Okumak ya da Söylemek
İLEM Edebiyat Çalışma Grubu koordinatörlüğünde, “Okumak ya da Söylemek: Sözlü ve Yazılı Kültür Ekseninde Firuzşah Hikâyesi (18.yy) Üzerindeki Okuyucu Notları” başlıklı sunum Elif Sezer Aydınlı* tarafından gerçekleştirildi. Yüksek lisans tezinden yola çıkarak sunumunu gerçekleştiren Aydınlı’nın yine aynı konu çerçevesinde yazdığı The Oral and the Written in Ottoman Literature: The Reader Notes on The Story of Firuzşah isimli kitabının da geçtiğimiz yıl yayınlandığını belirtmek gerek.
Aydınlı, divan edebiyatı-halk edebiyatı ayrımından duyduğu rahatsızlık üzerine tezinde, bu ayrımın sınırlarının bu kadar keskin olmadığını Hikâye-i Fîrûzşâh’daki okuyucu notları üzerinden incelediğini belirtmiştir. Osmanlı Edebiyatının, halk edebiyatı ve divan edebiyatı şeklinde çift katmanlı olarak ele alınırken sözlü olanın tamamen halk edebiyatı, yazılı olanın ise tamamen divan edebiyatı içerisinde değerlendirilmesine değinmiştir. Bu bağlamda Aydınlı, sözlü ve yazılı kültür arasındaki bağı ve etkileşimi ortaya koymak için Walter J. Ong’un Sözlü ve Yazılı Kültür adlı kitabından faydalanmıştır. Sözlü kültürün yazılı kültürden önce geldiği algısına, sözlü olanın gelişmekte olana, yazılı olanın ise gelişmiş/batılı/modern kültürlere atfedildiğine değinmiştir. Halbuki tezin temel iddiasını oluşturan yargılardan biri iki kültürün de iç içe geçmişliğidir.
Sözlü olanı “geri” yazılı olanı “ileri” olarak tavsif etmek hiyerarşik bir bağı da beraberine getirmektedir. Aydınlı bu hiyerarşik bağı Firuzşah Hikâyesindeki okuyucu notları üzerinden çözmeye çalıştığını belirtmiştir. Bu hiyerarşik bakışa ilk tepkinin antropologlardan geldiğini, bunların başını Jack Goody’nin çektiğini belirtmiştir. Aydınlı, sözlü ve yazılı kültürü birbiri ardınca gelen iki ayrı süreç olarak düşünmekten ziyade birbirini besleyen, birbiriyle etkileşim içinde olan ve birbirini dönüştüren süreçler olarak görmenin daha sağlıklı ve yerinde tespitlerin yapılmasına imkan sağlayacağını saptamıştır. Bu bağlamda meclislerde anlatılan/okunan Firuzşah Hikâyesi icra geleneğini sürdürmesi açısından sözlü kültüre, yazılı bir metin olması açısından da yazılı kültüre müdahildir.
Aydınlı, bir hikâye anlatıcısına ait olan Hikâye-i Fîrûzşâh’ın Firdevsî’nin Şehname’sindeki hikâyeye dayandığını, en eski nüshasının 1483 yılına ait olduğunu belirtmiştir. Hikâyenin ilk Türkçe versiyonu Kanuni’nin emriyle 16. yy.’da çevirilmiştir. Mezkur hikâyenin on sekizinci yüzyıl boyunca meclislerde okunan amaca yönelik popüler bir hikâye olduğu, sarayda iç oğlanlar tarafından okunduğu bilgisi Aydınlı’nın notlardan edindiği bilgilerdendir. Aydınlı, hikâyenin kırk beşinci cildini incelediğini, hikâyenin bir de otuz beşinci cildinin olduğunu; hikâye icra edilirken her akşama bir hikâye gelecek şekilde ciltlere ayrıldığını belirtmiştir. Hikâyede aşk, savaş, okuru huşuya getirecek olgular, kafirleri yola getirme zevkinin ifade edilişi gibi meselelerin bulunduğu belirtilmiştir. Bu yönüyle Aydınlı, hikâyenin işlevini günümüz dizilerine benzetmiştir. Hikâyedeki kenar notlarının toplu okumadaki okuyucuya, okunan mekâna ve okuma tarihlerine dair çeşitli bilgiler verdiği belirtilmiştir.
Aynı zamanda Aydınlı incelediği nüshadaki notlarda şiir ve küfür gibi çeşitli yazılara da rastladığını belirtmiştir. Aydınlı notlar içerisinde yazılan amatör şiirleri günümüz duvar yazılarına benzetmiştir. Örnek olarak Yeniçeri Abdi Efendi’nin iki şiirini okumuş ve tarihi bir bilgiye eriştiğini belirtmiştir. Bu bağlamda her bir Yeniçeri’nin özel bir temsilinin olduğu, sayfadaki gemi resminden anlaşılmaktadır. Gemi resmi “56 Kef” i yani 56.Orta’yı temsil etmektedir. Abdi Efendi’nin kızgınlığını dile getirdiği olaylardan o dönemde yaşanan bir gerginliğe, “Çardakçı Olayı” nın bilgisi edinilmiş, günümüzde de elli altı soyadlı kişilerin olduğu bilgisi verilmiştir.
