Sosyal Medya Erişim Engelinin Kültür Endüstrisine Etkisi
Yazan: Melike KIR
Günümüz toplumlarında sosyal medya; bireylerin kimliklerini inşa ettiği ve görünürlük kazanma fırsatı elde ettiği en önemli alanlardan biri haline gelmiştir. Sosyal medya platformları, kişilerin kendilerini ifade etme, sosyal çevreleriyle bağ kurma ve toplum kurallarına uygun bir kimlik oluşturma sürecinde önemli bir yere sahiptir. Kullanıcılar yaptıkları paylaşımlarla sosyal sınıflarını, etnik kökenlerini ve hatta dini inanışlarını yansıtma fırsatı elde etmektedirler. Sosyal medya, bireylerin kimlik oluşturma serüvenlerine eşlik etmenin yanında kapitalizme de büyük katkı sağlamaktadır. Bireylerin bu platformla kimlik oluşturma süreçleri, tüketim alışkanlıklarını da şekillendirmektedir.
Geçtiğimiz aylarda Türkiye’de konuşulan Instagram veya TikTok platformlarına erişim engeli getirilmesini içeren politikalar yakın gündemde ABD, İngiltere, Çin ve Rusya hükümetlerince de gündeme gelmiştir. İktidarlar tarafından sosyal medya platformlarına getirilen erişme engelleri bireylerin dijital dünyadaki varlıklarını ve görünürlüklerini tehdit eder hale gelmiştir. Bu durum bireylerin sosyal medyada inşa ettikleri kimliklerin sürekliliğini ve görünürlüğünü tehlikeye atmaktadır. Bu bağlamda Frankfurt Okulu filozofları Max Horkeimer ve Theodor W. Adorno’nun kültür endüstrisi teorisi önemli bir perspektif sunmaktadır.
Frankfurt Okulu: “Eleştirel Teori” adıyla bilinen bir yaklaşımı geliştirmiştir. Bu teori, modern toplumun güç yapılarını, ideolojilerini ve kapitalizmin kültürel etkilerini eleştirel bir bakış açısıyla incelemeyi amaçlar. Eleştirel teori, bireylerin toplumsal koşullarını ve bu koşulların bilinci nasıl şekillendirdiğini analiz ederken, özgürleşmeyi ve toplumsal dönüşümü hedefler.
Aydınlanmanın Diyalektiği: Horkheimer ve Adorno, bu eserde modern aydınlanma düşüncesinin ilerleme ve özgürleşme vaatlerinin tersine, toplumsal baskı ve tahakküm araçları haline gelme potansiyelini ele almışlardır. Onlara göre, aydınlanma idealleri rasyonelleştikçe, insan ilişkileri araçsallaştırılmış ve birey özgürlüğü sınırlanmıştır. İki düşünür de modern kapitalist toplumun eleştirisini yaparken, felsefe, sosyoloji ve kültür teorisini derinlemesine etkilemişlerdir.
Kültür insanlığın değerli hazinelerindendir. Kültür, toplumun kolektif davranışları ve diliyle şekillenir. Dil, sanat ve inançlar bu hazineyi güçlendirir. Bununla birlikte teknolojik gelişmeler, ekonomik ilerlemeler ve sosyal değişimler kültürü yeniden şekillendirebilir. Dolayısıyla kültür her geçen gün yeniden üretilmektedir. Her kültür kendi toplumu ve tarihiyle şekillendiği için benzersizdir. Ancak modern ve post-modern ideolojiler, benzersiz kültürel özellikleri büyük ölçüde değiştirmiş ve kültürü günümüzde tüketilebilecek bir ürün haline getirmiştir.
