İsis’in Peçesini Aralamak

Yazar: Talha Çetin

“Ben, olan ve olmakta olan ve olacak her şeyim ve hiçbir ölümlü elbisemi kaldıramadı” insanın doğayla ve dış dünyayla ilişkisinde daimi bir metafor olan Mısır tanrıçası İsis’in heykelinde yazan bu söz; çağlardan beri insanın dış dünyaya olan merakını ve bu merak neticesinde dış dünyaya içkin mahiyetleri kavramanın imkanını özetler mahiyettedir. İsis’in peçesini gerçekten açmak mümkün müdür? Bir başka deyişle “dış dünyadaki varlıklara içkin özler, suretler akli şeylerdir ve onu ancak bir akıl bilebilir” ilkesiyle beraber biz bir bedendeyken bunu bilebilir miyiz?

İşte bu sorunun cevabı tüm felsefe tarihine mâl olmuş bir sorudur. Biz de bu sorunun İbn Sina’da nasıl cevaplandığına biraz kulak kabartalım. İbn Sina’nın bu sorulara eserlerinde cevap ararken birbiriyle çelişir gibi görünen ifadeleri göze çarpmaktadır. Bu durum İbn Sinacı bilgi teorisinde belli noktalarda net bir çizgi olmadığını düşündürmektedir. İbn Sina’da böyle bir kesinliğin olmaması sebebiyle felsefe tarihi boyunca ve günümüz dahil birçok felsefeci çeşitli çıkarımlarda bulunmuş ve muhtelif teoriler ortaya atmıştır. Bizde “İbn Sina bilginin kaynakları noktasında ve bu bilgi sürecinde nasıl bir yol benimsemiştir” sorusuna yanıt aramaya çalışacağız.

Öncelikle İbn Sina dış dünyaya ilişkin bilgilerin belirli bir düzeyde elde edilebileceğini düşünür, belirli bir düzeyde diyorum, çünkü tartışmayı bu düşünce çerçevesinde sürdüreceğim. “Dış dünyada gördüğümüz, duyduğumuz nesneler vardır” ön kabulüyle bu nesneler görüntülerinden mi ibarettir, sorusu akla gelir. Onları o yapan, görünmez ama akledilebilir özlerinden söz edebilir miyiz? Bu soruları daha iyi açmak için klasik sudur nazariyesinde varlığın nasıl meydana geldiğini ve varlık hiyerarşisini ele almak gerekir. Bu nazariyeye göre varlık akıllardan; akıllar da ilahi akıldan sudur ederek vücuda gelmiştir.

Her akıl kendini ve kendi aracılığıyla hiyerarşik olarak kendi üstündeki diğer akılları düşünür. Bu düşünme sonucu hem cisimsel hem de akli olmak üzere aşağı yönlü bir feyz gerçekleşir. Bu yönüyle baktığımızda insan nefsi bu akli varlık zincirinin son halkasıdır. Oluş ve bozuluşa uğrayan cisimsel varlıklar ise tabiatları itibariyle akli varlık değildirler. Nefs’in tabiatı gereği cisimsel varlıklar dahil her şeyi bilme gayesi vardır. Akli olanın maddi olana ilişkin bu bilme isteği neticesinde “akli bir varlık maddi olan şeyi nasıl bilebilir” ya da “bu bilme süreci nasıl işlemektedir” gibi sorular ortaya çıkar. Bu sorulara verilecek her cevap ise yeni sorular ve sorunlar ortaya çıkarır. İnsan bedeninin de maddi bir varlık olduğu göz önüne alındığında hem akli olan nefsi hem de maddi olan bedeni olması itibariyle tüm varlığa ilişkin bu krizi en derinden yaşayan ve bu krizin tam ortasında kalan insan, kendini ve tüm varlığı anlamlandırmak için bu yükü omuzlamış ve yüzyılların çabalarıyla hâlâ bu soruların peşine düşmekten vazgeçmemiştir. Bir başka deyişle İsis’in peçesinin ucundan tutan o el hiç oradan inmemiştir. 