Aydınlı bu bilgiler içerisinde ayrıca on sekizinci yüzyıl okuyucusunun gündelik hayatına ve onların politik, duygusal ve estetik tepkilerine dair notların da bulunduğunu ifade etmiştir. Aydınlı hikâye içerisinde okurun duygusal tepkilerini ifade ettiği notlar üzerinden bir tanımlamaya gitmiştir. Bu tepkiler üzerinden dört okuyucu tipi saptamıştır; romantik, ukalâ, küfürbaz ve Yeniçeri. Romantik okuyucunun şiirler yazdığı, ukalâ’nın hikâye kahramanlarına ders vermeye çalışıp hikâye ve mekana dair bilgilendirme notu düştüğü belirtilmiştir. Aydınlı notlardan edinilen bilgileri çok geniş bir kültürün arta kalanları olarak nitelendirmek yerine yeni oluşan kültürün yeni şehirli ürünleri olarak tanımlamayı tercih etmiştir.
Aydınlı, hikâyedeki notların konumunun ara bir bölgede olduğunu ifade etmiştir. Bu ara bölge geniş çerçevede düşünüldüğünde döneme, okura, anlatıcıya, mekana, siyasi ve sosyal meselelere ve bireysel tepkilere dair bilgi edinme açısından oldukça verimli bir alan durumundadır. İçerik olarak incelendiğinde notlar metnin hikâye dışındaki özelliklerini oluşturmaktadır. Kahve kültürünün gelişimi, güncel hayata dair meseleler ve tarihi notlar da saptanmıştır. Aydınlı notların ilk ve son sayfalarda yoğunlaştığını belirtmiştir. Sözlü kültürün incelenmesi açısından mühim konumda olan diğer tür ise okuyucu notlarındaki hitap ve hikâye karşısındaki reaksiyonlarını belirttikleri notlardır. Örneğin notlardan birinde hikâye karakterlerinin ruhu için Fatiha yazılmıştır.
Bu notların kimin için, hangi amaçla yazıldığı sorularını soran Aydınlı, cemiyet oluşturma amacına dikkat çekmiş ve bu bağlamda kuvvetli bir sirkülasyonun mevcudiyetinden söz etmiştir. Aydınlı okuyucuların birbirini tanıdıklarını ve kendi aralarında atışmaların yaşandığını belirtmiştir. Görüldüğü gibi hikâye sürekli dolaşım halindedir. Aydınlı’nın belirttiğine göre kitabın ikinci sahibi Abdi Efendi’nin elinden çıktıktan sonra bir sirkülasyon başlamıştır. Aydınlı kitaptaki notlar üzerinden bir tür ödünç alıp verme kültüründen bahsetmiştir. Bir süre sonra kütüphane dışına kitap çıkarmanın ve ödünç vermenin yasaklanmasıyla kitapların daha çok sahaflardan kiralanarak temin edildiği belirtilmiştir.
Aydınlı, notlar üzerinden el yazması ve matbaa kültürü arasındaki ayrıma da kısaca değinmiştir. Sözlü kültürde yazarın otoritesinin matbaa kültüründeki kadar baskın olmadığını belirtmiştir. Ayrıca el yazması kültüründe zeyl ve şerh geleneğinin ayrı bir yeri vardır. Bugün metinlere yapılan ek ve şerhler değerli görülmemektedir fakat öncesinde zeyl ve şerhlerin metnin kendisi kadar veya ondan daha başarılı ve meşhur olabildiği bilgisi verilmiştir. Bunun modern insanın algı farkıyla olan bağlantısına değinmiştir. Derkenar notlarının metin dışı olup olmadığı ise ayrı bir tartışma konusudur. Bu iki kültürdeki temel ayrım icazet geleneğinin varlığıdır. Müzikte olduğu gibi sözlü aktarımda da bu usûlün belirleyici olduğu ifade edilmiştir.
Aydınlı tezinin bir kısmında kendi tabiriyle bir “sıçrama” yaparak Cumhuriyet dönemine geçtiğini belirtmiş, halk ve divan edebiyatı ayrımını, bunlara yüklenen anlamları açıklamıştır. Tanzimat döneminde şairlerin halk edebiyatını tanıtma ve canlandırma çabası içerisine girdiklerini, halk edebiyatı derleme çalışmalarının arttığını belirtmiştir. Ziya Gökalp, Namık Kemal gibi şairlerin divan edebiyatını unutturma amacıyla Halk edebiyatına yöneldikleri, bu bağlamda Türk ocaklarına yüklenen misyonun bu yönelişe hizmet ettiği belirtilmiştir. Sözlü ve yazılı kültür, divan ve halk edebiyatı arasındaki keskin sınırların da bu zihinsel arka planla çizildiği belirtilmiştir.
Elif Sezer Aydınlı, okuyucu notları aracılığıyla sözlü kültürün izlerinin yazılı materyallerden de sürülebileceğini ortaya koymaya çalışmış, Osmanlının gündelik hayatı, gündelik dili ve sözlü kültürü hakkında yazılı bir kaynaktan bilgi edinilebileceğini ortaya koymuştur.
*Elif Sezer Aydınlı, Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olduktan sonra İstanbul Şehir Üniversitesi Kültürel Çalışmalar Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Şu anda da aynı üniversitenin Tarih bölümünde doktora çalışmalarına devam etmekte ve alanında çeşitli dersler vermektedir.