Türkiye’de Yerel Seçimlerin Sosyolojik Tahlili
Röportaj: Melike Kır
Prof. Dr. Mahmut Hakkı Akın, sosyoloji alanında uzmanlaşmış, akademik çalışmalarıyla tanınan değerli bir bilim insanıdır. Yerel yönetimler, siyasal davranışlar ve toplumsal değişim konularında derinlemesine araştırmalar yapmış, birçok önemli esere imza atmıştır.
Türkiye’nin siyasi ve sosyal yapısını derinden etkileyen yerel seçimler üzerine, Prof. Dr. Akın ile kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu röportajda, ülkemizin yerel yönetimlerinin geleceğini şekillendirecek olan 31 Mart seçimlerinin sosyolojik boyutlarını ele aldık. Prof. Dr. Akın’ın değerli analizleriyle, seçimlerin toplumsal dinamikler üzerindeki etkilerini ve potansiyel sonuçlarını detaylı bir şekilde inceledik.
- Genel ve Yerel seçimlerde seçmenlerin oy vermesini etkileyen faktörler değişiklik gösteriyor mu? Gösteriyorsa bunlar nelerdir?
Evet gösteriyor ama burada da farklı etkenler devreye giriyor. Örneğin şehrin büyüklüğü etkileyici bir faktör. Genellikle büyük şehirlerde siyasetin daha etkin olduğunu takip edebiliyoruz. Fakat nüfus azaldıkça, insanların birbirlerini daha çok tanıdıkları homojen bir şehir varsa (ilçeler veya kasabalar) yerel dinamiklerin çok daha fazla bir şekilde devreye girdiğini gözlemleyebiliriz. Bu nedenle de seçmenin zihni genel ve yerel seçimlerde farklı işleyebiliyor. Tabii ki burada seçmenin profili de önemli. Seçmenleri, bir partiye bağlılık oranına göre de ayırabiliriz. Siyaset sosyolojisini de göz önünde bulundurursak yaş gruplarının da etkisini bu bağlamda katmanlı bir şekilde gözlemleyebiliriz. Kısacası siyasete bakışta hem süreklilikler var hem değişimler var. Bu nedenle yerel ve genel seçimlerin dinamikleri birbirinden farklı olabiliyor. Türk siyasi tarihine baktığımızda bunun örneklerini de görebiliriz. Örneğin geçmiş dönemlerde bir parti yerel seçimlerde belediyeyi kaybediyor fakat genel seçimlerde meclis üyeliğinde çoğunluğu elde edebiliyor. Burada halkın adaya tepki gösterdiğini farz edebiliriz. Bununla birlikte halk, karşı tarafın kazanmasını istemediği için de oy vermiş olabiliyor.
Hemşehirlilik ve mezhepsel etkileri de gözlemleyebiliriz. Önümüzdeki İstanbul seçimlerinde de bunu gözlemleyebiliyoruz. Kürtlerin oyunu almaya yönelik faaliyetler sürdürülebiliyor veya milliyetçilik etrafında birtakım tartışmalar, ayrışmalar gündeme gelebiliyor. Ya da bir önceki seçimde Ekrem İmamoğlu’nun Karadenizli olması veya Mansur Yavaş’ın Ankaralı olması bu adayların kazanmasını etkileyen faktörlerdendir. Bu noktada yerel dinamiklerin hala etkin olduğunu süreçlerde gözlemleyebiliyoruz.
Toparlamak gerekirse, seçim süreçlerinde bu bağlamlar oldukça karmaşık bir hale gelebilir. Genel ve yerel seçim olarak bir karşılaştırma yapacak olursa yerelde çok daha karmaşık etkeni göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bunun yanında genelde başkanlık sistemine geçtiğimiz için daha net bir kutuplaşma ve bölünme var ama bu da basit bir şekilde yorumlayabileceğimiz bir şey değil.