Kültür endüstrisi kavramı bu dönüşümde önemli bir rol oynar. Kültürün benzersiz yönlerine meydan okuyarak onu alınıp satılabilen bir şeye dönüştürür. Bu fikir, sanatın, medyanın ve diğer kültürel öğelerin tüketim için endüstrileştirildiğini öne sürer. Adorno ve Horkeimer, modern yaşamda kültürün bir ürün gibi tüketildiğini vurgulayarak bu kavramı hem tartışmış hem de eleştirmişlerdir. Kültürün kapitalist sistemde bir fabrikadaki ürünler gibi seri üretildiğini savundukları söylenebilir. Öte yandan kültür endüstrisi; müzik, kitaplar ve filmler aracılığıyla toplumu entelektüel ve duygusal olarak etkileyebilir. Son on yılda Kore kültürünün popülerleşmesi bir kültürün müzik, eğlence, dizi sektörüyle endüstrileşebildiğinin en net örneklerindendir. Ayrıca endüstrileşen kültür yeni normlar ve değerler de üretebilir. Ancak bir risk vardır: Kültürün endüstrileşmesi, farklı toplumların kültürlerinin benzersiz özelliklerini yok ederek homojenleşmesine yol açabilir.
Tek bir küresel kültür, büyük ihtimalle kaosa yol açacaktır çünkü her kültürün kendine özgü deneyimleri ve sorunları çözme yolları vardır. Örneğin, 2020’deki George Floyd protestoları farklı şekillerde yorumlanmıştır: Bazıları bunu bir sivil huzursuzluk olarak görürken, bazıları protestocuların insan hakları talep ettiklerine ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ırksal adaletsizliğe son vermek istediklerine inanmıştır.
Benzer şekilde, Hamas ve İsrail arasındaki “çatışmayla” ilgili görüşler de derinlemesine bölünmüştür. Bazıları İsrail’in kendini savunma hakkına sahip olduğunu düşünürken, diğerleri Hamas’ın uzun süredir devam eden, yaşadıkları bölgede İsrail’in toprak işgaline ve baskısına son verme arzusuna sempati duymaktadır. Bu durumlar, çeşitli perspektiflerle dolu bir dünyada tek bir homojen kültürün uygulanamaz olduğunu göstermektedir. Ayrıca kültürel standardizasyon, insanların kendi toplumlarından kopuk hissetmelerine ve kültürel miraslarının zenginliğinin azalmasına yol açabilir. Kültürün doğasına aykırı olan bu standardizasyon, kültüre zarar verebilir.
Kültür endüstrisi, kültürel unsurları tüketim nesnelerine indirgediği için eleştirilmektedir. Adorno ve Horkheimer, bu kavramı ilk tartışanlar arasında yer almış ve kapitalizmin rolüne odaklanmıştır. Kapitalizmin sadece ekonomik sorunlarla tanımlanamayacağını savunmuşlardır. Günlük yaşamlarımızı, müzik tercihlerimizi, alışkanlıklarımızı ve hatta kişisel ilişkilerimizi etkilediğini iddia etmişlerdir. Ayrıca kapitalizmin insan hayatının her yönünü bir ürüne dönüştürebilecek güce sahip olduğuna inanmışlardır.
Örneğin, sosyal medya platformları, kullanıcıların bireysel deneyimlerini ve hatta duygularını birer içerik ürünü haline getirerek, kişisel anların ticarileştirilmesine sebep olur. Ayrıca Adorno ve Horkheimer, kapitalizmin kâr amacıyla her kültürün benzersiz özelliklerine zarar verdiğini savunmuşlardır. Kültürün bu şekilde metalaştırılmasının, kültürel ifadelerde otantiklik ve derinlik kaybına neden olabileceğini ileri sürmüşlerdir.
Kültürün endüstrileşmesi tek taraflı hareketten ziyade karşılıklı etkileşimlere sahip bir süreçtir. Birey her ne kadar standartlaşma sürecine mecbur bırakılıyor gibi görünse de öte yandan gönüllü bir şekilde katılımı söz konusudur. Byung-Chul Han “Dijital Panoptikon” ifadesiyle bu meseleyi incelemiştir.
Byung-Chul Han: 1959 Güney Kore doğumlu filozof ve kültürel eleştirmenidir. Jürgen Habermas ve Michel Foucault gibi önemli düşünürlerin etkisinde kalmıştır. Şu anda Berlin’deki Hochschule für Gestaltung’da profesörlük yapmaktadır. modern toplumları eleştirirken genellikle postmodern düşünceler ve psikolojik analizlerle harmanlanmış bir bakış açısı geliştirir.
