Kelama Giriş
Ulvi Murat Kılavuz-Ahmet Saim Kılavuz, Kelâma Giriş, İstanbul: İSAM Yayınları, 2013, 209s.
“İlim” sözcüğü, Arapçada bilmek anlamındaki ‘ilm’ mastarından türetilmiş olup bilgi demektir. Çoğulu ‘ulûm’dur. Klasik sözlükler bu anlamı öncelikle vurgulamak üzere ilmin karşılığını “bilgisizliğin (cehl) zıttı” şeklinde verirler. Kur’an’ı Kerim’de ‘ilm’ kökünden türeyen kelimelerin hem Mekki hem de Medeni ayetlerde isim, fiil ve mastar olarak yaklaşık 750 kere kullanıldığı görülmektedir. Kur’an’ı Kerim’in yaklaşık 78.000 kelime ihtiva ettiği düşünüldüğünde ‘ilm’ kökünden türeyen kelimelerin söz konusu toplam kelime adedinin yüzde birine tekabül ettiği söylenebilir. Günlük dilde sıklıkla kullanılan olmak (kâne) yardımcı fiilinin 1.300 kerenin üzerinde ve demek (kâle) fiilinin Kur’an’da yaklaşık 1.700 kere kullanıldığı göz önüne alındığında bu oran anlamlıdır. Ayrıca ilimden türeyen kelimelerin Kur’an’daki kullanım sıklığı Allah ism-i celalinin 2.800’ün üzerinde, Rab kelimesinin 950’nin üzerinde geçiyor olmasıyla da karşılaştırılabilir. Bu durum tesadüfî değildir ve hem bilginin hem de bilme faaliyetinin Kur’ani mesaj bakımından merkeziliğini ortaya koymaktadır.
Bilgi, ilim, varlık gibi kavramların İslam-kültür geleneğindeki önemini uzun uzun tanımlar yaparak göstermek yerine; vahyin nesnesi olan Kur’an’dan değindiğimiz tespitleri aktarmayı tercih ettik. Bu aynı zamanda bir ilim dalının incelendiği elimizde ki kitapta, incelenen ilimden önce genel anlamda ilmin önemini kavramada da önemli olacaktır.
İnceleyeceğimiz eser, kelâmî düşünce tarzını ve onun tarihi serüvenini, kişiler, eserler, fırkalar ve sonuçta bir ilim dalı olarak somutlaşmış görünümleri düzeyinde tanıtma yönünde bir çabadır. Varlık gösterdiği alan olarak İslam’ın yayıldığı her coğrafyayı, tarihi süreç olarak İslam’ın doğuştan günümüze geçen on dört asrı ve konu olarak da inanç esasları ile bu esaslara ilişkin meseleleri yani her yönüyle son derece geniş bir yelpazeyi kapsayan kelam ilmini, elimizdeki eser genel hatlarıyla özetlemiştir.
Kitabımızın müelliflerinden Ulvi Murat Kılavuz, 1994’te Bursa İmam Hatip Lisesi’nden, 1999’da Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı yıl Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Kelâm Anabilim Dalı’na araştırma görevlisi olarak atandı. Diğer müellifimiz Ahmet Saim Kılavuz ise ilkokulu Bozdoğan’da, İmam Hatip Lisesini Ankara ve Denizli’de tamamladı. İzmir Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdi. Makalelerini 1987’den itibaren Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi ile ortak kitaplarda yayımladı. TDV İslam Ansiklopedisinde çeşitli maddeler yazdı.
Kelam ilminin doğuşunu, tarihsel süreçteki gelişimini, temel meselelerini ve günümüze kadar gelen süreçte bu ilme yöneltilen eleştirileri giriş kitabı mahiyetinde ele alan eserimiz önsöz, giriş ve üç bölümden teşekkül etmektedir. Önsözde müellifler izleyecekleri yol haritasını açıklarken kelam ilminin, genişliği sebebiyle tamamıyla yeknesak bir ilim dalı olmadığını da vurgulamaktadırlar.
