İslam Hukukunda Kadın ve Aile
Yazar: Habibe Betül Gürsoy
İslam Hukuk Profesörü olan Wael B. Hallaq, İslam hukuku alanında önde gelen isimlerden biri olarak kabul edilmektedir. Yazar, oryantalist tezlere karşı İslâm hukukunun uygulanmasındaki ısrarlı duruşuyla önemli bir yer teşkil etmektedir. Alanında kaleme aldığı eserler çeşitli dillere çevrilmekle birlikte İmkansız Devlet kitabı 2013 yılında Columbia Üniversitesi tarafından Seçkin Akademik Araştırma Kitabı ödülüne layık görülmüştür. İncelenmeye alınacak olan ve ilk kez 2010 yılında basılan İslam Hukukuna Giriş eseri ise An Indtroduction To Islamic Law başlığındaki asıl eserin Türkçe tercümesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Eser, hayata geçtiği günden itibaren İslam Kültür ve Medeniyeti alanında çalışma yapan her araştırmacı için temel kaynaklardan biri olup esere referans verilmeden geçilmesi neredeyse ihtimal dışı olarak kabul edilmektedir.
Türkiye’de bu alanda yazılmış ve tercüme edilmiş birçok eser bulunmasına karşın bu eserin diğerlerine bir katkı olarak değil de yeni bir soluk olarak ortaya çıkmasının bazı sebepleri bulunmaktadır. İlk olarak eserdeki tarihsel bakış açısı dikkat çekmektedir. Bu çerçevede eser, aslında fıkhi meselelerin metinlere sıkıştırılmak yerine uygulamalarla hayat bulacağını ve şeriatın da ancak bu şekilde hayatta kalabileceğini vurgulamaktadır. Bunu kanıtlar şekilde “Fıkhı, sadece kitaplarda soyutlanmış şekliyle var olan bir hukuk olarak değil, tarihsel işlevini dikkate alarak ve onun toplumda nasıl uygulandığını göz önünde bulundurarak ele almaktadır.” (Hallaq, 2021: 10) Dikkat çeken bir diğer nokta ise modernleşme dönemi sonrasında sömürgeleştirme faaliyetlerinin yürütüldüğü ülkelerde nasıl bir dönüşüm gerçekleştiği hususunda belirli ülkelerin örnekleriyle birlikte incelenmiş olmasıdır. Son olarak çalışmalarında oryantalist tezlere karşı eleştiride bulunan Hallaq, bu tezlere tarihsel bakış açısıyla ele alınan argümanlarla karşılık vermektedir. Hallaq, oryantalist tezlerin şeriatın sadece metinlerde kalmasını amaçladığını ve bu uğurda uğraş verdiğini dile getirerek birçok çalışmasında bu düşünceye karşı çıkmaktadır.
“Fıkhı, sadece kitaplarda soyutlanmış şekliyle var olan bir hukuk olarak değil, tarihsel işlevini dikkate alarak ve onun toplumda nasıl uygulandığını göz önünde bulundurarak ele almaktadır.” (Hallaq, 2021: 10)
On bölümden oluşan eser, İslam hukukunda adı geçen kişilerin tanıtımıyla başlayarak son asırlarda yaşanan dönüşümleri ve bu süreçte şeriat hakkında var olan yanlış anlaşılmaları düzeltme amacıyla devam etmektedir. İlk bölümde, İslam hukukunun inşa süreci ve İslam hukukunda taraflar ele alınmaktadır. İkinci bölümde metinlerin yorumlanması ve hukukçuların yöntemleri tartışılırken üçüncü bölümde ise mezheplerin ne anlama geldiğinden ve fıkıh ekollerinden bahsedilmektedir. Dördüncü bölümde, hukuk eğitimi anlatılırken beşinci bölümde hukukun toplum ile olan bağı ve işleyişi ele alınmaktadır. Eserin altıncı bölümünde, Daire-i Adalet açıklanarak bu konu üzerinde durulmaktadır. Yedinci bölümde İslâm hukukunun dönüşümü ve beraberinde modern dönem incelenirken sekizinci bölümde önceki bölümle bağlantılı olarak Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki modern dönemde, hukukta ve ailede oluşan değişimlerden bahsedilmektedir. Dokuzuncu bölümde belirli ülkelerdeki devlet düzeni, geleneksel dini yapı ve İslamcılar arasındaki ilişkiden söz edilmektedir. Son olarak onuncu bölüm şeriatın ne kadar uygulanabilir bir yaşam biçimi olduğu hakkında bir özet niteliğindedir.
