Temel Dinamikleri Yeniden Ele Almak
Değerlendiren: Furkan Emiroğlu
İslam Siyaset Düşüncesi Projesi ikinci aşama çalışmalarının ilki 29 Mart 2022 tarihinde “İslam Düşüncesinde Siyaset-İktisat İlişkisi” konferansı ile başlamıştır.
İlmi Etüdler Derneği, İslam Siyaset Düşüncesi (İSD) projesini daha da derinleştirmektedir. Bu bağlamda İSD kataloğunu bütünüyle yenilemekte; Süleyman Güder, Ahmet Köroğlu ve Özgür Kavak editörlüğünde İslam Siyaset Düşüncesinde Temel Kavramlar ve Meseleler başlıklı referans kaynak hazırlanmaktadır. Bunların yanı sıra Ömer Türker’in yürütücülüğünde “Klasik Dönem İslam Siyaset Düşüncesini Yeniden Yorumlamak” başlığı altında yeni çalıştaylar, konferanslar ve söyleşiler tertip edilmekte, bu çalışmaların semerelerini de kitaplaştırılarak ilgili literatüre kalıcı eserlerle katkı sunmak hedeflenmektedir. Kademe eğitimlerinde ve çalışma merkezi bünyesinde açılan okuma grubu, ders ve atölyelerle çatı gündem altında birçok öğrencinin ve meseleye ilgili olan araştırmacıların bir araya getirilerek tecrübe ve bilgi paylaşımının gerçekleşmesine vesile olunmaktadır.
İLEM bünyesinde gerçekleşen, 2016 yılında araştırma ve kolektif çalışmalarına başlayan İslam Siyaset Düşüncesi Projesi’nde, 2022 yılından itibaren Ömer Türker’in de destekleriyle yeni sorgulamalara girişilmiştir. İslam Siyaset Düşüncesi alanında bu zamana kadar yapılmış çalışmalardan, odaklanılan temalardan farklı olarak bu alt disiplinin çeşitli disiplinlerle olan irtibatları sorgulanmaktadır. Bu çalışmaların bileşeni olan “İslam Düşüncesinde Siyaset-İktisat İlişkisi” başlıklı konferansta Ömer Kallek konuşmacı olarak yer almış, moderatörlüğü ise Ömer Türker üstlenmiştir.
İslam Hukuku ve Ekonomi Tarihi alanlarında yüksek lisans (Hz. Peygamber Döneminde Devlet ve Piyasa, İstanbul: Bilim ve Sanat Vakfı, 1992) ve doktora (Asr-ı Saadet’te Yönetim-Piyasa İlişkisi, İstanbul: İz Yayıncılık, 1997; Sosyal Servet, İstanbul: Klasik Yayınları, 2015) tezlerine sahip olan Kallek’in iktisat alanına yönelik çalışmaları, bu çalışmaların İslam düşüncesi ile bağlantılarının gözetilmesi, aşırılıklardan uzak ve mutedil bir mefkure ile değerlendirmiş olması, Proje kapsamında siyaset ve iktisat alanlarının birlikte değerlendirilmesine vesile olmuştur.
Programda selamlama konuşmalarını gerçekleştiren İLEM Yönetim Kurulu Başkanı Abdulkadir Macit, İslam Siyaset Düşüncesi Projesi kapsamında gerçekleşen çalışmalar neticesinde ilgili literatüre yeni katkılar sunulabileceğini belirtmiş, projenin yürütücüsü olan Süleyman Güder’e teşekkür etmiştir.
Sonrasında Ömer Türker, proje vesilesiyle İslam’da siyaset düşüncesinin temel dinamikleri, onun nelerle irtibatlandırılabileceği, günümüzdeki hangi kavramlarla ilişkili olabileceğini, farklı disiplinlerle nasıl münasebet kurulabileceği üzerine düşünme imkanına sahip olunacağını belirtmiştir. Bu alanın bakir olduğunu belirten konuşmacı, siyaset metinlerinin derinleştiği noktaların sorgulanacağı, kavramların imalarının peşine düşüleceği, siyaset kapsamına giren birtakım metinlerin başka hangi kapsamlarda değerlendirilebileceği; bazı metinlerin yeni bir şey söyleyemediği, ya da anlaşılamadığı, bu metinlerin anlamlarının açımlamasının yolunun yazıldığı dönemdeki konjonktürlerin mercek altına alınmasının kendilerince hedeflendiğini belirtti. Konuşmacı, akabinde, çalışmaların bütününün bir ifşa mahiyeti taşıdığını sözlerine ekledi.
