Aliya İzzetbegoviç – M. Hakkı Akın, Faruk Karaarslan

Özgürlük Mücadelecisi ve İslam Düşünürü Aliya İzzetbegoviç, M. Hakkı Akın, Faruk Karaarslan, Pınar Yayınları, İstanbul, 2015, 150 s.

Mahmut Hakkı Akın, Faruk Karaarslan ile beraber kaleme aldıkları “Aliya İzzetbegoviç Özgürlük Mücadelecisi ve İslam Düşünürü” kitabı hakkında konuşmak üzere konuğumuz oldu. İlk olarak Aliya ile tanışma ve onu okuma serüvenine değinen Akın,  onun hakkında yapılan ve kendisinin de katıldığı birçok programın maalesef yüzeysel kalmakta olduğunu ve insanların sadece duymak istediklerini duyduktan sonra dağıldıklarını ifade etti. Akın, Aliya hakkında çok konuşulmasına rağmen Türkiye’de onun üzerine ilk ve tek tezin Faruk Karaarslan tarafından yazıldığını belirtti.

Aliya batı felsefesi içerisinden konuşan batılı bir Müslüman düşünürdür. Bu sebeple Akın, onu anlamak için Kant, Bergson ve Oswald Spengler gibi batılı filozofa baktığını belirtti. Akın’a göre Aliya’nın derdi İslam’dır. Bu yüzden Aliya çağdaş İslam siyaset düşüncesine eklemlenmiş ve eleştirileri, düşünceleri ve eylemleri ile de bu düşünceye katkı sunmuş bir isimdir. Özellikle 1960 sonrasında İslam dünyasında birçok devletin bağımsızlığını kazanmasına rağmen idarecilerinin Batı hayranı ve yanlısı olmalarını Türkiye özelinde kendine yabancılaşma ve neredeyse sömürgeleşme olarak tanımlayan Aliya, bu noktadan hareketle yine Türkiye için harf devrimini eleştirerek hafızasını yitirmiş bir toplumdur tanımlamasını yapar. Ve yine ona göre batı hayranı idareciler iş başında iken Müslüman toplumlar maalesef daha kötü bir duruma geldiler. İslam Rönesans’ı nasıl gerçekleşir Aliya’nın ömrünün sonuna kadar kendisine sorduğu sorudur. Bu sorunun beraberindeki odak konu ise İslam ve Müslümanlar arasındaki mesafedir.

Akın, Aliya düşüncesinde merkezi konumda bulunan dram ve ütopya ayrımına değinerek Aliya’nın da bir röportajında bu ayrımı kendisinin çağdaş İslam düşüncesine en önemli katkısı olarak sunduğunu ifade etti. Dram Müslümanları mevcut yaşantısı iken ütopya(Asr-ı Saadet) ise dramı aşmak için sığındığımız bir limandır. Peki, ütopya dramı aşmamızda bize yardımcı olur mu? Aliya bu soru karşısında ütopyanın insani ve İslami olmadığını ifade eder. Dramı aşmaya çalışmak insani bir hareketken dram aşacağını zannetmek absürt bir davranıştır. Çünkü insanın var olmasını anlamlandıran şey dramı aşma çabasıdır. Dramı ütopya ile aşmak mekanik bir kurgu gerektirir bu ise insani olmadığı için İslami de değildir. Aliya’ya göre Asr-ı Saadet aslında bir ütopya değil rol modeldir.

