Klasik Türk Edebiyatında Alegori
Klasik Türk Edebiyatında Alegori, Berat Açıl, 8 Şubat 2014 Cumartesi, 16.00
İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Berat Açıl, “Klasik Türk Edebiyatında Alegori” isimli kitabı üzerine İLEM’de bir sunum gerçekleştirdi. Açıl, konuşmasına “Alegori nedir, ne zaman ortaya çıkmıştır, Osmanlı alegorisi nedir, bizde ne zaman ve nasıl ortaya çıkmıştır, batıdaki alegori ile Osmanlı alegorisi arasında farklar var mıdır, varsa nelerdir, alegorilerin temel özellikleri nelerdir?” gibi sorular sorarak başladı.
Alegorinin, “bir şey söylerken başka bir şeyi kastetmek” olarak en genel tanımını veren Açıl, bu tanımı “her hikâyeyi birden fazla anlama gelecek şekilde kullanmak” şeklinde açtı ve Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ının yedi anlam katmanında anlatıldığını, yani aynı kelimelerle aynı anda birden fazla hikâye anlatıldığını örnek gösterdi. Akabinde “Alegori ne zaman ortaya çıktı?” tartışmasına geçip bu hususta üç temel yorumdan söz etti: Homer yorumu, Plato yorumu ve kutsal metin yorumu. Açıl, Homer yorumunun edebî yönünü imlediğini, burada alegorinin ilk defa akademik olarak ortaya konmuş olduğunu; Plato yorumunun Plato’nun meşhur mağara alegorisine dayandığını, Plato’nun alegoriyi bildiği ve kullandığı yönünde tartışmalar olduğunu ve bu sebeple alegorinin kökeninin bu mağara alegorisi olduğu varsayımından söz etti. Kutsal metin yorumunun ise özellikle İncil yorumcuları tarafından yapıldığını ve İncil’in aslında Tevrat’la ters düşmediğini, aynı şeyi söylediğini kabul ederek Tevrat ile İncil’i birbiriyle bütünleştirmeye, aynı şekilde yorumlamaya çabalayan yorumdur diyerek açıkladı. Açıl, bu üç köken dayanağından Plato yorumunu daha tutarlı bulduğunu, bunun sebebinin de Plato’nun alegorinin kurucu olduğu hususunda daha müdellel şeylerin söylenebilmesi olduğunu belirtti. Açıl, burada alegorik yazım ve alegorik yorum ayrımına da dikkat çekti.
Alegorinin serencamına da değinen Açıl, alegorinin Antik Yunan’da başladığını belirterek, en önemli özelliğinin kişileştirme olduğunu, bunun da ilk olarak Antik Yunan’da görüldüğünü belirtti. Hesiod’un köylüleri anlattığı hikâyelerini örnek gösterdi. Daha sonra Latin dönemine geçip, bu dönemde iç çatışma özelliğinin ön plana çıktığını belirterek, buradan da üç isme -Cicero, Apuleius ve Prudentius- değindi. Son olarak Ortaçağ’a gelerek, bu dönemde alegorinin kişileştirme (teşhis) + iç çatışma + arayış olarak genişlediğini söyledi.
Berat Açıl, konuşmasının devamında Ortaçağ tabirini tartışmak gerektiğini, Batılıların Ortaçağ tabirini kendileri için kullandıklarını belirterek, kitabında Ortaçağ kavramını “Doğulu kültürler” olarak kullandığını söyledi ve kendisinin, Müslümanları anlatmak için “harcında din olan toplumlar” şeklinde ayrı bir tanım kullandığını dile getirdi.
Konuşmasını Arapça alegorik eserlerden örnekler vererek sürdüren Açıl’a göre, bizdeki tartışmalar en çok İbn-i Sina üzerinden yapılmaktadır. İbn-i Sina’nın tek alegorik eseri Hayy bin Yakzan, alegorik yazma biçimini bize getiren ilk eser gibi görünmektedir. Buna ek olarak Arapça eserler içerisinde İbn-i Nefs’in er- Risaletü’l- Kâmiliyye fi’s- Siyeri’n- Nebeviyye ve Sühreverdî’nin el- Gurbetü’l- Garbiyye adlı eserlerine de değinmek gerekmektedir. Farsça ve Urduca alegorik eserlerden de söz eden Açıl, en çok alegorik eserin Türkçe kaleme alındığını belirtti. Kesin olmamakla birlikte bu eserler içerisinde Hüsn-ü Dil’in ilk olma ihtimali yüksektir.