Cengiz Kallek hocanın kitaplarını yoğunlaşarak okuduğunu belirten Türker, onun doktora tezinde odaklandığı meseleyi irdelediğinde İslam’da Hulefa-i Raşidin ve fütuhatla devasa bir zenginliğin ortaya çıktığını fark ettiği; bu dönemlerde yeni kurumların kurulmasına, bilimsel çalışmaların desteklenmesine imkan aralandığının dikkate değer olduğunu belirtmiştir. Bu açıdan bakıldığında İslam’da siyasi nizamın kurulması ile ekonomik prensiplerin oluşturulması arasında nasıl irtibat kurulabileceği sorusunu Kallek’e yöneltmiştir.
Kallek, öncelikle kavramları çok önemsediğini ve kavramların yerli yerince anlaşılması gerektiğini ifade ederek konuşmalarına başlamıştır.
İlk olarak “alem tasavvuru” ifadesine işaret eden Kallek, her medeniyetin kendine uygun kelimelere sahip olduğunu, “dünya bakışı” ifadesinin ve “öbür dünya” kavramının devalüe edici bir kavram olduğunu belirtti.
Siyaset ve iktisat kavramlarının kökenlerini ve esas mahiyetlerini sorgulayan konuşmacı, siyasetin “seyislik” kelimesinden geldiğini, kavramın ortaya çıktığı dönemde Arap atlarının değerli olduğunu belirtilmiştir. Kavrama ayrıca “Hepiniz çobansınız” hadisinden hareketle, halkın eğitimi, maişetinin temini, dirliğinin sağlanması anlamlarının yüklendiği ifade edilmiştir.
Kallek, “management” kelimesinin “ar davası” anlamına geldiğini, “government” kavramının ise İngilizlerde “gemi dümeni” anlamını karşıladığını, hükümet yönetiminin gemi dümeni ile benzeştirildiğini belirtmiştir. “Kast” kelimesinin teleolojik boyuta sahip olduğu, kemik iliği anlamına gelen “kasit” sözcüğünden türediği, “iliğe varıncaya kadar” tasarruf edilmesi gerektiğine işaret ettiği, 19. yüzyıl başlarında Osmanlı’da kullanıldığı konuşmacı tarafından hatırlatılmıştır.
Programda, zirai menşeili bir toplum olan Greklerde pratik felsefe olarak adlandırılan alan, Osmanlı’da “ilmi tedbir-i menzil” hane halkının yönetimi, “tedbirü’n nefs” kişi yönetimi yani birey ahlakı, ondan daha büyük olarak şehrin yönetimi ise “ilmi tedbirü’l medine” kavramlarıyla karşılık bulduğu ifade edilmiştir.
Konuşmacı, İslam’a uygun yeniden bir isimlendirme yaptığımızı ifade etmiştir. Tedbir ve iman kavramlarına vurgu yapan Kallek, siyaset ve iktisadı hilafet misyonu doğrultusunda şekillendirmenin önemine, bize bırakılan emanet nazarıyla evrenin değerlendirilmesi gerektiğine, Allah’ın emaneti olarak yeryüzünün imar edileceğine işaret etmiştir.
Kallek, akademik alanda ilgilendiği bu meselelere 12 Eylül sonrasında askeri kökenli bir hocasının sarf ettiği “1400 yıl önceki çöl kanunlarıyla memleket yönetilmez” sözünden hareketle “1400 yıl önceki bu çöl kanunları nedir?” sorusunu sorarak bu dönemleri incelemeye başladığını belirten Kallek, devlet ile mal/üretim faktörleri-piyasaları” arasındaki ilişkiye yoğunlaştığını söyledi. “Mal” kavramının ne olduğunun peşine düşen Kallek, “İslam’ı bir dava için mal varlığı feda edilebilir mi?” sorusuna da sahabe döneminden yanıt aramaya çalıştığını ifade etmiştir.