- Türkiye’nin demokratik gelişimi açısından yerel yönetimlerin rolü nedir? Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi demokratikleşme sürecine nasıl katkı sağlar?
Yerel seçimler bu bağlamda önemlidir. Taşıyıcı olarak görev alan kısımlar daha yerelde kalmakta. Burada sadece belediyelerden söz etmiyorum. Belediyelerin rolü güçlendirilmiş sivil toplumu teşvik etmek olabilir bu konu bağlamında.
Bu soru için olayın iki yüzünden bahsedelim. Birinci olarak, evet böyle bir tarafı olabilir. Yerel seçimlerde, yerel seçim aktörleri seçimi kazanabilmek için daha dinamik bir sürecin içerisinde bulunuyorlar, halkla daha fazla temas içinde bulunmaları gerekebiliyor ve fayda götürmesi gerekiyor bir noktada. Bu faydayı elde edemediği zamanlar insanlar tepki gösterebiliyor, insanlarla temas etmeleri gerekebiliyor. Bu demokratik kültüre katkı sağlar. Buna karşılık Türkiye’de siyaset sadece rasyonel olarak yapılan bir iş değil. Sadece fayda için yapılan bir iş değil. Burada kimlikle ilgili meseleler de devreye girebiliyor. Bu noktada da Türkiye’nin farklılıklarını göz önünde bulundurmak gerekebiliyor.
Bir diğeri de yerel seçimlerde nepotizm görebiliyoruz. Bu durum demokratik kültürün yerleşmesine katkıda bulunduğu kadar bulunmayabilir de. Zemin kaygan bir şekildedir. Küçük şehirlerden büyük şehirlere kadar sivil toplumun güçlenmesi, belediyelerin hizmet odaklı bir birim haline gelmesi daha önemlidir. Fakat şöyle bir durumu da göz önünde bulundurmak gerekiyor, hala altyapı problemleriyle bu kadar çok uğraşan bir toplum tam anlamıyla dinamik bir demokrasi yapının oluşmasına engel oluşturabilmektedir.
Nepotizm: Nepotizm, bir kişinin akrabalarına veya yakın çevresine, liyakat veya hak etme durumları göz ardı edilerek, iş imkanı, terfi, ödül veya diğer avantajlar sağlaması anlamına gelir. Genellikle olumsuz bir terim olarak kullanılır ve adil olmayan kayırma olarak görülür.
- Toplumun içindeki dinamikler demokratikleşme sürecini bazen zedeleyebiliyor bazen de güçlendirebiliyor diyebilir miyiz?
Evet, diyebiliriz. Nepotizm bu konuda önemli bir konu dediğimiz gibi. Nepotizm toplumu rahatsız eden bir şeydir. Buradaki ilişkinin bir tarafı halk. Halk bu ilişkiyi gerçekten demokrasiyi talep ederek mi yapıyor dediğimizde durumun analizi zorlaşıyor.
- Yerel seçimlerde seçmenin kararına ideolojilerin ve yapılan kamu hizmetlerinin bununla birlikte harcamalarının etkisi nasıldır. Önümüzdeki 31 Mart seçim sürecinde hangisinin etkisini daha çok görebiliriz?
Türkiye’de kimlik siyasetinin her zaman merkezi bir yerde olduğunu düşünüyorum, hizmet genellikle ikinci planda kalıyor. Şöyle bir şey söyleyebiliriz bunlar daha çok bir arada bahsedilebilir konulardır. Yani bir yerde bu çok kronikleşebilir. Örneğin daha evvelinde Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu bölgelerinde hiç hizmet almamalarına rağmen seçmen neden HDP’ye oy veriyor diye baktığımızda bölgesel bir durumla karşılaşıyoruz. Burada kimlikle ilgili bir gerilim ve çatışma oluşuyor. Bunun sonucunda bir seçmen davranışı oluşuyor. Bir diğer örnek olarak CHP’li belediyelerinde de Ak Parti’ye olan karşıtlıklardan dolayı CHP’ ye oy verildiğini gözlemleyebiliriz. Bu durumda da hizmetin önüne kimlik geçiyor olabilir. Türkiye kimlikle alakalı sınırlarını tam anlamıyla aşmış değil.