Bu dram içerisinde ne yapmalı sorusunu kendi var olan şartları tanımlayıp ona göre siyaset üretmek gerekir düşüncesi ile açıklıyor Aliya. Siyasetin kaynağı ise İslam olacaktır. Aliya’ya göre Müslümanlar ile İslam arasındaki mesafe sünnetullahtandır ve biz bunu aşamayız. Tabi bu düşüncenin beraberinde getirdiği bir takım soru(n) ve düşünceler de söz konusudur. Kitaba özgürlük mücadelesi olarak isimlendirmenin kaynağı da burada yatıyor. Müslümanlar ile İslam arasındaki mesafe nerede düğümleniyor sorusunun cevabı içerisinde özgürlük meselesini barındırıyor. Allah ile insan arasındaki ilişkide insan ne kadar özgürse Müslümanlar ile İslam arasındaki mesafe o kadar dar olur. Peygamberler geldikleri toplumlarda bu mesafeyi ortadan kaldırmış olsalar da onlardan sonra gelen nesillerin peygamberlerin yolundan sapması sonucunda önce özgürlükler yitirilir ve Müslümanlar ile İslam arasında mesafe açılır sonra da ahlaki yozlaşma baş gösterir. Aliya, İslam’ı yalnızca “religion” olarak kabul etmediğinden dolayı dinin bundan sonra da devam edeceğine hatta daha güçlü bir şekilde devam edeceğine dair kanaat bildirir. Semboller ve o sembolleri taşıyan insanlarla devam eder din. Azizlerimiz ve kutsallarımız olur. Allah ile insan arasında kurulması gereken bağ, insan ile azizler arasında kurulur ve böylece Allah ile insan arasındaki özgürlük ortadan kalkar.

Aliya’nın vurgusunu yaptığı Müslüman toplumlardaki bölünmüşlük hali, “Batı yanlısı pozitivist aydınlar ile geleneksel dini grup, cemaat veya topluluklar” günümüzde Müslümanların özgürlüğünün önündeki en temel engeli oluşturmaktadır. Özgürlük mücadelesi hem düşüncede hem de pratikte mücadelesini verdiğimiz şeydir. Düşüncede özgür olmayanlardan İslam’a ve Müslümanlara bir fayda gelmez. Aliya bu sebeptendir ki İslam meselesini, bir anlamda da ruhumuzun ve zihnimizin özgürleşmesi olarak görmektedir ve ona göre İslam Rönesans’ı nasıl olmalı sorusunu da ancak bu bilince sahip olduktan sonra tartışabiliriz.

Aliya, hayatının her döneminde samimi olmaya çalışmıştır. Doğu ve Batı Arasında İslam isimli eseri 1984 yılında hapisteyken Amerika’da basılmış ve onun dünyada bilinirliliğini bu kitap sağlamıştır. Akın’a göre bu eser tam bir felsefe-düşünce eseridir. Temel problemi de insan nedir sorusudur. Yanıtın muhatabı ise Batı toplumudur. Dolayısıyla kitabı okurken bu husus gözden kaçırılmamalıdır. Kitap bağlamında Bosna’daki vahşi katliama da değinen Akın, Aliya ’ya karşı Batı’nın ikiyüzlülüğünü katılımcılar ile paylaştı.

Akın, kendisini etkileyen Nurettin Topçu, Sezai Karakoç ve Aliya İzzetbegoviç’in aynı dert ile dertlendiklerini, dertlerinin İslam olduğunu ifade etti. Kitabı hakkında eleştirilere açık olduğunu da ifade eden Akın, kitap hakkındaki eleştirilerin değerli olduğunu ve kendilerine iletilmesi halinde dikkate alacaklarını belirtti.

Son olarak Aliya’nın tarih felsefesini çalışmak istediğini paylaşan Akın, onun tarih anlayışını balık ve su ilişkisi ile açıkladığını dile getirdi. Balık nasıl ki suya hükmedemiyorsa insan da tarihe hükmedemez. Öyle olsa Bosna savaşında Sırpların Bosna’yı ortadan kaldırma ütopyası gerçekleşirdi.  Ancak üzerinden silindir gibi geçilmesine rağmen Bosna bugün yine ayakta. Aliya burada ütopyanın gerçekleşmediğini ve gerçekleşemeyeceğini ifade eder. Dram ise bizi tarihe müdahale eden üst akla yani İslam’a çağırır.

Leave a Comment