Pek çok eserinde insan bilgisi ve bu bilginin kaynağı meselesini işleyen İbn Sina temelde bu bilgileri elde edebileceğimizi söyler fakat elde edilen bu bilgilerin yakini bir tarzda bir bilme mi olduğu konusunda şüphelidir. Bu şüpheye gelecek satırlarda yer ayıracağımız için şimdilik İbn Sina’da bilginin nasıl elde edildiği üzerinde duralım. Ona göre bilgilerimizin kaynağı Faal Akıl’dan nefse gelen feyzdir. İbn Sina’nın bilginin kaynağı olarak işaret ettiği feyzi nefsin almasının önünde beden engel gibi durmaktadır. İbn Sina’nın feyzi almaya istidatlı olan nefsin bu engel karşısında feyz için yine beden vasıtasıyla hazır olmasını işaret ederek bu engeli bir araç halinde sunmaya çalışır. Bu noktada hazırlık, feyz gibi kavramların daha açıklayıcı olması için nefs-beden ilişkisi üzerinde durmak gerekir.

Nefs yukarıda da açıklandığı gibi akli bir varlık olmasının yanı sıra ay altı alemde varlığa gelebilmesi için bir bedene ihtiyaç duymaktadır. Beden bu bakımdan nefsin varlığa gelmesi için bir vesiledir. Bedenin; nefsin varlığına ilişkin önemini dile getirmekle beraber nefsin bilgileri elde etmesi, gayesi itibariyle faal akla benzemesi, birliğe ve basitliğe ulaşabilmesi açısından bir vesile olmaktan çok buna mânidir. İşte bu ikilem yani bedenin hem bir vesile hem de nefse bir mâni olmasının sonuçları en derinden bilgi konusunda ortaya çıkmaktadır. Az önce de zikrettiğimiz gibi İbn Sina’nın bilginin kaynağı olarak Faal Aklı işaret etmesi üstelik feyzi, bedeni şartlara bağlı kılması nefsin bilgi konusunda çift yönlü bir hareketinin olduğunu gösterir. Bu çift yönlü bilme süreci için öncelikle nefsin hazırlık aşaması üzerinde durmak daha anlamlı olacaktır.

Yukarıda sorduğumuz soruda “dış dünyaya ait nesnelerin içkin özleri aklidir” dedik. Duyumsanarak bu akli özler elde edilemez. Sadece bu akli özlere dair bir tanışıklık soyutlama yapılarak elde edilir. Bedenin elde ettiği bu veriler vehim gücünün aracılığı ile nefse aktarılır. Nefs ve beden arasındaki irtibatı sağlayan Vehim İbn Sina’da metafizik bilgi diyebileceğimiz tümellerin bilgisi noktasında son derece önemli bir işleve sahiptir.[1] İşte bu hazırlık aşamasında soyutlanarak akılda husule gelen idrak sayesinde nefs, tümellerin bilgisi olarak gelecek feyze hazır hale gelmektedir.

Her akıl kendini ve kendi aracılığıyla hiyerarşik olarak kendi üstündeki diğer akılları düşünür.

Nefsin İbn Sina’nın uçan adam metaforunda anlatıldığı gibi kendine ilişkin bilgisini ve idrakini tüm varlığa aktarmak, yani var olan her şeyi bilmek gayesi vardır. Yukarıda anlatılan bu süreç sonunda feyze hazır hale gelen nefsin bilgiyi elde etmesinde son bir aşama vardır, feyz… Her şeyin bilgisinin tümel olarak kendisinde bulunduğu Faal Akıl’dan nefse doğru gerçekleşen feyz, nefsin tanışık olmasıyla beraber tümellerin bilgisini nefse aktarır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi gelen bu bilginin yakini bir derecede olmadığını düşünen İbn Sina’ya göre yakini bir derecede bilmenin gerçekleşmesi için nefsin gaye olarak benzemek istediği Faal Akıl ile arasındaki engellerden tamamen kurtulması yani nefsin kendisine bu noktada mâni olan bedenden ayrılması gerekir. Ancak ölümle birlikte nefsin bilmesi, bildiği şeyle özdeş olabilmesi ve dahi Faal Akıl gibi basit ve bir olabilmesi gibi gayeler gerçekleşebilir.  