Biz hala belediyelere hizmet kurumu olarak bakmıyoruz. Belediyenin kimin elinde olacağı bizi daha çok ilgilendiriyor. Seçmenin oy verirken motivasyonu “aman şunların eline geçmesin” olarak da işleyebiliyor. Hizmet önde gibi görünebilir fakat mikro olanı olamadı hala birçok yerde.
- Türkiye seçimlerinde genellikle adayların karizmatik lider özelliklerini yansıtmaya çalıştığını gözlemliyorum. Türkiye’de hangi kişisel özelliklerin adayların kazanmasına olumlu yönde etki ediyor?
Türkiye güçlü lider seviyor. Doğrudan kurallara uyan bir liderden ziyade karizmatik olması, hitabetinin güçlü olması, güçlü bir profilinin olması isteniyor halk tarafından. Kendi hayatlarında tevazulu olup olmaması öncelikli meseleler değil. Ama kitleleri arkasından sürükleyebilecek bir etki bekleniyor. Türk siyasi tarihi boyunca da böyle olmuş. Parti ayırt etmeksizin söylüyorum.
Ben bunun biraz daha toplum olamama ve cemaat birlikteliklerinde kalmayla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bir öncü bir lider aranıyor. Türk siyasi tarihinde eskiden insanlar parti sempatileri yerine daha çok Ecevitçi, Demirelci, Türkeşçi, Erbakancı, Özalcı olarak kendilerini tanımlamaktaydılar. Günümüzde bunu eskisi kadar çok söylemiyoruz. Tayyip Bey döneminin en karizmatik lideri oldu. Önceki dönem başkanlarının çok yaşlanması da bu duruma katkı sağlamış olabilir. O dönemde Erbakan Hoca ve Bülent Ecevit her ne kadar siyasete dönmüş olsalar bile başka bir dönemin adamı gibi görünüyorlardı. Fakat şunu da söyleyebiliriz Tayyip Bey’in kendi siyasi hayatında başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı döneminde de denk bir karizmatiklik olduğunu söyleyemeyiz.
- Toplumsal olayların yerel ve genel seçimlere etkisi nedir? Yerel ve genel seçimlere etkileri farklı olur mu? Varsa bu farklılıklar nelerdir?
Tabii bazı toplumsal olaylar siyasete etki eder. Bir anda yaşanan bir olayda siyasetçilerden beklediğiniz tepkinin verilmemesi ya da bir pot kırmanın etkileri olur. Hatta beklenmedik etkileri olur. Bu nedenle de önü açık bir süreçtir. Sosyolojide de öngörülememezlik bir tarafı vardır bu konunun. Her şeyi öngöremeyebiliriz ya da öngörülebilir şeylerde bazen olağanüstü bir olay ortaya çıkar ve birçok şeyi etkileyebilir. Bunların etkisi olur. Yerelde bu meseleyi düşündüğümüzde yerel dinamikler açısından ele almak gerekir.
Genel seçimlerde kimin milletvekili seçileceğine çok takılmıyorsunuz, liderleri daha çok önemsiyorsunuz. Ama bunun ciddi anlamda değişebilmesi için epey bir olağanüstü olay olması lazım. Bir örnek vereyim. Mesela Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatı yerel seçimlerden hemen önceydi. Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatı sebebiyle Büyük Birlik Partisi Sivas belediyesini kazandı. Daha evvel Sivas’ı AK Parti kazanıyordu. Muhsin Yazıcıoğlu sevilirdi fakat yüksek bir oy oranına sahip değildi. Vefatının olağanüstü haliyle yerel seçimlerde Büyük Birlik Partisi yüksek oy oranına sahip oldu 2009 yerel seçimlerinde. Diğer bölgelerde de bu durumdan dolayı BBP’ye oy akışı olmuş olabilir.