Bu soruya yanıt olarak Hz. Ebubekir’in hadisesini örnek gösteren Kallek, Hz. Ebubekir in nakdi mal varlığını getirdiğini, taşınamaz mal varlıklarını ailesine bıraktığına yönelik çıkarımında bulunmuştur. Sahabenin mal varlıklarının dökümünü yapan Kallek, 1400 yıl sahabeden bazıların Akdeniz’de gemi ticaretini gerçekleştirdiğine, dünya hakimiyeti arayışının sahabe döneminde de olduğuna, sahabenin bu serveti elde ettikten sonra ne yaptığını sorguladığımızda büyük bir kısmının Allah rızası yolunda harcandığına yönelik çarpıcı bilgilerle karşılaşıldığını belirtmiştir.
İslami perspektifle bakıldığında servetin sosyal özelliğe sahip olduğunun belirtildiği konuşmada Kallek, devletin ve fertlerin bu düstura uygun hareket etmesi gerektiğini ifade etmiştir. Konuşmacı, göreve getirilen sahabelerde mal beyanının gerçekleştiği ve bazı durumlarda onların mallarının müsadere edildiği malumatını paylaşmıştır.
“Hulefa-i Raşidin döneminde siyasi kurumların oluşumunda bu döneme özgü iktisadı etkenler nelerdir?” sorusunu konuşmacıya yönelten Türker, bu döneme yönelik gerçekleştirilen araştırmalarda ağırlıkla hilafet meselelerine yoğunlaşıldığı, bu çalışmalardan farklı olarak iktisadi etkenlerin de değerlendirilmesi ile meselelerin nasıl bir anlam hüviyeti kazanabileceği sorgulamıştır.
Kallek, Hz. Peygamber’in (sav) “nebi” olduğu; aynı zamanda devlet başkanı olarak gerek siyaset gerekse iktisat alanlarında çeşitli politikalar ortaya koyduğunu, bunlardan bugüne de hitap edebilecek değer ve çıkarımlarda bulunabileceğini belirtti. Ancak dinin kemikleştirilmemesi gerektiğine, uç fikirlerde olunmaması gerektiğine dair vurgu yapmıştır. Kutsamanın ya da her şeyi saf dışı bırakmanın doğru bir tutum olmadığını, bazı uygulamaların o döneme has olabileceğini hatırlatmıştır.
Kallek, günümüzde çokça tartışılan bir mesele olarak Hz. Peygamberin fiyatlara narh koyulmasını reddettiğini, fakat bunun yorumlanması esnasında vakanın “ne zaman, hangi şartlarda gerçekleştirildiği” sorularına yanıt aranması gerektiğini belirtmiştir. Fiyatlara getirilen bu narh koyulmama olayının dinin buyruğu olarak değil, peygamberin öznel politika tercihi olduğunun altını çizmiştir. Bununla beraber “düzenleme ehliyetinin fiyatlara mı, birim miktar başına mı getirildiği” gibi detaylı soruların da sorulması gerektiğine dikkat çekmiştir.
Konuşmacı, dönem şartlarının gereklerini düşünerek, muhtelif olayların incelenmesi sonucunda çıkarımlarda bulunulması gerektiğini, meselelerin kaç sene sürdüğünü; olaylardan kimlerin etkilendiğini, dönemin kültür ve adetlerinin, dönemin coğrafi durumunun dikkate alınması gerektiğini, Halife-i Raşidin döneminden örnekler vererek aktarmıştır. Konuşmacı, politikaların dönemin şartlarını yansıttığını hatırlatmış, salt lafzi değerlendirmelerin hataya sebep olabileceğini, diğer şartların gözetilerek, onların peşine düşerek değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.