Panoptikon; Michel Foucault’un teorisinde kullandığı bir ifadedir. Foucault evrensel yapıları, sistemleri, kontrol mekanizmalarını inceleyen post-yapısalcı bir düşünürdür. Foucault’un teorilerinde önemli bir unsur olan güç, her yerdedir ve üretkendir. Güç, günlük hayatta kullandığımız kavramları, pratiklerimizi, kabul ettiğimiz hakikatleri, ahlaki normlarımızı ve öznelliğimizi üretmektedir. Foucault, gücün panoptikon yardımıyla disiplin toplumu oluşturduğunu ifade eder.
Panoptikon kavramı, modern toplumlarda iktidarın bireyler üzerindeki hakimiyetini sağlama ve sürdürme biçimini açıklayan bir metafordur. Bu metafor, merkezi bir noktadan izlenme durumuyla bireylerin sürekli olarak göz altında tutulduğunu hissetmelerini sağlayan hapishane modelini temsil etmektedir. Panoptikon, bireylerin davranışlarını kontrol etmelerine ve iktidarın normlarına uygun hale getirmelerine yol açar. Hastaneler, okullar, askeri okullar, tımarhaneler Foucault’nun ifadesiyle “uysal bedenler” yaratmak için kullanışlı kurumlardır. Otorite, hastanelerle bireylerin yaşam sürelerini ve üreme oranlarını takip ederek müdahale edebilir. Bununla birlikte okullarda bireylerin bilgiye ulaşma yollarına yön verme imkanına sahiptir. Dolayısıyla yaratılan uysal bedenler ve zihinler güç mekanizması tarafından kontrol edilebilir hale gelmektedir.
Modern toplumun sahip olduğu panoptikon tek taraflı dış baskı yerine bireylerin kendi rızalarını verdikleri gönüllü uysallaştıkları ve kendilerini denetledikleri bir yapı üzerine kuruludur. Bu sebeple Byung-Chul Han, Foucault’nun panoptikon teorisinin modern toplumlar için yetersiz kaldığını ifade etmektedir. Han, dijital panoptikonun klasik panoptikon görüşündeki cezalandırıcı bir güç kullanmadığını, bunun yerine bireyleri motive eden pozitif güç yapısı kullandığını savunmaktadır.
Han, “Şeffaflık Toplumu” kitabında dijital panoptikonun bireyleri şeffaf olmaya zorlayan bir toplum yarattığından bahsetmektedir. Şeffaflığın erdemlilik gibi sunulduğu toplumda bireyler sürekli olarak izlenme ve denetlenme döngüsüne girmektedir. Han kitabında “Şeffaflık mecburiyeti görünürlüğe tabi olmayan her şeyi şüpheli bulur. Şiddeti buradadır.” (Han, 2017) ifadesiyle şeffaflığın olumsuz tarafını vurgulamaktadır. Bu şiddete karşı koymaya çalışan bireylerin kendi toplumlarından kopabileceği, çemberin dışına itilebileceği ifade edilebilir.
Sosyal medya, panoptik gücü dijital alanda tekrar üretir. Sosyal medya, bireylerin hayatlarının her anını sergilemeleri ve bunu bir performans olarak sunmaları gereken bir alan haline gelir. Bireyler, görünür olmak için sürekli içerik üretir ve bu süreçte kendi kendini disipline eder. Bu da bireylerin sürekli olarak başarı göstermeye ve kendilerini optimize etmeye çalıştığı bir toplumu ortaya çıkarır. Kullanıcılar, sosyal medyada beğeniler, paylaşımlar ve takipçiler aracılığıyla ödüllendirilir ve bu ödüller, onları daha fazla içerik üretmeye ve kendilerini daha fazla açığa çıkarmaya teşvik eder.
Bunlara ek olarak sosyal medya platformları ve dijital şirketler, bireylerin davranışlarını, tercihlerini ve alışkanlıklarını izleyerek bu bilgileri toplar ve ticari kazanç sağlamak amacıyla kullanır. Bu durum, klasik panoptikondan farklı olarak, gözetimin bireyler üzerindeki etkisinin daha incelikli, ancak daha yaygın olduğu bir yapıyı ortaya çıkarır. Bireyler, bu süreçte kendi verilerini gönüllü olarak paylaşırken, aynı zamanda kapitalist bir sistemin içinde sürekli gözlemlenen ve yönlendirilen birer özne haline gelir. Böylece dijital gözetim, doğrudan zorlamaya dayanmadan bireylerin rızasıyla birlikte bireyleri denetler ve kontrol eder.
