Muhafazakarlık, Televizyon ve Popüler Beğeni
Muhafazakarlık, Televizyon ve Popüler Beğeni, Burak Özçetin, 2 Nisan 2016 Cumartesi, 17.00
İlmi Etüdler Derneği (İLEM) İhtisas Çalışmaları kapsamında düzenlenen Gündelik Hayatta Toplumsal Değişimin Yansımaları başlıklı seminer dizisinin 7. Konuğu “Muhafazakârlık, Televizyon ve Popüler Beğeni” başlıklı sunumuyla Burak Özçetin oldu. Özçetin, sunumda Özgür Arun’la beraber yürüttükleri “Muhafazakârlarda Televizyon İzleme Eğilimleri: Kimlik, Popüler Beğeni ve Sınırlar” isimli TÜBİTAK projesinin detaylarını aktardı.
Projenin amacının Türkiye’deki İslami yayıncılık ve İslami televizyonculuğu, dindar ve muhafazakâr kesimlerin televizyon ile kurduğu ilişkiyi ve bu ilişkinin tarihini, bugün geldiği noktayı ve bu konunun beğeni ve medya tüketim sosyolojisi içerisinde nereye yerleşeceğini araştırmak olduğunu belirten Özçetin, projenin metodolojik ve teorik temellerini anlatarak sunumuna devam etti. Proje, televizyon alanını çözümlemek için derinlemesine görüşmeler, izler kitle etnografisi, 4268 kişiye uygulanması planlanan anket araştırması, bulanık bilişsel haritalama ve televizyon akış analizine, hem nicel hem nitel yöntemlere, başvurarak kapsamlı bir çerçeve sunmayı amaçlamaktadır. Bu şekilde proje dindar ve muhafazakâr kesimlerin beğenilerini odağa alarak dini kimlikler, değerler ve kültürel beğeniler arasında bir ilişki olup olmadığını; Türkiye’deki dindar ve muhafazakâr kesimlerin ayrıksı bir kültürel alana ve beğeniye sahip olup olmadığını ve bu beğeniyle televizyon tüketimi arasında karşılıklı bir etkileşim olup olmadığını sorgulamaktadır. Proje, beğenilerin ve yatkınlıkların toplumsal sınıfsal ve kültürel olarak yapılandığını ve bu yapıları yapılandırdığını iddia eden ve aynı zamanda beğenilerin ve yatkınlıkların heterojenliğini hesaba katan bir izler kitle ve beğeni sosyolojisi anlayışından hareket etmektedir ve “Dini kimlik üzerinden televizyon beğenisini merkeze alarak bir ayrışmadan, sınıflandırmadan ve sınırlardan bahsedebilir miyiz?” sorusunu sormaktadır. Bu anlamda projenin teorik çerçevesi beğeni, medya, medya tüketim ve izlerkitle sosyolojisiyle birlikte iletişim çalışmalarına yaslanmaktadır.