Bu bölümlerden oluşan eserdeki konular incelendiğinde günümüzde halen devam eden birçok tartışma görülmektedir. Bunlar arasında çarpıtılmaya en müsait olan ve tartışma konusu olarak gündemde en çok yer alan kitabın beşinci bölüm ile sekizinci bölümün muhtevasında bulunan kadınlar ve aile konusu bu tahlilde incelenecektir.
Sürekli olarak farklı açılardan tartışılan kadın mevzusu, bu eserde ağırlıklı olarak İslam hukukundaki konumu açısından değerlendirilmeye alınmıştır. Beşinci bölümde kadınlar alt başlığına incelendiğinde İslam mahkemesinde kadınlara yalnızca adil muamele edilmediği, aynı zamanda diğer gruplardan farklı olarak kadınların daha hassasiyetle korunduğunu görülmektedir. Bu tezi kanıtlayan birçok örnekle birlikte şu söylenebilir ki büyük ölçüde kadınların, mahkemede ve mahkeme dışında her konusunda en az erkekler kadar tam erişim hakkına sahip olduğu görülür. Eserdeki örneklerde kadınların sosyal grup ve statülerine dair pek fazla bilgi bulunmamakla birlikte kadınların mahkemede hem davacı hem davalı olarak din, cinsiyet, statü farkı gözetilmeksizin hak sahibi olduğuna dair birtakım örnekler mevcuttur. Bu açıdan kadınların maddi manevi her türlü haklarını aramaları için alan açıldığı anlaşılmaktadır.
“Kapitalizm üretim tarzı tarafından kurulan çekirdek aile bu yüzden kolaylıkla sosyal mühendislik projesinin bir nesnesi olabilmiştir.“ (Hallaq, 2021: 198)
Mahkeme kayıtlarına göre kadınlar mülkiyet hakkına ve özellikle vakıflar gibi önemli kurumlarda erkekler kadar yönetime seçilme hakkına sahiplerdi. Aynı zamanda hukuk sistemi incelendiğinde bu sistemin devletin bir yansıması olduğu, siyasi ve iktisadi amaçlar çerçevesinde geliştirildiği görülse de aile yapısının da toplumun bir aynası olduğu vurgulanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında aile, devletin ideolojisini anlamak için en önemli yol olarak görülmektedir. Eski çağlardan modern döneme kadar toplumun aynası olan geniş aile yapısı, üretim sisteminin değişmesiyle çekirdek aile yapısına dönüşmüş ve karmaşık sosyal ilişkilerden uzakta daha çok bireyselliğin ön plana çıktığı bir sistem meydana gelmiştir. Aslında İslam dünyasında 18.yy.’da karşımıza çıkan sömürgecilik faaliyetleri sırasında, aile yapısındaki bu değişim sömürgeci güçlerin temel amaçları arasında olmamakla birlikte asıl amaç maddi sömürüdür. İslam dünyasında devlet kurma projelerinin olmaması bu amacın nedeni olarak gösterilebilir. Son yüzyıllarda ise değişen koşullar ve üretim şeklinde meydana gelen gelişmeler bu sistemi zorunlu kılmıştır. “Kapitalizm üretim tarzı tarafından kurulan çekirdek aile bu yüzden kolaylıkla sosyal mühendislik projesinin bir nesnesi olabilmiştir.“ (Hallaq, 2021: 198)
Eserde aile kavramının yanı sıra daha özel olarak kadın-erkek tanımlamaları ve görevlendirmeleri incelendiğinde, Avrupa ve Amerika merkezli eleştirinin odak noktasını kapana kısılmış Müslüman kadın tasviri oluşturduğu görülmektedir. Yirminci yüzyılda bu durum değişmiş ve kadın ataerkilliğin karşısında güçsüz ve kurtarılması gereken bir profille lanse edilir hale gelmiştir. Bu konu hakkında yazarın dikkatini çeken ve bu zamana kadar neredeyse hiç değinilmemiş olan husus da kadının konumunu konuşarak dikkatleri çeken bu düşünce yapısının ataerkilliğin mevcut olma sebeplerini hiç araştırmamış olmasıdır.
kadın-erkek tanımlamaları ve görevlendirmeleri incelendiğinde, Avrupa ve Amerika merkezli eleştirinin odak noktasını kapana kısılmış Müslüman kadın tasviri oluşturduğu görülmektedir.
