Eski Malatya’dan Bize Kalanlar

Yazar: Furkan Emiroğlu

Türkiye, keşfedilmeyi her daim bekleyen, her bir nazarımızda farklı güzelliklerini gözler önüne seren bir cennet. Ve bizler, onun en güzide şehirlerinden biri olan İstanbul’da mevcut lisans eğitimlerimizin yanında İLEM’de eğitim gören; tarihin, kültürün ve bilgi aktarımının merkezi olan bu şehrin kültürel canlılığının sunduğu zenginlikten istifade etmeye gayret eden öğrencileriz.

Üç yıl süren eğitim programımızın nihayetinde, İLEM’de aldığımız dersler sonucu edindiğimiz bilinci, sahip olduğumuz bilgiler ile harmanlayarak düzenli/somut bir elde haline getirdik. 8. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi’nin gerçekleşeceği Malatya şehrinin yolunu tuttuk. Üç gün boyunca Türkiye’nin birçok yerinden gelen lisansüstü seviyesindeki öğrencilerin bildirilerini dinledik. Böylece çeşitli bölgelerde üretilmiş, farklı bakış açılarına sahip arkadaşların fikirlerini öğrenmiş olup, onlar üzerine eleştiriler getirerek bilgi ve tecrübelerin katmanlaşarak yayılmasına tanık olduk. Kongrenin üçüncü gününde, eğitim programı öğrencileri olarak hazırladığımız bildirileri dinleyicilerimizin ilgilerine sunduk. Üzerinde uzun zaman boyunca emek harcadığımız düşünce ürünlerimizin akademisyenler, lisansüstü seviyesindeki öğrenciler tarafından değerlendirilmesi, onların üzerine getirilen eleştiri ve tavsiyeler bizi mutlu etti. Konular etrafında başlatılan tartışmalar muhabbete dönüşüyor, hatırımıza yeni insanların dahiliyetine vesile oluyordu.

Kongrenin son gününde tüm katılımcılar ile birlikte Eski Malatya’nın yolunu tuttuk. Eski Malatya, Battalgazi ilçesi sınırları dahilindedir. Malatya’daki birçok tarihi yapı bu ilçede bulunmaktadır.

Fırat Nehri akmakta, biz ise usulca otobüs ile yol almaktaydık. Aracımızla seyir halindeyken yolun daraldığı yerlerde şoför ile halkın günlük konuşmaları kulağımıza çalınıyordu. Yöreye has şivenin samimiyet ile bütünleştiği zamanlarda bölge insanının muhabbeti bir başka oluyor. Şehir merkezinde de, çarşıda da fark ettiğimiz durum bu olmuştu.  Esnafın, güngörmüş kimselerin hitabındaki sahiplenme ifadeleri; cümlelerin sonuna, sizleri uğurlarken dua sözcükleri eklemeleri…  Anadolu’daki bu güzel tavır, bize her defasında özümüze dönüş yollarını hatırlatıyordu.

İlk durağımız Arslantepe Ören Yeri idi. Höyüğün M.Ö. 5000’li yıllara dayanan geçmişi ile ilk yerleşim yerlerinden olduğunu öğrendik. Roma, Bizans ve birçok imparotorluğa ev sahipliği yapan höyük, derin bir tarihi mirası bünyesinde barındırıyordu. Saray kısmının bir bölümünde gördüğümüz duvar, şehrin yedi farklı medeniyete/tarih dönemine şahitlik ettiğini kanıtlıyordu. Katmanlar arasındaki renk farklılıkları, doğa olayları ve yangından etkilenmiş toprak yapısı dikkatimizi çekti. Yerleşim yerinin sonraki dönemlerde Bizans Nekropolü olarak kullanıldığı ören yerinin açık kısmında bulunan birçok mezarlıktan kolayca anlaşılmaktaydı.

Kralın yaşadığı sarayın kalıntılarını rehberimiz ile gezerken dönemin bürokratik düzeni ve dini ritüelleri üzerinde birtakım çıkarımlarda bulunuyorduk. Kalıntılar, farklı dönemlerdeki merkeziyetçi örgütlenmeye, aristokrasinin durumuna ve devlet organizasyonunun siyasi ve dini kurumlarına yönelik ipuçları sunuyordu. Hükümdarın taşa oyulmuş tahtı, dönemin aristokratlarının bulunduğu zemin ve din adamlarının bulundukları yerlerin yükseklikleri arasındaki fark, dönemin hiyerarşik düzeni üzerine zihnimizde farklı fikirler uyandırıyor, yaptığımız yorumlar keyifli anlar geçirmemize vesile oluyordu. Geniş bir alanın ortasında bulunan yerde Tanrı’ya kurban adandığını öğrendiğimizde bir hayli şaşırdık. Çeşitli mühür baskıları, yapıldıkları dönemdeki idari etkinliklerin yoğunluğuna ve çok sayıda memurun çalışma organizasyonu gösteriyordu. Dikkatimizi çeken diğer bir husus ise, sarayın koridor duvarlarının boydan boya motiflerle bezenmiş olmasıydı.  Zengin motif ve kabartmalar ise devletin gücünü simgelemekteymiş. John Berger’in “Görme Biçimleri” isimli belgeselinde belirttiği gibi ‘görme’nin konuşmadan önce gelmesi, insanın bu temel eğilimi ile algıladığını semboller ile aktarması/ifade etmesinin tahakküm sağlayıcı işlevi karşımızda durmaktaydı. Ayrıca insanlık tarihinin izinin sürüldüğü arkeolojik çalışmalarda; süs eşyalarının, temel ihtiyaç sağlayıcı avcılık ve tarım aletlerinden daha eski zamanlara dayanması; insanın estetiğe verdiği önemi ve alıcıya yönelik aktarımında görsele atfettiği değeri gözler önüne seriyor.