Farklı tarihsel dönemlerde izleyici araştırmalarının temel soruları insanların neyi izledikleri, nasıl izledikleri ve izlediklerinden ne anladıkları, izlediklerinden nasıl etkilendikleri olmuştur. İletişim araştırmalarında 20. yüzyıl başlarından, alanın kökeninden, günümüze kadar giden çizgide temel sorun; medya içeriklerinin kişileri nasıl etkilediğidir ve bu sorun etki paradigmasıyla ele alınmıştır. Medya çalışmalarında hala etkisini koruyan ‘etki paradigması’ medyanın çok güçlü olduğunu, insanlar üzerinde hipnotezi edici etkisi olduğunu öneren ve medyanın insanları manipüle edici, aptallaştırıcı etkilerine odaklanan ve bir yandan da medyanın gücünden korkan bir yapıya sahiptir. Etki araştırmalarından sonra 20. yüzyıl ortasına doğru yeni bir paradigma ortaya çıkar. Bu paradigma, medyanın insanlara nasıl etkilediğinden ziyade, insanların medyayla ne yaptığına ve insanların medyayı nasıl kullandığına odaklanır ve böylece medyanın gücünden, gücü izleyiciye doğru veren bir paradigmatik değişim oluşur. İlerleyen zamanlarda da İngiliz Kültürel Çalışmalar okuluyla birlikte ideoloji, kimlik ve alımlama medya ve tüketim sosyolojisinin temel meseleleri haline gelir. Böylece medyanın insanları nasıl etkilediği ve insanların medyayı nasıl kullandığı gibi sorulardan ziyade medyanın ideolojik gücü ve kimliklerin inşasında nasıl bir rol oynadığıyla ilgilenen bir yaklaşım gelişir ve bu vurgu bu projenin önemli vurgularından biridir. Proje, paradigmatik olarak medyayla kişiler arasındaki ilişkiyi basit bir etki tepki modeli gibi görmez, bu ilişkiyi bir kimlik inşa süreciyle ilişkilendirir.
İngiliz Kültürel Çalışmalar Okulu’nun bir diğer önemli noktası da, daha sonraki kuşakların çalışmalarında gözlenen, yapısalcılık sonrası etkilere, postyapısalcı etkilere açık bir şekilde özcülük karşıtı, ilişkiselci bir yaklaşım benimsemesidir. Buna göre; izlerkitle dar, kapalı, sınırları belirli bir sosyolojik kategori değildir, belirli söylemler çevresinde inşa edilir –mesela ticari söylem reyting söylemi, şirketlerin izlerkitleye dair tahayyül ve tasavvurları veya resmi kurumlar Türkiye için RTÜK gibi-. Bu özcülük karşıtı, ilişkiselci yaklaşımı benimseyen proje; aynı zamanda bir izler kitle sosyolojisi ve antropolojisi ihtiyacını karşılamayı hedeflemektedir, medya tüketim basit bir alımlama, algılama değil; sosyolojik bir vakadır ve insanların beğeniyle kurduğu ilişki sosyolojiktir. Bu ilişki ilişkiseldir, bu ilişkilerin kültürel tüketim pratikleriyle alakalı olduğunu ve beğeninin salt kendi içinde ele alınmasından ziyade toplumsal yapı içerisinde ve diğer tüketim pratikleriyle beraber ele alınmasını önerir.
Özetle proje; televizyon beğenisi, televizyon tercihi ve gündelik hayat pratikleri arasındaki ilgiyi incelemeyi hedeflemektedir ve aynı zamanda televizyonun insanların tahayyüllerini, kimliklerini inşa edişlerindeki, gündelik hayat pratiklerindeki ve ev içi ilişkiyi kurmalarındaki rolüne odaklanan, televizyonu ve beğeniyi sadece ‘a ile b arasındaki bir seçim’ olarak görmeyip, bu seçimin insanların sosyalleşme ve kimlik inşa etme kalıpları ve siyasal, toplumsal ağlara girme örüntülerine bakan bir izlerkitle antropolojisi ve sosyolojisi önermektedir. Özçetin’e göre araştırma devam ediyorken, yayına başlayan Diriliş Ertuğrul dizisi bu yaklaşımın önerdiklerini güzel bir şekilde temsil etmektedir. Ertuğrul Gazi’nin hayatını anlatan bir kültürel ürün 2016 Türkiye’sini, kimlik oluşumlarını anlamak için bir kılavuz işlevi görmektedir.
Projenin teorik ve metodolojik çerçevesini bu şekilde aktaran Özçetin; muhafazakâr, mütedeyyin ve dindar kitlerleri homojen, yekpare, birbirinden farklılaşmayan, özcü bir kategori olarak görmediğini, böyle bir kitlenin hem var hem yok olduğunun bilincinde olduğunu vurgulayarak sunumunu tamamladı ve katılımcıların sorularını yanıtladı.