Kelam ilmini konusuna ve gayesine göre tanımlandırırken diğer ilim dallarından farkının ortaya konduğu giriş kısmında, müellif şu iki hususa dikkat çekmektedir: ilki kelam ilminin yaratılmışların durumundan mebde ve meâd itibariyle bahsedişi, diğeri de İslam kanunu üzerinden bir gidişat sergilemesi. Mevcut bölümün devamında yazar, kelam ilminin kelam olarak isimlendirilmesinin sebepleri ve kelam ilmine verilen diğer isimleri açıklıyor. Bu açıklamalarda bulunurken aslında diğer isimler olarak zikredilen terimlerin (Akait, Tevhid, Fıkh-ı Ekber gibi) belli yönlerde kelam ilminden ayrıldığı veya kelam ilminin bir alt dalı olarak görülebileceği gibi yerinde tespitlerde bulunuyor. Yine bu bölümde müellif çeşitli ayrımlara göre yapılan ilim tasnifleri içinde kelamın yerini ele alırken (felsefenin bir alt kolu olan metafiziği ilimler hiyerarşisinde en üst sıraya koyan, metot ve muhteva itibariyle kelâmı eleştiren felsefecilerin tasnifleri dışında, kelamın dini ilimler içinde-ilim tasnifi akli/nakli ilimler şeklinde ayrıma tabii tutulursa- bir ilim dalı olduğunu söylüyor müellif) tarihsel süreçte kelamın en üstün ilim dalı olduğuna dair söylemlerin olduğunu ve gerekçe olarak da şunların ileri sürüldüğünü aktarıyor: Allah’ın zatı, sıfatları ve fiilleri gibi şerefli meselelerle ilgilenmesi, dünya ve âhiret mutluluğunu elde etmek gibi en üstün bir gayeyi hedeflemesi, bütün peygamberlerden inanç konularında ittifak ettikleri ve bu ilmin meselelerini oluşturan iman esasları ilk peygamberden günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan geldiği için kelamın hakiki ilim özelliğini kazanmış bulunması.
Giriş kısmını takip eden birinci bölümde kelam ilmini tarihsel süreçte ele alan müellif, kelam ilminin Asr-ı Saadetten sonra inkişaf etmeye başladığını çünkü nübüvvet kurumu devam ederken ashabın muhafazakâr bir tutum izleyerek, Resûllulah’ın yasakladığı fikir tartışmaları ile Kur’an’ın menettiği yorumlardan kaçındığını belirtiyor. Bu bölümün ilerleyen kısımlarında, kelam ilminin doğmasına sebep olan itikadî problemlerin ortaya çıkışı ve ilk fikri akımlar üzerinde durulmuştur. Mutezile kelamı ve Ehl-i Sünnet kelamı ayrıntılı bir şekilde ele alınmış ve bu kelami hareketlerin zuhuru, yayılışı anlatılmıştır. Mütekaddimin ve Müteahhirin dönemi kelamı birbirinden ayrılmış ve ayırıcı nokta olarak Gazali belirtilmiştir. Yeni kelam ilmi dönemi ve günümüzde kelam ilminden de bahsedilerek bu bölüm tamamlanmıştır. Bölüm sonundaki günümüz kelam ilminin gelişebilmesi için, gelenekteki bilime vâkıf olmanın yanı sıra yüz yüze bulunduğumuz dünyanın şartlarını (içinde bulunduğumuz sistemi) da daha iyi bilmemiz gerektiği konusundaki müellifin değerlendirmesi yerinde bir değerlendirmedir. Zira içinde bulunduğumuz yıkıntıdan çıkabilmek ancak bizi yıkan modernite ile barışık olmamız halinde mümkün olacaktır.
Müellifin bu bölümde tarih sırasına göre gruplandırma yapması ve aynı zamanda itikadı ekollerin de nasıl kurulduğunu, eğer ekolü kuran tek kişiyse kurduğu ekolle şahsı arasındaki bağlantıyı açıklaması, konunun kolay anlaşılmasını sağlamakla birlikte, ekollerin, gruplaşmaların yaşanan zamandan bağımsız olmadığını da göstermektedir. Bu hususun diğer bir önemi de kelam ilminin sekizinci asrın ortalarından itibaren duraklamaya başladığı ve günümüzde tamamıyla durduğu, çalışılacak konunun kalmadığını söyleyenler için bir cevap niteliği taşımasıdır. Zira çağın ihtiyaçlarına ve yeni doğan akımlara paralel olarak kelam ilmini değiştirme/geliştirme zorunluluğu ortaya çıkmalıdır. Müellifin bu husus da Yeni Kelam İlmi Dönemi ve beraberinde İzmirli İsmail Hakkı’nın zikrettiğimiz tarzda ki düşüncelerine yer vermesi yerinde olmuştur.