Eski Malatya Ulu Camii ikinci durağımız oldu. Cami, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad tarafından 1224 yılında yaptırılmış. Caminin içerisinde Mezopotamya’da etkisini sürdürmüş farklı medeniyetlerin sanat alanındaki etkileri fark etmemek imkansızdı. Kubbenin iç yüzü firuze ve patlıcan moru çini mozaiklerden oluşuyor. Mozaiklerin sıklıklarının kubbenin merkezine doğru azalması ile gül motifinin belirdiği ve merkezinde Mühr-ü Süleyman motifiyle çevrelenmiş, kûfi yazıyla “Muhammed” yazdığı söylendiğinde ufkumuz açılmış; mimari incelik karşısında hayretimiz bir kez daha artmıştı. Caminin avlu bölümündeki geometrik yıldız ve geçme motifleri, güneşin etkisiyle daha da göz alıcı bir görüntü sunuyordu. Belirli aralıklardaki kemerlerin üzerindeki desenlerin, farklı tarih ve kültürlere ait olması ve bir yapıda vücut bulması, bizi etkileyen diğer bir ayrıntı oldu. Ulu Camii’nin güneyinde yer alan, günümüze yalnızca küçük bir bölümünün ulaşabildiği Şahabiyye-i Kübra Medresesi’ni gördük. Bu medresenin eski dönemlerinde birçok alimin eğitim gördüğünü öğrendik. Bu toprakların seneler öncesinde ilim merkezi olduğunun ve birçok ilim yolcusuna eğitim imkan sağladığını farkına varıp, günümüzde de bölgenin bahsettiğimiz köklü gelenekten gücünü alarak irfan yolunda sürekliliğini sağlaması yönünde temennide bulunduk.

Eski Malatya’da ziyaret ettiğimiz nihai mekan Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı oldu. Kervansaray, 1637 tarihinde IV. Murat’ın silahtarı Bosnalı Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Yapının ön yüzünü çevreleyen dükkanlarda, dönemin ticari faaliyetlerinin canlandırıldığı dekorlar ve maketler biz ziyaretçilere adeta bir etnografya müzesinde olduğumuzu hissettiriyordu. Avluya girdiğimizde bir havuz ve hareketli bir ortam bizleri karşıladı. Bölgenin sembolik yapılarından biri olan kervansarayın dahilinde, vatandaşların cemiyetlerinin yapıldığını gördük.

Doğu ile Batı arasında yer alan ticaret yollarının kesiştiği bu noktada, kervanlar temel ihtiyaçlarını karşılıyorlarmış. Ayrıca, kervansarayın askeri savunma amaçlı kullanıma elverişli olduğunu, iç alanındaki pencere bölmelerinin dar yapıya sahip olmasının nedeninin savunma gerekliliği olduğunu öğrendik.

Havanın güzel olmasının bereketiyle yapının avlusunda arkadaşlarımız ve hocalarımız ile yemeğimizi yiyip, çaylarımızı içtik. Hepimizin ilim yolunda birer yolcu olduğumuz bu hikayede bir kervansarayda oturup, soluklanmak da nasip olmuştu. Bulunduğumuz şehirlerdeki hengâmeden bir nebze olsun uzaklaşıp, eski dostluklarımız ve yeni tanıştıklarımız ile çeşitli yeni düşünceler üzerinde hemhal olduk.

Ayrılık vakti gelmişti. Birbirimizi bulunduğumuz şehirlere, memleketlerimize davet edip uhuvvetimizi sürdürmeyi hedefledik. Bu gezi yazısının aktardıklarından çok daha fazlası, şehrin özü ile beraber zihinlerimize işlemişti.

İLEM mezunları olarak üzerimizde emeği olan tüm hocalarımıza şükranlarımızı sunar, kongrenin gerçekleşmesinde emeği geçen herkese teşekkürü borç biliriz.

Bizlere tüm bu güzellikleri bahşeden Rabbimize şükrederiz.

Vesselam.

Leave a Comment