Toplumsal olaylar açısından şunu da belirtilelim. Mesela geçtiğimiz sene depreme çok vurgu yapıldı. Aslında deprem siyasi havayı çok değiştirebilecek bir olay değildi. Türkiye’de depremin algılanışıyla ilgili bir mesele bu. Türkiye’de depreme daha kaderci bir yönden bakılıyor. Geçtiğimiz dönemlerde de depremin faturası yönetime çok kesilmezdi. Fakat CHP’nin Hatay’ı kazanamayacağını söyleyebilirim. Deprem dolayısıyla halktan büyük tepki çekmiş bir adamın tekrar aday gösterilmesi bu dönemde seçilmesini zorlaştırabilir.
Toplumsal olayların etkisinden bahsedebiliriz fakat kesin bir şekilde olacağını söyleyemeyiz. Bunlar ekonomik olaylar da olabilir. Türk siyasi tarihine baktığımızda da, son seçime baktığımızda da ekonomi Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy kaybettirmiştir. Eğer ekonomik ivme düzenli gidişe sahip olsaydı oy oranlarında elbette farklılıklar olurdu.
- Peki darbeleri bu konuda nasıl ele alabiliriz. 15 Temmuz ve önceki darbelerin seçimlere etkisi nasıl oldu?
İstisnasız darbelerden sonraki bütün seçimlerde darbenin etkisini gözlemliyoruz. Her darbe sonrasında seçimlerde darbecilerin istemediği sonuçlar olmuştur. İlk seçimde görülmese bile sonralarında kesinlikle gözlemlenebilir. 1960 ve 1961’de hatta referandumda da istediklerini alamadılar. Mesela 12 Eylül’de örnek verilebilir. Doğrudan bir generale Milliyetçi Demokrasi Partisi kurdurttular. Hatta Kenan Evren özellikle Turgut Özal’ın gelmesini istemediği için özellikle Milliyetçi Demokrasi partisini destekledi. Fakat seçimleri Özal kazandı. Bir diğer örnek olarak 28 Şubat’ı örnek verebiliriz. 28 Şubat yaşanmasaydı bu kadar uzun bir Ak Parti dönemi olacağını tahmin etmiyorum. Burada şunu söyleyebiliriz, toplum çok mühendisliğe gelebilecek bir yapı değil. Toplumu kendi dinamiklerinden okumamız gerekiyor.
15 Temmuz sonrasında, 27 Nisan Muhtırası beraberinde sonraki seçimlerde oyu %50 ye ulaştı. Sonrasında yaşanan gerilimlerde halk, atanmışların kendi bürokratik konumlarına bağlı olarak başkaları üzerinde güç gösterisi yapmasını sevmiyor. Neticede atanmışı da indirebilir. Bu noktada halkın darbecilere herhangi bir destek vermemesi demokratik kültürün benimsenen taraflarından birisi olarak görülebilir.
- Seçmenlerin yerel seçimlerdeki tercihlerini şekillendiren duygusal ve rasyonel faktörler arasında nasıl bir denge vardır? Hangi duygusal veya sembolik unsurlar seçmenlerin tercihlerini etkiler?
Bazen bizim aidiyetlerimiz çok rasyonel olmayabilir. Belli bir aile yapısının içine doğduğumuz için siyasal toplumsallaşma bağlamında söylüyorum. Yerelde hala akrabalık ilişkilerimiz güçlü. Ya da bir partiye sempati duyduğunuz için size daha çok fayda sağlayacak partiye oy vermeyebilirsiniz. Hatta kendinden öncekileri bile bu noktada düşünebilirsiniz. Örneğin bir kişi babasının desteklediği partiye oy verebilir. Bu tür şeylerin etkisi hala var. Belki tamamen bütünü açıklamaz ama bir davranışı açıklayabilir.
