Nobel Ödülleri Yahut İdeolojik Armağan?
İslamcı Dergilerde Nobel ödüllerine yönelik olarak bakış açısını genel olarak Nobel ödüllerinin siyasi ve ideolojik anlamı oluşturmaktadır. Nitekim, dergi yazarlarına göre verilen ödüllerin hep aynı fikir ve düşüncenin propagandasını yapan kişilere verildiği ifade edilmiştir. Nobel’in ağırlıklı olarak Yahudi, Komünist ve beynelmilel yapının tekelinde olduğu ve bu grupların çıkarlarına hizmet edenlerin ancak bu ödülü alabildiği ifade edilerek, beynelmilel siyasete ve onun işleyiş düzenini aykırı olmayan yazar ve bilim adamlarının el üstünde tutulduğu, mevcut uluslararası yapının ve sermaye odaklarının dışında kalan yazarların ise bu ödülü almalarının mümkün olmadığı ifade edilmiştir. Aynı zamanda ödüllerin çoğunlukla Yahudilerin almasının arkasındaki temel nedenin Pınar dergisindeki bir yazıda Siyonizmin kurucusu olan Teodor Herlz’in Yahudi zenginlerinden Baron Hirsch ile yapmış olduğu konuşmaya atıfla açıklanmaya çalışılmıştır. Buna göre Yahudilerin kendilerini uluslararası kamuoyuna tanıtmaları ve aralarındaki birliği sağlamalarında, aynı zamanda Yahudi aleyhtarı toplumlar nazarında kedilerine duyulan nefretin giderilmesinde sanat, ilim ve birçok alanda verilecek ödüllerin diğer bir çok faaliyetten daha çok tanınmalarını sağlayacağı tavsiyesinde bulunan Herlz, Baron Hirsch’ten tekil ve işe yaramayan yöntemler yerine bu gibi faaliyetlerin yapılması için aktif rol oynamasını istemiştir.
Nobel ödüllerinin bir Yahudi projesi olduğunu İslamcı yazarlar tarafından daha vurgulu bir şekilde dillendirmesine yol açan gelişme hiç şüphesiz 1978 Camp David antlaşmasını İsrail ile imzalanmasına liderlik yapan Mısır lideri Enver Sedat’a verilmesidir. İslamcı yazarlara göre bu yapılan anlaşma Arap-İsrail sorununda önemli bir yeri olan Mısır’ı ve onun etki alanında olan ülkeleri bu sorunun bir parçası olmaktan çıkarma girişimidir. Böylece Camp David antlaşması ile Ortadoğu’da önemli bir düşmanını saf dışı bırakan İsrail, Ortadoğu’da politikalarını daha rahat uygulama imkanı bulacak ve kendi güvenliğinin sağlanmasında önemli bir yol kat edecekti. Nobel barış ödülünün Müslüman dünyası için bir garabet örneği olan Camp David gibi bir antlaşmanın ardından mükafat olarak Müslüman bir lidere verilmesi (İsrail başbakanı ile birlikte) aslında, Nobel’in Yahudilerin çıkarlarını koruyan uluslararası düzenin bir paçası olduğunu net bir şekilde gösterdiği ifade edilmiştir.
1988 yılında Nobel edebiyat ödülünü alan Mısırlı yazar Necip Mahfuz, İslamcı dergilerde geniş yankı bulmuştur. Nitekim yazarlar tarafından Mahfuz’un iyi bir edebiyatçı olduğu görüşü genel olarak kabul edilmekle birlikte yazarın Batı’da şöhret sahibi olmasının asıl nedeninin Arap edebiyatına yapmış olduğu büyük katkılardan ve toplumuyla ilgili sorunları dile getirmesinden daha çok kendi toplumunun değer yargıları ile barışık olmaması ve romanlarına hakim olan oryantalist bakış açısından ötürü olduğu ifade edilmiştir. Zaten yazarlara göre aksi zaten söz konusu olamaz. Çünkü Cemil Meriç’in Nobel hakkında ifade ettiği düşünceler yazarlar tarafından da şiddetle savunulmuştur. Meriç: Batının hiçbir zaman bizim değerlerimizi yansıtan eserlere ödül vermeyeceğini, bizi kendilerinin algıladıkları gibi gösteren eserlerin ancak ödülü kazanabileceğini savunmuştur. Yani yazarlara göre Müslümanlar kendi kimlikleri reddederek ve batı merkezci bir akış açısıyla bilimsel ve edebi faaliyet ortaya koyabilirlerse bu ödüle sahip olabilirler. Bundan ötürü, Mahfuz’un Arap edebiyatında önemli bir isim olduğunu kabul edilmekle birlikte, almış olduğu ödülün onun siyasi ve ideolojik tutumundan bağımsız düşünülemeyeceği, İslami değerler üzerinde yapmış olduğu alegorilerin kendi ülkesindeki İslami çevrelerde şiddetle eleştirildiği belirtilmiştir.
Nobel fizik ödülünü alan Abdüsselam dikkat çeken diğer bir figür olarak karşımıza çıkmaktadır. Abdüsselam Nobel fizik ödülünü 1979 yılında alan ilk Müslüman bilim adamıdır. Onun bu başarısı İslamcı dergilerde olumlu bir şekilde karşılanmıştır. Abdüsselam’ın İslam ile bilimin birbirleriyle zıt olmadığı görüşü vurgulanarak, İslamiyet’in bütün ilimlerin kaynağı olduğu ve Abdüsselam’ın yapmış olduğu bilimsel keşiflerini Tevhid inancına dayandıran çalışmalarının samimi bir Müslüman ilim adamı olarak Türkiye’deki ve diğer Müslüman ülkelerdeki meslektaşları tarafından örnek alınması gerektiği ifade edilmiştir. Nitekim Abdüsselam’ın bu başarısının İslam’ın bilime karşı olduğu yönündeki görüşleri ve dininin bilimsel gelişmeye engel olduğu varsayımlarını çürüttüğü, İslam’a yönelik menfi düşünceleri ortadan kaldırdığı ifade edilmiştir. Abdüsselam Müslümanların ilimde üstün olmaları gerektiği yönündeki en önemli kanıtın Kuran-ı Kerim’in teşvikleri olduğunu ifade etmiştir. Nitekim, Kuran-ı kerimde 750 civarında kainatı incelemeye yönelik ayetin bulunduğunu belirterek Müslümanların üzerlerinde ölü toprağı atarak ilmi çalışmaya yönelik olarak gayretlerini artırmaları ve yeniden bilimsel faaliyetlerin merkezi haline gelmesi gerektiğini vurgulamıştır.