Yeni Bir Şiir Neye Karşı Çıkar?

Şair ve akademisyen Elyesa Koytak, 30 Aralık 2017 tarihinde İlmî Etüdler Derneği’nde “Yeni Bir Şiir Neye Karşı Çıkar? Cemal Süreya ve Sezai Karakoç Özelinde Şiirin Toplumsal Anlamı” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Koytak’ın Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde hazırladığı “The Language of Experience: A Social Analysis of the Second New Poetry” başlıklı yüksek lisans tezine dayanan sunum, dinleyenler için hem oldukça bilgilendirici hem de yeni sorulara ve tartışmalara zemin hazırlayıcı mahiyette idi.

Sunumuna şiiri sosyolojik olarak çalışmanın imkanına dair bir sorgulamayla başlayan Koytak, mevcut edebiyat sosyolojisi literatürünün büyük ölçüde nesir türündeki eserleri, özellikle de romanları analiz konusu ettiğini, şiir üzerine yapılmış kayda değer herhangi bir edebiyat sosyolojisi çalışması olmadığını belirtti. Bu nedenle hem teorik çerçeve hem de metodoloji anlamında şiiri sosyolojik analize tabi tutma noktasında kendisine örnek alabileceği öncül çalışmaların olmamasının tez hazırlama sürecinde kendisini zorladığını belirten Koytak, buna rağmen nitelikli bir çalışma ortaya koyarak bu alandaki boşluğa önemli bir katkı yapmış gözükmektedir.

Teorik ve metodolojik tartışmalara kısaca değindikten sonra tezin içeriğine geçen Koytak, tezdeki temel argümanını anlatmaya geçmeden önce İkinci Yeni’nin ne demek olduğuna ve İkinci Yeni şiirinin ortaya çıkışının şimdiye kadar literatürde nasıl açıklandığına dair değerlendirmelerde bulundu. Kısaca ifade etmek gerekirse, İkinci Yeni 1950’lerin başından itibaren şekillenen, özellikle 1954-59 arasında en yoğun eserlerini veren ve şiirde uyguladığı orijinal tekniklerle kendinden önceki hakim şiir akımlarını aşarak yeni bir şiir tarzı üretmiş bir grup şaire verilen ortak bir isimlendirmedir. İkinci Yeni şairlerinin şiire getirdiği yeniliğin temelinde ise uyguladıkları iki yeni teknik yatmaktadır: deformasyon ve soyutlama.

Koytak’a göre, literatürde böyle yeni bir şiir akımının 50’lerde neden ortaya çıktığına dair iki temel açıklama biçimi mevcut. Daha çok sol ideolojik görüşlü yazarlar arasında yaygın olan birinci açıklama biçimine göre İkinci Yeni’nin ortaya çıkmasına neden olan asıl etken Demokrat Parti’nin oluşturduğu siyasi-ideolojik baskı ortamıdır. Demokrat Parti’nin baskısı nedeniyle siyasi ve toplumsal konularda istediklerini açıkça yazamayan şairler soyut ve kapalı bir anlatıma yönelmişler ve bu yönelim de İkinci Yeni’yi ortaya çıkarmıştır. İkinci açıklama biçimi ise tam tersi bir yerden bakarak İkinci Yeni’nin ortaya çıkışını Demokrat Parti’nin yarattığı serbestlik ortamı ile gerekçelendirmektedir. Buna göre, Tek Parti döneminin baskıcı iktidarının ortadan kalkması sanat alanında da serbestliği ve dolayısıyla yeniliği beraberinde getirmiştir. Koytak’a göre bu iki açıklama biçiminin de ortak zaafı tamamen siyasi iktidar eksenli olmaları, şiirdeki değişikliği sadece siyasi gelişmelere atıfla açıklamaya çalışmalarıdır.