Konuşmasında batılı alegoriler, İslami alegoriler ve Osmanlı alegorilerinden bahseden Açıl, devamında alegori gelenekleri arasındaki farkları da izah etti. Batılı alegorilerde kişileştirme, iç çatışma ve arayış daha çok bulunmaktadır. Arapça alegorilerin çoğu felsefidir, daha çok felsefi bir meseleyi tartışan alegorilerdir. Farsça eserlerde ise felsefi olandan tasavvufi olana geçiş görülmektedir. Osmanlı’da ise alegoriler yüzde doksan beş, belki de daha fazla oranda tasavvufidir. Dolayısıyla Osmanlılar, tasavvufi olma hususiyetini Farisilerden almış görünmektedir. Batılı alegorilerde yer alan teşhis, iç çatışma ve arayışa ek olarak, Osmanlı alegorisinin en temel özelliğinin metinlerarasılık olduğunu belirten Açıl, burada kast ettiği şeyin bir metnin içinde başka bir metni yoğurmak değil, daha basit anlamıyla, kendi metninde başka metinlerden söz etmek olduğunu ifade etti. Açıl’a göre yazarlar bunu kendini bir ilmî geleneğinin içine yerleştirmek amacıyla yapmaktadırlar. Zamansal ve mekânsal müphemiyet bu eserlerin ortak özelliklerinden bir tanesidir.
Alegoride ikiliği korumanın önemine de değinen Açıl, “mihr ü mah” örneğini vererek, “mihr” kelimesinden hem bir kişinin hem de güneşin kast edilebileceğini, dolayısıyla Mihr’in yaptığı tüm eylemler hem bir kişinin hem de güneşin yapıp edebileceği eylemler olması gerektiğini belirtti. Yani “Mihr su içti.” dendiğinde alegori bozulur, çünkü güneş su içmez. Yani alegorilerde soyutlama düzeyinin yüksek olması gerekmektedir. Eserin tek bir hikâyeden oluşması gerektiğini de olmazsa olmaz şartlar arasına ekleyen Açıl, çalışmasına tek bir hikâyeden oluşan ve alegorinin inkıtaaya uğramadığı eserleri araştırma nesnesi olarak aldığını belirtti. Açıl’a göre, bir eseri tamamen incelemeden onun alegorik olduğunu söylemek mümkün değildir.
Açıl, alegoriye dair bilgileri verdikten sonra kitabını hazırlarken karşılaştığı sorunlar ve bunlara ürettiği çözümleri anlattı. Kitabın bölümleme mantığı başlığı altında, ilk bölüm; “Klasik İslami Edebiyatlarda Alegorik Eserler”, ikinci bölüm ise “Alegori” üst başlığı ve kavramsal çerçeveden oluşmaktadır. Bu bölümde alegorinin kuramı tartışılmış, “Osmanlının kendine ait bir alegorisi var mıdır” sorusuna cevap aranmıştır. Kuramsal bölümün oluşturulması için hem Arapça, Farsça ve Urduca hem de Türkçe alegorik eserler okunup incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Çünkü Açıl’a göre ancak bizdeki alegorinin mahiyeti ortaya koyulduktan sonra batıdaki alegoriyle bir mukayeseye girişilebilir. O nedenle önce klasik İslami edebiyatlarda alegori diye bir başlık açılmış, daha sonra kuramsal kısım konulmuştur. Ve batılı alegorilerle Osmanlı alegorileri arasında çok ciddi farklar bulunduğu ortaya çıkmıştır.
Eserini örnek bir metin üzerinden işlediğini belirten Açıl, yirmiye yakın “Hüsn ü Dil” adlı alegorik eser olduğunu ve bunların tüm nüshalarına ulaşarak aralarındaki farkları ortaya koyup, “Biz bu esere neden alegorik diyoruz?” sorusunu yönelttiğini söyledi. Bu çalışmanın sonucunda Osmanlı alegorisinin özelliklerine ulaştığını sözlerine ekledi.
Eserinde en önemli meselelerden birinin de alegori ile ilgili kavramlar kısmı olduğunu belirten Açıl, “sembol” kavramını örnek göstererek, bu kelimenin Osmanlı Türkçesinde ne anlama geldiğini, günümüz Türkçesinde ne anlama geldiğini ve batıdaki karşılığının ne olduğunu araştırarak kafa karışıklığını gidermeye çalıştığını söyledi ve “Mecaz neden alegori değildir?” sorusuna değindi. Açıl’a göre, mecaz eser için kullanılan bir kavram olmadığı gibi, çok anlamlılığa da sahip değildir. Burada olduğu gibi her bir kavram için alegori ile benzerlik ve farklılıklarını vermeye çalıştığını belirtti.
Konuşmasının sonunda soruları yanıtlayan Açıl, dinleyicilerden gelen bir soru üzerine alegorinin, elimizdeki dinî metinlerde iki misaline rastlayabileceğimizi belirtti: Kur’an-ı Kerim’deki peygamber kıssaları ve Risale-i Nur’lardaki bazı pasajlar.