Sisifos Söyleni

Albert Camus, Sisifos Söyleni, çev.Tahsin Yücel, İstanbul: Can Yayınları, 2018, 38. Baskı, 160 s.

                “Gerçekten önemli olan tek bir felsefe sorunu vardır, intihar.”

 

“Sisifos Söyleni” Albert Camus’un 1942 yılında, “Yabancı” adlı romanıyla aynı yıl içerisinde yayımladığı felsefi bir deneme kitabıdır. Bu iki eser Camus’un edebiyat dünyasına girişini belirlemiştir. Camus birbirini tamamlayan bu iki yapıtta, varoluşçu izler taşıyan “saçma” felsefesini geliştirmiştir. Albert Camus “Veba (1947)”, “Başkaldıran İnsan (1951)”, “Düşüş (1956)”, “Yaz”, “Sürgün ve Krallık”, “Mutlu Ölüm” isimli eserleriyle hem edebiyat hem de düşünce alanlarında yetkinliğini kanıtlamıştır. 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Albert Camus ‘Sisifos Söyleni adlı eserinde zengin üslubu ve felsefi derinliği iç içe geçirmiş, edebiyat ve fikir dünyasına zenginlik katmıştır. Camus romanlarındaki kahramanlarının şahsında işlediği saçma felsefesini Sisifos Söyleni adlı eserinde tam bir açıklıkla dile getirmiştir. Camus’un eserlerinde duyulan en belirgin ses uzun bir iç muhasebe sonucunda ortaya çıkan bir takım sayıklamalardan ibarettir. Roman kahramanlarının her şeyi bilen ve hiçbir şeyi bilmeyen bir tutumla sadece olanı olduğu gibi yaşamaları, saçmanın ortasına doğmuş oldukları hissini uyandırır. Camus’un kahramanları, hayatı birkaç anlamsız sayıklamayı artarda dizip ortaya çıkan her neyse onun anlamlı olduğuna kanaat getirerek saçmanın içinden yaşamaktadırlar. Camus, saçmanın orta yerinden hayata başlattığı kahramanlarını hayatlarının ileri safhalarında okuru, varoluşçu sorgulamalarla yüz yüze bırakacak şekilde kahramanını yaşatır. Kahramanlarının olaylar karşısındaki tutumu varoluşun sorgulanmış halidir. Camus, hayatın anlamını ve insanın dünyadaki yaşayışını sorgulayan tutumuyla Dostoyevski, Franz Kafka, Jean-Paul Sartre gibi varoluşçu yazarlar arasında kendine özgü bir alan açmayı başarmıştır. Sisifos Söyleni’nin temel meselesi olan saçma diğer bir şekliyle “uyumsuz” Camus’un roman kahramanlarını felsefi bir kavram haline getirişinden ibarettir.

Sisifos Söyleni, varoluşu sorgulayan tutarlı bir sayıklamadır. Burada Camus’un sayıklamalarına şahit oluruz. Yunan mitolojisinde Tanrılar tarafından cezaya çarptırılan bir kral olan Sisifos’un cezası bir kayayı dağın tepesine kadar iterek çıkarmaktır. Taş dağın tepesinden kendi ağılığıyla tekrar yuvarlanacak ve Sisifos tekrar onu iterek yukarı çıkaracaktır. Tanrılar yararsız ve umutsuz çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi. Homeros, Sisifos’u kan ter içinde kayayı iterken tasvir eder; Sisifos sıkıntının başlangıcıdır adeta. Oysa Camus ona başka bir anlam yüklemiştir eserinde: “Uyumsuz Bir Uslamlama”, “Uyumsuz İnsan”, “Uyumsuz Yaratım” ve “Sisifos Söyleni” adlı dört ana başlık altında “uyumsuzu” irdelemiş, nihayetinde Sisifos’a mutlu bir çehre çizmiştir. Kitap haklı bir yargı cümlesiyle başlar, Camus hayata dair ilk kararını vererek şöyle der: “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar.” Haklı bir yargılamadır çünkü intihar – insanın ya da düşüncenin intiharı ki Camus buna felsefesel intihar der- içine düşülen müşkülpesent bir durumdan ziyade uzun süren bir sorgulamanın ve varışın sonunda gerçekleşen bir eylemdir. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusu felsefenin konusu olmaya devam ederken bir uyumsuza diz çöktürecektir. Camus’a göre intihara varmış bir hayat uyumsuzun vazgeçişidir, bir boyun eğmedir. Uyumsuzun kurtuluşunu bilinçli bir başkaldırıda gören Camus’a göre uyumsuz olarak yaşayabilmek, işte gerçek başkaldırı buradadır. Camus, intiharı varoluşsal bir sorgulama olarak ele aldığı “Uyumsuz ve İntihar” adlı bölümde uyumsuzun ayak izlerini takip ederek intihara dair bir takım çıkarımlar yapıyor.