Kaynaklar incelendiğinde Müslüman kadının ailedeki konumunun eleştirildiği gibi ikincil bir konum olmadığı ve hukuki açıdan kadının lehine sonuçlanan uygulamaların varlığı görülmektedir. Buna karşın kadına ayrıcalık tanındığı düşünülen diğer ülke ve dinlerde kadınların ikincil konumda olduğu durumlara rastlanmaktadır. Modern kabul edilen Fransız hukukuna bakıldığında yirminci yüzyılın ortalarına kadar erkeğin evde hakim konumda olduğu, Alman Medeni Hukukunda ise kocaya evliliğe dair tüm meselelerde karar verme hakkı tanındığı görülmektedir. 1917 Osmanlı Hukuk-i Aile Kararnamesi’nde de benzer durumlar yaşanmış, Müslüman kadının durumunu düzeltmeye çalışmış fakat tam tersine kadının haklarının kapsamı daraltılmıştır. Yazar bu kararname karşısında Hanefi hukukunda kadına sunulan hakların çok daha kapsamlı olduğunu belirtmektedir.
Cinsiyet temelli çeşitli dönüşümlerin sonuçlarının çoğunlukla kadınların aleyhine olduğu görülmektedir. Eserde bu hususa yerel pazarların çöküşüyle kadınların ekonomik özgürlüklerini kaybetmesi ve çocuk yetiştirme rolünün sadece kadınlara verilerek kadınların evde kalma beklentisinin oluşması örnek verilmiştir. Bu dönüşüm çarkının hızlanmasına sebep olan önemli bir etken de bahsedildiği üzere geniş ailenin yıkımıdır. Bu etmenler çeşitlenebilir olmakla birlikte modernizm ismi altında kadınları özgürleştirmek yerine köleleştirmeye çalışan bir hukuk sisteminin oluşumu için çabalandığı yorumu da yapılabilmektedir.
Eser genel olarak değerlendirilecek olursa yazar, eserin her bölümünde şeriatın metinleştirilmesine karşı çıkarak tam tersine şeriatın uygulamaya dökülmesinin gerekliliğini savunmaktadır. Bu açıdan da eser oryantalist etkiyi sarsmak adına atılan değerli adımlardan biri olarak görülmektedir. Özellikle İslam ülkelerinin büyük çoğunluğu oryantalist fikirlerin etkisinde kaldığından bu eserin tercüme faaliyeti oldukça değerlidir. Eserin tarihsel bir bakış açısına sahip olması, çeşitli kurum ve kuruluşları inceleyebilme fırsatına alan açmakla birlikte eser, şeriatın hassasiyetle uygulanmasıyla başarıya ulaşılabileceği sonucuna varmaktadır. Aynı zamanda modernleşme sonrası dönemi ele alması, alanındaki sayılı eserlerden biri olmasını sağlamaktadır.
Eser yapısal açıdan incelendiğinde, konuların temel açıklamalarla ve çeşitli örneklerle açıklanmasının kitaba bütünsel bir bakış açısı kazandırdığı yorumu yapılabilir. Eserde yer verilen sorunlar çeşitli kaynaklarda çözüme kavuşturulmaya çalışıldıysa da bu problemlerin çoğu halen güncel olarak karşımızdadır. Bu nedenle eserin halen güncelliğini koruduğunu söylemek mümkündür. İslam hukukunun teşekkülünden başlayarak her kesimden okuyucuya hitap eder düzeyde ilerlediği düşünülse de belirli bir temele sahip olmadan okunmasının eserin anlaşılırlığını ve verilen mesajın ulaşma oranını belli oranda azaltabileceği yorumunu yapmak yersiz olmayacaktır.
Sabahattin Zaim Üniversitesinde İslâm İktisadı ve Finansı bölümünde öğrenimine devam etmektedir. Lisans eğitimiyle birlikte İLEM Kademe Programında 2. Kademe öğrencisidir.