Byung-Chul Han’ın dijital panoptikon düşüncesi ile Adorno ve Horkheimer’ın kültür endüstrisi teorisi birleştirildiğinde, modern toplumda bireylerin gönüllü olarak hem kültürel hem de dijital gözetim altında nasıl denetlendiği anlaşılabilir. Kültür endüstrisi teorisi, kitlesel medya ve popüler kültürün, bireylerin düşünme biçimlerini standartlaştırarak onları kapitalist sistemin pasif tüketicilerine dönüştürdüğünü savunur. Han’ın dijital panoptikonu ise sosyal medya platformlarında bireylerin görünürlük ve beğeni arzusuyla kendilerini sürekli sergilemelerine dayanır. Sosyal medya; bireylerin hem eğlence hem de gözetim aracı olarak, popüler kültür kalıplarını yaygınlaştıran ve kapitalist sistemin sürdürülebilirliğini sağlayan temel bir mekanizma haline gelir. Bireyler gönüllü olarak bu sistemin içine çekilir, tüketim kalıplarını ve bu kalıplara göre şekillenen değerleri içselleştirirler.
Sosyal medya hem kültür endüstrisi hem de Byung-Chul Han’ın dijital panoptikon düşüncesi açısından bireyler üzerinde önemli bir baskı aracıdır. Kültür endüstrisi bağlamında, sosyal medya kitlesel medya ve popüler kültürün bireyleri tek tipleştirerek pasif tüketicilere dönüştürdüğü bir araçtır. Erişim engeli, bireylerin bu sürekli tüketim ve popüler kültüre maruz kalmalarını geçici olarak durdurarak, üzerlerindeki standartlaştırıcı baskıyı hafifletebilir. Dijital panoptikon açısından ise, sosyal medya bireylerin sürekli olarak kendilerini sergiledikleri, gönüllü olarak gözlem altına girdikleri bir alandır. Erişim engeli, bireylerin bu görünürlük ve performans baskısından kurtulmalarını sağlayarak, kendilerini daha az denetim altında hissetmelerine yol açabilir. Böylece sosyal medya üzerindeki şeffaflık ve denetlenme döngüsünden bir süreliğine uzaklaşmak, bireyler için bir rahatlama yaratabilir.
Diğer taraftan erişim engeli, bu ürünlerin yayılımını kısıtlayarak kapitalist işleyişi aksatabilir, ancak bu engel, tüketim alışkanlıklarını köklü bir şekilde değiştirmekte, yerine bireylerin alternatif platformlara yönelmesine ya da yasa dışı yollarla sosyal medyaya erişim sağlamasına neden olabilir. Böylece popüler kültür ürünlerinin etkisi farklı yollarla devam edebilir. Dijital panoptikon açısından, sosyal medya bireylerin kendilerini sürekli sergilediği ve ödüller aldığı bir ortam sağlar; erişim engeli bu görünürlük ve ödüller aracılığıyla toplumsal değerlerin güçlendirilmesini kesintiye uğratabilir ve bireylerde eksiklik hissi yaratabilir. Sosyal medyanın kapanması, bireylerin görünmez hissetmelerine ve toplumsal bağlantılarını kaybettiklerine dair düşüncelere yol açabilir, böylece dijital panoptikonun yarattığı görünürlük ve sosyal bağlantı baskısının kesilmesine neden olabilir.
Kaynakça
- Han, B.-C. (2017). Şeffaflık Toplumu. Metis Yayınları.
Marmara Üniversitesi İngilizce Sosyoloji bölümünde 3. Sınıf öğrencisidir. Hâli hazırda İLEM II. Kademe öğrencisidir. Sosyal bilimler ve güncel toplumsal meselelerle ilgilenmektedir. Kültür ve sanat alanlarıyla ilgilidir. Ortaokul ve lise yıllarında piyano eğitimi almıştır.