Koytak, alternatif bir yaklaşım olarak, şairlerin biyografilerine odaklanmak ve bu biyografileri sosyolojikleştirmek suretiyle şairlerin yazdıkları şiiri neden yazdıklarını, yazdıkları şiirle neyi amaçladıklarını açığa çıkararak İkinci Yeni’nin neden ortaya çıktığına dair bir açıklama geliştirmeye çalışmıştır. Bunu yaparken de İkinci Yeni akımının merkezindeki iki şair olan Cemal Süreya’nın ve Sezai Karakoç’un hayat hikayelerine ve şiirlerine odaklanmıştır. Böyle bir yaklaşımdan hareketle Koytak, İkinci Yeni şiirinin neden ortaya çıktığını Süreya ve Karakoç’un yazdıkları şiirle neye karşı çıktıkları üzerinden açıklıyor. Koytak’ın temel argümanına göre, bu iki şair bir yandan maruz kaldıkları Cumhuriyet projesine, öte yandan da kendilerinden önce yazılan şiire karşı çıkmışlar ve bu iki karşı çıkışın bireşiminden yeni bir şiir doğmuştur. Süreya’nın ve Karakoç’un hayat hikayelerinde ciddi paralellikler gösteren izleklerden biri onların Cumhuriyet projesine maruz kalış biçimleridir. Sünni bir Kürt olan Karakoç da, Alevi bir Kürt olan Süreya da Cumhuriyet projesinin mağdur ettiği, sosyal ve ekonomik itibar kaybına sürüklediği ailelere doğuyorlar. İkisi de doğulu, ekonomik olarak mütevazı bir aileden geliyorlar. İkisi de yokluk yaşıyorlar, parasız yatılı okuyorlar. Daha sonra ikisi de Mülkiye’de okuyor ve üst düzey bürokrat olarak çalışmaya başlıyorlar. Dolayısıyla ikisinin hayatlarında da bir yandan Cumhuriyet projesinin mağdur ettiği ailelere doğma ve bunun da getirdiği çocukluklarında yaşadıkları zorluklar var, ama öte yandan da eğitim yoluyla ciddi bir yükselme, sınıf atlama ve memurlaşarak devlete katılma söz konusu. Ama ilginç olan ikisinin de bir müddet çalıştıktan sonra memurluktan istifa ederek kendilerini şiire, edebiyata ve dergiciliğe vakfetmeleri. Dolayısıyla resmi hayat hikayeleri boyunca, eğitim ve kariyer anlamında hayat güzergahları üzerinden Cumhuriyet projesinin kendilerini şekillendirdiği insan tipine bürünmeyi, devletin hizmetinde birer memur olmayı reddediyorlar, buna karşı çıkıyorlar ve şiir üzerinden kendi öznelliklerini kurmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla Süreya’nın ve Karakoç’un hayat hikayeleri de tıpkı şiirleri gibi, toplumsal hayatın onları yönlendirdiği istikamet neyse onları baştan, yeniden biçimlendirmek üzerine kurulu. “Toplumdaki determinizmi ve koşullanmayı reddedip en azından o koşullanma içinde kendi öznel varlığını icat etmek üzere bir çabaları var ve başarılı da oluyorlar, bunu da şiir ve edebiyat üzerinden yapıyorlar”.

50’lere doğru kendilerini kurmak için şiire yönelen Süreya ve Karakoç’un karşısında yazılmakta olan üç tarz şiir var. Birincisi, on yıldır neredeyse bütün şiir ortamını kaplamış olan ve artık klişe haline gelen Garip şiiri. İkincisi, Attila İlhan başta olmak üzere Nazım Hikmet hayranı sol görüşlü şairlerin çok açıkça olmasa da yazmaya çalıştıkları siyasi şiirler. Üçüncüsü de 1930’lardan kalma Anadolucu, folklorcu, pastoral bir şiir. Bu üç farklı şiir tarzı da çeşitli nedenlerle Süreya ve Karakoç’un kendi şiirini ve sözünü yazmasına, kendi öznelliklerini kurmasına imkan vermiyor. Dolayısıyla Süreya ve Karakoç kendi tekniklerini icat ederek, kendi ifade tarzlarını oluşturarak yeni bir şiir kuruyorlar. Süreya bunu aşk temasını merkeze alarak yaparken, Karakoç’un kurucu referansı çoğunlukla ideoloji oluyor. Nihayetinde, Koytak’a göre, Süreya ve Karakoç’un yeni bir şiir kurmaları, sadece estetik kaygılarla ya da sadece siyasi sebeplerle açıklanabilecek bir şey olmayıp, şairlerin hem kendilerine dayatılan siyasi-toplumsal projeye, hem de kendilerinden önce yazılan şiire itirazlarının bir sonucudur. Kısaca özetleyecek olursak, Süreya ve Karakoç’un “şiirde yaptıkları teknik icadın (soyutlama ve deformasyon) arkasında kendi öznelliklerini, kendi itibar kayıplarını, kendi sosyal kökenlerinden getirdikleri belirlenimi, determinizmi aşma çabası” olduğu söylenebilir. Ayrıca kendilerinden önceki kuşakla hem şiir tarzı olarak hem de polemiklerle hesaplaşarak kendilerini şair olarak yeniden icat etme çabası da göz ardı edilmemelidir.

Koytak’ın sunumunun ardından sorular ve cevaplarla zenginleşen tartışma, İLEM yetkililerinin Koytak’a teşekkür ederek plaket vermesinin ardından nihayete erdi. Edebiyat sosyolojisi ve İkinci Yeni’ye dair ufuk açıcı ve yeni sorular uyandıran böylesi titiz çalışmaların sayısının artması temennisiyle.

Leave a Comment