Sanatın Dili: Portreler

Yazar: Asena Öztürk

Portre; resim ve heykel sanatlarının bir türüdür. İnsan yaşantısını anlatan ilk ifadeler, farklı yüzeylere çizilen suretler olmuştur. İlkel dönemlere dayanan bu suretler, zaman içerisinde değişerek çeşitlenmiştir. Çünkü insanoğlu, ilerleyen zaman diliminde farklı bakış açıları ve yorumlama deneyimi edinmiştir. Betimlenen her nesnede, ait olduğu dönemden izler bulmak mümkündür. İlkel dönemlerde suretler her ne kadar sanatsal bir kaygı çerçevesinde ele alınmasa da zamanla estetik bir zevke hitap eden portrelerle karşılaşılmıştır.

İlk insanların mağara duvarlarına çizdikleri hayvan suretleriyle kendilerinden sonraki nesillere iz bırakmak istediklerini biliyoruz. Söz konusu dönemde ifade biçimi genellikle av sahneleri ve avlanma biçimleri şeklindedir. Avlanan hayvanların ruhlarına olan saygıyı ifade etmek için ve avın bereketli geçmesi için çizilen suretlerin Fayyum Portreleri gibi bir ritüel kimlik kazandığını görmekteyiz. Fayyum Portreleri, I ve III. yüzyıllar arasında Mısır’da, mumyalanan cesetlerin baş kısmına yerleştirilen ve ahşap panolar üzerine resmedilmiş portrelere verilen isimdir. John Berger “Portreler” kitabında, bu resimlerin şehirli orta sınıf meslek erbabına ait portreler olduğunu ve muhtemelen insanlar hayattayken veya ani ölüm sonrasında yapılmış olabileceğini belirtir. Bu portreler incelendiğinde, detaylı bir “yüz” imgesinin ortaya çıktığı görülmektedir. Portrelerde “yüz”ün özgün bir konumu vardır; izleyiciyi istediği yöne sürükleyebilir. Richard Leppert Sanatta Anlamın Görüntüsü adlı eserinde şöyle söyler:

Portreler, karakteristik olarak, güçlü duygu ya da tepkilerin temsilini ikinci plana atar. Örneğin yüzdeki “şaşırma, güvensizlik, keder, öfke, korku ve mutluluk” işaretleri genellikle yansıtılmaz resme; çünkü bunların geçici tepkiler olduğu, dolayısıyla portresi yapılan kişinin o adlandırılmaz gerçek karakteri esas alınır.

Yüz portreleri bağlamında kendine has üslubuyla adından söz ettiren Caravaggio ise, portrede yoğun jest algısını savunmuş ve eserlerine uygulamıştır. Onun çalışmalarında dramatik olan, insandan bağımsız düşünülemez. John Berger’in, yeraltı ressamı olarak nitelediği Caravaggio için meşhur söylemini hatırlamak gerekir:

Caravaggio’nun resmettiği yüzler bir yara kadar derin bir bilgiyle aydınlatılmıştır. Bu yüzler düşmüş insan yüzleridir ve kendilerini yalnızca düşmüşlerin varlığından haberdar olduğu bir içtenlikle isteğe adarlar.

Caravaggio’dan büyük ölçüde etkilenerek portrede yeni bir yönteme imza atan Rembrant ise, öz portrelerini resimlemiştir. Rembrant, gelecek zaman hareketleriyle kendi hayatından kesitleri tek karede birleştirmiştir.

Rembrandt Harmensz van Rijn, Otoportre/ Self Portrait, 1655.

Rembrant Gombrich, yukarıdaki Rembrant resmi için şunları söyler:

Bu otoportre Rembrant’ı son yıllarındaki haliyle göstermektedir. Güzel bir yüzü yoktu ve Rembrant da yüzünün çirkinliğini saklamaya çalışmadı. (…) Bu gerçek bir insan yüzüdür. Bu yüzde ne bir gösteriş ne de bir kendini beğenmişlik izine rastlayabiliriz.

Rembrant’ın özellikle otoportrelerinde, insan yüzündeki çizgilerin derinliği ile karşılaşılmaktadır.

Van Gogh, Bandajlı Kulak ve Pipolu Otoportre/ Self Portrait with Bandaged Ear and Pipe, 1889.

XIX. yüzyılda ise, Romantizm akımının porteler üzerinde değişime neden olduğu görülmektedir.  Romantizm, bir bakıma “iç”in dışavurumudur ve her sanat dalında olduğu gibi, portrelerde de derin izler bırakmıştır. Sayıca bu dönemde oldukça çoğalan portrelerdeki algısal anlam da dönüşmüştür. Artık portreler, sanatçıya ait iç dünyanın göstergesi haline gelmiştir. Değişim sürecini net bir şekilde takip edebileceğimiz portreler, XIX. yüzyıl sonrası farklı sanat akımlarında yer almaya başlar. Sınırları belli bir biçimden sıyrılmış, kalıplarını kırarak özgürleşmiş ve duygu aktarımı çeşitlenmiştir. Duygu algısında dışavurumun ustalarından kabul edilen Van Gogh, tüm izlenimlerini portrelerinde yansıtmıştır. Çevresindeki kişilerin yanı sıra, kendi portrelerinde de yer vermiştir. Bugün daha çok geçirdiği bir kriz anında kestiği kulağını sargılı olarak resimlediği portresiyle bilinmektedir.

Günümüzde ise portre, toplumsal konulara alan açmıştır. Herhangi bir kamu spotu veya bir ilan/afiş için bile portre kullanılabilmektedir.  Dramatiklik ise, tuval ölçeğinin büyümesi ve yüzey üzerinde kapladığı alanın genişlemesiyle sağlanmaktadır. Bu gibi ölçek değişiklikleri ile vurgulanan nesne, dramatik etkiyi güçlendirir. Sinemanın bu etkiyi fark ederek kullanması, sonraki süreçte büyük ölçeklerde tuvaller üzerine yapılmış portreleri beraberinde getirmiştir.

Anlaşılacağı üzere sanatın farklı disiplinleri, çağlar boyunca değişen ve dönüşen yapılarıyla birbirlerini etkilemişlerdir. Resim ve portre sanatı, bir nitelendirme biçimi olarak bünyesinde köklü bir gelenek barındırır. Fakat yirminci yüzyıldan itibaren gelişen teknolojinin, hayatımızın her alanında olduğu gibi sanat ve edebiyat alanında da öncü konumda olması, sanatın farklı bir anlam boyutu kazanmasına vesile olmuştur. Dolayısıyla portre sanatı da yeni anlatım olanaklarına. Kısacası portre, genel olarak kimliğin tanımı ve tespiti yönleriyle insana dairdir. İnsan yaşıyorsa, portre var olacaktır.

Kaynakça

Aristoteles. Poetika. (İsmail Tunalı, Çev.) İstanbul: Remzi Kitapevi, 1987.

Berger, John. Portreler. (Beril Eyüboğlu, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları, 2018.

Gombrich, E.H. Sanatın Öyküsü. Erol Erduran, (Ömer Erduran, Çev.) İstanbul: Remzi Kitabevi, 2015.

Leppert, Richard. Sanatta Anlamın Görüntüsü: İmgelerin Toplumsal İşlevi. (İsmail Türkmen Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2009.

Leave a Comment