İslam fıkhının, mikro ekonomik değerlendirmelere ulaştırabileceği, ancak makro düzeyde değerlendirmeler için tek başına yeterli olmayacağı belirtilmiştir. Kallek, hadiselere bütüncül şekilde bakılması gerektiği, fıkıhta da bunun bir zorluk olarak karşılarına çıktığını belirtmiştir.
“Efdal” kavramına da değinilen konferansta, ehliyet açısından devlet başkanı adaylarından, bireylerden en erdemli olanın kim olduğu, bu kişinin seçilmesine kimlerin karar vereceği meselelerinin tartışılan mevzular olduğu Kallek tarafından hatırlatılmıştır. Bu konuda Kellek, Hz. Ebubekir’in halife hutbesinde “Ben en efdal olanınız değilim.” ifadesinin tevazu ifadesi olarak yorumlandığını; ancak şahsının “yanılabileceğini”, tebaanın böyle bir durumda kendisini kılıçlarıyla düzeltebileceğini ifade etmiştir.
Ehl-i Sünnet ile Şia düşüncesi arasında mukayeselerde bulunan Kallek, Şia düşüncesinin teokratik bir İslam ortaya koyduğunu, Ehl-i sünnet ile teokrasinin ilişkilendirilmesini doğru bulmadığını belirtmiştir. Muaviye ile birlikte saltanata dönüş durumunun gerçekleştiğini sözlerine eklemiştir. Ehil kişi seçildikten sonra “biat”ın, diğer adıyla bey akdinin gerçekleştiği, devlet başkanına biat ederken onun elini tutup biat edildiği belirtmiştir. Biat edilmeyenlere, kalkışma olmadığı müddetçe, bir yaptırım gerçekleşmediğin
İslam dininin hakkaniyet (equity) vadettiği, insanların birbirlerine farklı hizmetler etmek amacıyla farklı yaratıldığını belirten konuşmacı, eşitlik değil, hakkaniyetin esas alındığını kadın erkek arasında, vatandaşların askeri olaylar karşısında farklı rollerinin olduğunu örneklerle anlatmıştır.
Konferansta, Külfet-nimet dengesi- bunların dengeli dağıtılması “adl” kavramına karşılık geldiği, adl’in hayvan yükünün bir parçası anlamına geldiği belirtilmiştir. Kallek, iki deng’in bir denge oluşturduğu timsalinden hareketle adaletin denge oluşturduğu gerçeğine işaret etmiştir.
Emanet, evrenin yöneticiye emanet edilmesi, aynı zamanda eminlik vasfına işaret ettiğini ifade eden Kallek, istişare-i şura, istikrar ve saadet kavramlarına vurgu yapmıştır. Ayrıca saadet kavramının ve iki cihan saadeti ifadesinin, alem tasavvuru açısından bütüncül ve kapsayıcı bir mahiyete sahip olduğunun altı çizilmiştir.
Programın devamında siyasetin şeriata bağlı olmak durumunda olduğu; ancak yöneticinin serbest olduğu alanların olduğu, vergi alanlarından bazılarının buna örnek olarak verilebileceği bilgileri paylaşılmıştır. Ayrıca ceza hukuku, idare hukuku, siyaset-i şeriyye, devlet teşkilatı (anayasa hukuku) alanlarında devlet başkanının tasarrufları olduğu, ancak alimlerin onların sınırları aşmaması adına naslar koyduğu belirtmiştir.
Varlık düşüncesinde farklı varlık düzlemlerinin olduğunu belirten Kallek, Allah’ın bizimle irtibata geçmek için gönderdiği elçiler vasıtasıyla vahiy ve bilgiler ilettiğini, bunun insanlara yardımcı olduğunu, yöneticiler ile yönetilenler aynı varlık düzleminde olduklarını; ancak hukuk sosyolojisi açısından insanlar arasında çıkacak anlaşmazlıkların çözümlenmesi amacıyla bir otoritenin varlığı önemli görülmüştür. İnsanların huzurlu bir ortama kavuşması amacıyla kadılık müessesesinin doğru ya da yanlış hüküm verse de anlaşmazlık çözücü-bitirici fonksiyonunun mühim olduğu programda vurgulananlar arasındadır.