Kitabın ikinci bölümünde ise devam eden tarihsel seyir içinde oluşturulan sistematiğin ayırıcı vasıfları ortaya koyulmuştur. Kelamın bilgi anlayışı, kelam ilminde bilginin tanımı ve kaynakları aktarılmıştır. Ayrıca bu bölümde kelamın varlık anlayışı ele alınmıştır. Müellif, kelamcıların bilginin imkânını ispatlama faaliyetlerine yönlendiren sebeplerden en önemlisinin, Antikçağ Yunan filozoflarından sofistler ve septiklerin ortaya koyduğu görüşler olduğunu öne sürüyor. Kelamcıların bu çaba sonucu ortaya çıkardıkları bilgi ise itikadi meselelerin incelenmesi ve muhalif fikirlerin reddedilmesinde kullanılıyor. Bölümün ilerleyen kısımlarında bilginin kelam ilmi açısından genişliğine vurgu yapan müellif, bazı kelamcılara göre bilginin tanımının yapılamayacağı hususundaki görüşleri aktarıyor. Kelamcıların geneli tarafından kabul edilen üç bilgi kaynağının sağlam duyular, doğru haber ve akıl olduğunu belirten yazar, haberi bir bilgi kaynağı olarak görmeyen guruplara karşı Hz. Peygamber’den nakledilen hadis ve sünnetlerin de birer haber niteliğinde olduğunu hatırlatıyor.
Bilgiden varlık anlayışına geçilen ilerleyen kısımlarda, müellif En’am suresinden “Gözler onu idrak edemez” ayetini aktararak şu ana kadar aktardığı düşünme ve bilginin bir yönüyle sınırını çiziyor. Hz. Peygamber’in, “Allah’ın yarattıkları hakkında düşününüz; fakat O’nun zatı hakkında düşünmeyiniz. Gerçekten siz buna güç yetiremezsiniz” şeklindeki beyanı da, Allah’ın zatı ve mahiyeti hakkında hüküm vermenin insan aklını aşan bir husus olduğunun teyididir.
Son bölüme gelindiğinde kelam ilmine yönelen eleştirilerle karşılaşılmaktadır. Yöneltilen eleştiriler üç başlık altında toplanmıştır: Selefî ve Sûfî eleştiri, felsefi eleştiri ve çağdaş eleştiri. Selefî eleştiri “bugün size dininizi tamamladım” mealindeki ayeti esas alarak, dinin kaynağını Kur’an ile Hz. Peygamber’in hadisleri ve bir ölçüde sahabenin sözlerinden ibaret olduğunu ortaya koymaktadır. Onlara göre son tahlilde kelam da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Sûfîler, nazar ve istidlâle dayanak açıklamalar yapma ve hüküm vermeye karşı çıkmaları açısından kelam eleştirilerinde Selef ile paralel bir çizgide yer alırlar. Sûfîlerin bunun dışında kelama eleştirisi daha çok kelam ilminin bilgi kaynaklarına yönelik olmuştur. Sûfîlere göre akıl ve nakil belli ölçülerde dini bilgilerin kaynağı olabilirse de, duyu bilgileri yanıltıcı, akli bilgi ise sınırlıdır ve dolayısıyla bunların verilerine güvenilmez. Bunların alternatifi, insanı hakikate ulaştıracak, Allah ve sıfatları hakkında bilgi verecek vasıtasız bilgi kaynağı olarak keşf ve ilham yöntemidir.
Felsefecilerin kelam eleştirileri konusunda özetle şunları söylemek mümkündür: Fârabi ve İbn Sînâ gibi isimlerin eleştirileri, büyük ölçüde kelamcılardan farklı bir Allah ve âlem algısı ile bunları farklı açıklama biçimlerine sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. İbn Rüşd’ün eleştirisi ise kelamcıların açıklama tarzlarının Kur’an ve Sünnet’e uygun olmadığı, kesin akli delillere dayanmadığı doğrultusunda şekillenmiştir.
Son dönem eleştirileri ise, kelamın soyut bir felsefi bakış açısı düzeyinde kalarak, insan davranışlarını biçimlendirmeye yönelik pratik bir etki ortaya koymamış olması yönündeki eleştirilerdir.
Son olarak kitabın konuyu anlatım şekli ve üslubuna değinecek olursak, kitabın başında ele alınacak konunun yani kelam ilminin kapsamlı bir şekilde tanımının yapılması ve kitap boyunca bu tanım üzerine bina edilen yeni konuların aktarılması hasebiyle, yazarların belli bir sistem oluşturarak eseri kaleme aldıklarını söylenebilir. Diğer bir taraftan kelam ilmi tarihsel süreci içerisinde aktarılırken kullanılan sade dil konuyu daha anlaşılır kılmıştır. Bu kitap kelam ilminin tartışmalı konularını iyi tahlil ettiğinden dolayı kafalarda çok fazla soru işareti kalmasına mahal vermeyecek ölçüde başarılı, giriş kitabı niteliğinde yazılmış bir eserdir.