Rasyonel bir tarafı da var elbette. Şehirler büyüdükçe insanların daha rasyonel hareket etmesini beklersiniz. Biz bunu parlamenter rejimde daha çok görüyorduk. Siyaset çok kutuplaştıysa rasyonaliteyi bir kenara daha fazla bırakırsınız. Türkiye özellikle 2010’lu yıllardan itibaren daha fazla kutuplaştı. Daha fazla kutuplaştığı için seçmen geçişleri nispeten daha zor oluyor. Belli zamanlarda bu daha açık. Mesela 80’li 90’lı yıllar böyle yıllardı. Elbette ki kimliksellik devam ediyordu. Yani o yıllarda bir muhafazakarın destekleyeceği parti belliydi. Siyasetin de kendi içinde kültürel mesafeleri vardır. Bir kurum olarak siyaseti düşündüğümüzde siyasallığı temsil edecek alt mesafeler oluşabilir. Kutuplaşmış ve gücü temsil eden büyük partiler olduğunda ister istemez insanlar kutuplara daha çok yöneliyorlar. Seçmen tarafından cezalandırmalardan da bahsedilebilir bu noktada.
Duygusal ve sembolik unsurlar da önemli. Örneğin Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması ya da Atatürk imgesinin kendisi doğrudan bu noktada sembolleşmiştir. Sosyal medyada sembollerle alakalı herhangi bir tartışma yaşandığı zaman ayrışmayı görüyoruz. Sonuçta, semboller bizim anlam dünyamızın göstergeye bürünmüş halidir. Sembollerin bir temsiliyet gücü vardır. Bu nedenle de duygusallık ve sembolizm ilişkisinin Türk siyasi hayatında merkezi bir yeri vardır. Sürekli hafızaya başvurulması, sembollere vurgu yapılması bunlarla alakalıdır.
- Türkiye’de kentleşme ve göçün demokratikleşmeye ve seçimlere nasıl bir etkisi oluyor?
Bu konuda Kemal Karpat Hocanın gecekondu çalışması ve rahmetli Nur Vergin Hocanın aşırı şehirleşme ve siyaset arasındaki ilişkiyi incelediği çalışması önemlidir. Bu çalışmalara baktığımızda gecekondu kavramının politikleştirici bir unsuru vardır. Kenardasınız, periferidesiniz, toplumun eğitim anlamında en alt kesimini temsil ediyorsunuz. Şehrin sağladığı birçok imkandan daha kısıtlı yararlanabiliyorsunuz. Şehir merkezinde olanlarla sizin aranızda kültürel gerilimler var. Bunlar siyasete etki ediyor bir şekilde.
Türkiye’de muhafazakar seçmen kitlesinin oluşum sürecinde kentleşmenin çok ciddi bir etkisi vardır. Bu durumun demokratikleşmeye de etkisi var elbette. Sonuçta bu insanlar kentin kendilerine sağladığı imkanlardan fayda elde etmeyi bu süreç sayesinde sağladılar. Demokrasi burada daha araçsal bir konuma sahip oldu. Peki bu durum toplumumuzu çok daha demokratik mi yaptı dersek. Hayır, yapmadı. Çok daha kutuplaşmış bir durum söz konusu. Büyük şehirlerde bunu daha net gözlemeyebiliriz, özellikle İstanbul bunun en net örneğidir. Kutuplaşma demokratikleşmeye karşı bir şey değil aslında. Siyaset insanları kutuplaştırır. Ama bir şey daha var. Sonuçta bir araya gelip konuşabiliyorsunuz, meşruiyet temelinde bir rekabetin içerisinde de bulunabiliyorsunuz.
2002 yılında Çorumda doğdu. Marmara Üniversitesi Sosyoloji bölümü (İngilizce) 2. sınıf, İLEM Kademe Programında I. kademededir.