Rekabet-murakabe kavramlarının rikab/rakiplerin boyunlarına çökme/irtikap kavramlarından türediği, kişinin kendi çıkarını gözetmesine yönelik anlam içerdiği; Kur’an-ı Kerim’de yer alan “münafese” kavramının ahirete yatırım hususunda inananların nefes nefese kalacak şekilde bir yarış halinde olmaları anlamına geldiği, olumlu olanda yarışmanın İslam düşüncesinde karşılık bulduğu Kallek tarafından ifade edilmiştir.
“Competition” kavramının insanların birbirlerinin üzerine atılma anlamını taşıdığı, “consumption” (tüketim) kavramıyla – yok etme – ne kadar tükettim, o kadar varım yanılgısına düşüldüğü konuşmacı tarafından belirtilmiştir. Emanetçi sıfatıyla tüketmek değil, imar edip-devretmek anlayışına sahip olunması gerektiğini belirten Kallek, Hz. Peygamber’in eşya ile diyalogunu incelemiş, onun eşyayla kurduğu münasebette -isim verme/adlandırma alışkanlığına dikkat çeken bir bulgu olduğu; O’nun eşyayı yok etme değil, eşyayı var etme ve eşyaya kişilik kazandırma hedefinin olduğuna dikkat çekmiştir. Günümüzdeki tüketim pratiklerine işaret eden Kallek, tüm insanların Amerika’da yaşayan bireyler kadar tükettiğinde yaşamın çok kısa sürede sona ereceği bilgisini paylaşmıştır.
İktisadı siyasetin ardılı olması bahsi üzerine Kallek, devletin birtakım siyasi kararlar alma meşruiyetine ve belirli uygulamalara teşvik etme vazifelerine; siyasi idare olarak otoriteye sahip olması dolayısıyla iktisadi yönlendiriciliğe sahip olduğuna dikkat çekmiştir. Bununla beraber, devlet başkanının ekonomik saikleri de içeren adaleti gözettiği müddetçe idaresini sürdürülebileceği kaidesinden hareketle siyaset-iktisat ilişkisine işaret edilmiştir.
Arap ortak pazarının kurulmasının, dış ticarete bağımlılığın, Çin’den Hindistan’dan Güney Arabistan limanlarından ulaştırıldığı, Kızıldeniz limanlarına yukarıya doğru kıyı boyunca panayırların kurulduğu, hem ziyaretin hem de ticaretin gerçekleşmesine yardımcı olduğu belirtilmiştir. Günümüzde İslam ortak pazarı kurulamasa bile, ona götürecek bazı politikaları uygulayabileceğini belirten Kallek, uluslararası ticaret işlemlerinin dolarla değil, mahalli para birimlerle yapılabileceğinin altını çizmiştir.
Kabileler arasındaki sosyal ilişkilerin incelendiği meselede İslam’ın asabiyete karşı olduğu, ancak asabiyetin yitirilmediği; çeşitli çatışmalar ve kan davalarının Asr-ı Saadet döneminde ve sonrasında sürdüğü belirtilmiştir. Kallek, belirsizliklerin ve bilinmezliklerin yok edilemese de en azından mümkün oldukça azaltmak gerekliliğine işaret etmiştir.
Programda son olarak devletin refah yüklenicisi olup olmaması meselesine değinilmiştir. Bu bahiste Kallek, devletin kamu menfaatini gözetmek zorunda olduğunu, piyasanın yegane belirleyici olamayacağını, piyasanın böyle bir hassasiyetinin olmadığını, piyasanın ancak manipülatör olmayan bir düzen dahilinde refah üretebileceğini belirtmiştir. Konuşmacı, piyasa durumunda hukuken sorumlu tutulacak bir muhatabın bulunmadığı, herkesin kendi ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştığı, böyle bir durumda düzenin ortaya çıkamayacağı, kaynakları verimli tahsis edemediği, kaynakların geri dönüştürülemez şekilde yok edildiği, devletin ekonomiye müdahalesinin kaçınılmaz olduğu savlarını öne sürerek konuşmalarını tamamlamıştır.