bir uygulama çalışmasıdır.

Dindarlık faktörünün kazanma üzerindeki doğrudan etkisi zayıftır. Ancak aracı değişkenler olan İslam iktisat değerleri ve iktisadi rasyonalite üzerinden dolaylı olarak güçlü bir etkisi vardır. Müslüman bir girişimcinin dindarlığının kazanma değişkeni üzerinde doğrudan, anlamlı bir etkisi yoktur. Ancak bireyin İslam iktisat değerlerini benimsemesi ve iktisadi rasyonalite yaklaşımına karşıt olması koşullarıyla dindarlığın kazanma meselesine dolaylı bir etkisi söz konusudur.  Tek başına dindarlık faizli işlemlerden uzak durulmasına etki göstermemektedir. İslam düşüncesinde din ile ahlak özdeş olarak kullanılmakta, her kim İslam ahlak değerlerini benimser ve uygularsa, İslam’a uygun yaşamaya çalışmaktadır. Ahlak değerleri olmazsa din özünden kopup, kültürel bir forma ya da toplumsal bir norma dönüşebilir. Hedonist felsefe temelinde iktisadi rasyonalite ile İslam’ın iktisadi değerleri zıtlaşmaktadır. İlki dünyada mutluluğu ararken ikincisi iki dünya saadetine vurgu yapar. Ahlaki zafiyetler ve dinin iktisadi hükümlerindeki bilgisizlik müteşebbisleri olması gereken ile olan arasında büyük bir boşluğa sürüklemektedir. Netice olarak İslam’ın iktisadi değerlerinin piyasada iş insanlarına etraflı bir biçimde anlatılması, uygulanabilirliğinin gösterilmesi gerekmektedir.

Leave a Comment