İbn Sina tüm bu bilgi süreçlerini işlerken düşüncesi gereği burhani öncülleri kullanmak zorundadır. Burhan, mantıki kıyas formlarından biri hatta yakini bilgiye ulaştıran en güçlü yöntem olmakla beraber İbn Sina, bazı çağdaş felsefecilere göre metafizik bilginin mantıki kıyas formlarını aşan bir karakteri olduğu için mantıki kıyas formları ile metafizik bilgiye tam olarak ulaşılamayacağını düşünmektedir. Bu yöntemin yanında İbn Sina’nın tamamlayıcı bir unsur olarak müşahede yöntemini benimsediği iddia edilir fakat yine müşahede yönteminin de yakini bir bilgi sağlayamayacağını düşünen İbn Sina; “bildiğimizi iddia ettiğimiz şey hakkında ‘kesinlikle o, odur’ diyemesek de ‘neredeyse o, odur’ diyebiliriz” görüşünü benimser.

Bir bedendeyken hangi yöntemi kullanırsak kullanalım nefs yakini bir derecede tümellerin bilgisini elde edemez. Müşahede ile neredeyse metafizik bilgiye ulaşan metafizikçinin bu sürece dair tecrübesini ise mantıki kıyas formlarını aşamayan filozoflara aktarması mümkün değildir. Çünkü bu süreç şahit olmadan anlaşılabilecek bir süreç değildir. Bu sebeple İbn Sina müşahede yönteminin tafsilatı yok ettiğini ve aktarılamayacak bir yöntem olmasını göz önüne alarak mantıki kıyas formlarını tamamen yok saymaz. Bazı felsefeciler ise İbn Sina’nın mistik bir yöntem benimsediğine işaret eden pasajlarının olmasına rağmen bunların yanlış anlaşıldığını ve İbn Sina’nın yanlış yorumlandığını düşünür. Her ne kadar İbn Sina’nın mistik bir yöntemi benimseyip benimsemediği konusunda tartışmalar olsa da biz bu tartışmalara girmeyeceğiz.

İbn Sina’nın kesin olarak belirli bir görüşü benimsediğini iddia etmemekle beraber tabiatın, dış dünyadaki eşyanın hakikatine ilişkin bilgilerimizin, İsis’in peçesi metaforu üzerinden gidersek, insan ve dış dünya arasında bulunan ve hakikati tam manasıyla kavramasına engel olan bu örtüyü tamamen açamadığını sadece bu örtüyü aralayarak ya da olabildiğince şeffaflaştırarak peçenin ardındaki hakikati neredeyse yakini bir derecede bilebileceğini savunan görüşü açıklamaya çalıştık. Daha çok Ömer Türker’in savunduğu bu yaklaşım; insanın eşyanın hakikatine dair bilgisinin kesinliğine olan inancını sarssa da bu probleme ilişkin yeni çözümler ve yönelimlere de kapı aralamaktadır. İnsanın doğası gereği bilmeye olan merakı ve varlığıyla beraber tüm eşyaya dair anlamlandırma çabalarının etkisiyle bu problemin peşinden koşacağı açıktır. 


[1] Türker, Ömer. İbn Sînâ’da Metafizik Bilginin İmkânı, İstanbul: İSAM, 2019.

Talha Çetin
1998 yılında Erzurum, Horasan’da doğdu. Yalova’da Çiftlikköy Atatürk Anadolu Lisesini tamamladı. 2022 yılında İLEM Eğitim Programı’ndan mezun oldu. Şu an Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 4. sınıf öğrencisidir.
Leave a Comment