“…aklın hangi dakikada, hangi davranışla ölümü seçtiğini saptamak güç olsa bile, eylemin getirdiği sonuçları bu eylemin kendisinden çıkarmak o kadar güç değil. Kendini öldürmek bir anlamda melodramlarda olduğu gibi içindekini söylemektir. Yaşamın bizi aştığını ya da yaşamı anlamadığımızı söylemektir. Yalnızca çabalamaya değmez demektir. Yaşamak hiçbir zaman kolay değildir kuşkusuz. Birçok nedenlerden dolayı yaşamın buyruklarını yapar dururuz, bu nedenlerin birincisi de alışkanlıktır. İsteyerek ölmek bu alışkanlığın gülünçlüğünün, yaşamak için hiçbir derin neden bulunmadığının, her gün yinelenen bu çırpınmanın anlamsızlığının, acı çekmenin yararsızlığının içgüdüyle de olsa benimsenmiş olmasını gerektirir.”

Camus intihar noktasına varmış bir düşünceyi dünyaya ayak uydurmakta zorlanan bir düşünce olarak ele alır, işte bu uyumsuzun kendisidir. Camus bu çıkarımın devamında uyumsuzun varabileceği tek noktanın intihar olup olmadığını sorgulamaya girişir ve uyumsuzu yaşatabileceği bir kapı arar adeta. “Varlığı yaşaması için zorunlu olan uykudan yoksun bırakan bu çok önemli duygu nedir?” İntihara vardıran duyguyu anlamak için sorduğu bu soruyu irdeleyerek o duygunun adını koyar Camus.

“Kötü nedenlerle de açıklansa açıklanabilen bir dünya bildik bir dünyadır. Buna karşılık, birdenbire düşlerden, ışıklardan yoksun kalmış bir dünyada insan kendini yabancı bulur. İnsanla yaşamı oyuncuyla dekoru arasındaki bu kopma uyumsuzluk duygusunun ta kendisidir. Sağlam insanlar arasında bile kendi intiharını düşünmemiş bir kimseye rastlanamayacağına göre, bu duyguyla hiçliği istemek arasında dolaysız bir bağ bulunduğu fazla açıklama yapılmadan da benimsenebilir.”

Camus’a göre uyumsuz sadece intiharda göstermez kendini o bir insanın yaşama bağlanışında da bir çelişki görür.

“Düşünme alışkanlığını edinmeden yaşamaya alışırız. Bizi ölüme her gün biraz daha yaklaştıran bu koşuda, bedenin bu önlenmez önceliği sürüp gider. Bu çelişkinin özü sıvışma diye adlandıracağım şeydedir. Ölümcül sıvışma umuttur. “Hak edilmesi” gereken bir başka yaşam umudu ya da yaşamın kendisi için değil de onu aşan büyük bir düşünce için, en yüce olan için yaşayanların hilesi, ona bir anlam verir ve ona ihanet eder.”

Camus uyumsuzu bu tarz bir bağlanma ya da intihar gibi bir vazgeçiş içinde görmez. Uyumsuzun daha büyük bir evrenin mensubu olduğunu oraya ulaşıp orada kalması gerektiğini savunur. Aramaya çıkan uyumsuz her şeyi tüketene kadar arayacak nihayetinde kendi düşüncesinin tutarlılığı içinde ya sıvışacak ya da intihar edecektir. Oysa asıl olan uyumsuzluğu hayata bulaştırmaktır. Hayatın her taşını uyumsuzla örüp orada yaşayabilmektir. “her düşünce bir özlemdir” der Camus. Uyumsuz da kendi dünyasının özlemini çekmektedir. Uyumsuz; uydurulmuş bir dünyada yaşayamama, sıkışıp kalma halidir. İnsan dünyalıdır ve dünyayı hakkıyla yaşamadığı müddetçe ya yeni bir dünya uyduracak ve orada uykuya dalacaktır ya da Camus’un bahsettiği uyumsuza yakalanacaktır. “Uyumsuz olması, umut ya da intihar yoluyla kendisinden sıyrılmayı mı gerektiriyor?” Camus bu soruyla uyumsuza üçüncü bir kapı aralar. “Oysa gerçek çaba burada elden geldiğince fazla kalmak, bu uzak bölgelerin abartılı bitkilerini yakından incelemektir. Direnç ve açık görüşlülük, uyumsuzun, umudun ve ölümün birbirlerine karşılık verdikleri bu insan dışı oyunun ayrıcalıklı izleyicileridir.” Camus uyumsuzun ulaşacağı son noktada dahi bilinci elden bırakmaz ve yabancı gördüğü bir dünya karşısında en büyük yardımcı olarak da direnci görür. Bu aslında uyumsuzda olan tanımış olma durumunun belki de tam tersi bir durumdur. Henüz hakkıyla tanınmamış bir dünya karşısında ancak bilinç iş görmeye devam eder ve dünya hala direnç gösterilecek bir küre olarak görünür göze. “Uyumsuz Duvarlar” başlığı altında Camus uyumsuzun yolumuz üzerindeki yerini belirlemeye çalışmıştır. Uyumsuzla şu sözlerle tanıştırır onu tanıyabilecek kadar uyumsuzun içine düşmüş olanları: “Uyumsuzluk duygusu, her sokağın dönemecinde, her adamın yüzüne çarpabilir. O durumuyla, acıklı çıplaklığı, parıltısız ışığı içinde kavranılmaz bir şeydir.”, “Yalnızca görünüşlerin dökümü yapılabilir, yalnızca iklim duyurulabilir. Uyumsuzluk iklimi başlangıçtadır. Son ise, uyumsuz evrendir, ayrıcalıklı ve amansız yüzünü parıldatmak üzere dünyayı kendine özgü bir ışıkla aydınlatan şu düşünce tutumudur.” Camus’un bahsettiği insan içsel özgürlüğüne kavuşmuş bir insandır aslında. O her ne kadar bunun adına uyumsuz dese de bu ulaşılan son nokta gözlerin ayırt edemeyeceği bir uyumun ta kendisidir. Uyumsuzla uyumlu yaşabilme yetisi Camus’un “Başkaldıran İnsan”ında bahsedilen bir başkaldırıdan ziyade, bir teklik – bütünlük fikri ortaya çıkmaktadır. Uyumsuz bir bıkkınlık sonucunda ortaya çıkar ve anlaşıldığı anda bir tutkuya dönüşür. O artık bir özlemdir:

“Düşünce olguların değişken aynalarında hem bu olgularla hem de kendi kendilerini tek bir ilkede özetleyebilecek ölümsüz bağıntılar bulabilseydi, bir düşünce mutluluğundan söz edilebilirdi. Mutluluk söyleni de bunun gülünç bir benzeri olurdu ancak. Bu birlik özlemi, bu saltıklık isteği, insan dramının temel devinimini ortaya koyar.”

Camus, “Felsefesel İntihar” adını verdiği bölümde ise uyumsuza bir cevap üretmeye çalışmış olan varoluşçularla yüzleşir adeta ve uyumsuzdan vazgeçmiş olduklarını, düşüncelerinin intiharını anlatır.

“Uslamlamam kendisini uyandıran açıklığa bağlı kalmak ister. Bu açıklık uyumsuzdur. Arzulayan tinsel varlıkla umut kırıklığına uğratan dünya arasındaki kopuştur, birlik özlemimdir, bu dağınık evrenle onları birbirine bağlayan çelişkidir. Kierkegaard özlemimi yok eder, Husserl de bu evreni bir yerde toplar. Benim beklediğim bu değildi. Bu parçalanmaları yaşamak ve düşünmek, benimsemek mi, yoksa yadsımak mı gerektiğini bilmek söz konusuydu. Apaçığı maskelemek, denklemin terimlerinden birini yadsıyarak uyumsuzu silmek söz konusu olamaz. Bununla yaşanabilir mi yoksa mantık bundan dolayı ölmeyi mi buyurur, bunu bilmek gerekir. Felsefesel intiharla ilgilenmiyorum ben, kısaca intiharla ilgileniyorum.”

Albert Camus, sahnedeki oyuncunun parçalanmış yüzlerinde görür uyumsuzu ve Dostoyevski’nin eserlerindeki uyumsuz kahramanların varlık sorunlarına da kulak verir. Sisifos Söyleni’ndeki çaba vardığı noktayı anlatmanın çabasıdır adeta. Uyumsuzdur ama öldürmemiştir kendini ya da ölümcül bir umutla sıvışmamıştır. Yaşamaktadır yalnızca yaşamakta. Camus, Sisifos’u mutlu sayar, taş tepeden her yuvarlanışında Sisifos’un yüzünde bir gülümseme görür. Sisifos artık o yuvarladığı taştır aslında. Onunla uyumsuzluğuna sarılarak yaşar.

“Bu söylen trajikse kahraman bilinçli olduğu olduğu içindir. Gerçekten de, her adımda başarma umuduyla desteklenseydi, neden kederli olacaktı? Bugünün işçisi yaşamının tüm günlerinde aynı işlerde çalışır, bu yazgı da uyumsuzlukta bundan aşağı kalmaz. Ama ancak bilinçli olduğu ender anlarda trajiktir. Sisifos, tanrıların paryası, güçsüz ve ayaklanmış Sisifos, düşkün durumunun tüm enginliğini bilir: inişi sırasında bunu düşünür. Bunalımını oluşturan açık görüşlülük aynı zamanda yengisini de tüketir. Hoşgörünün aşamadığı yazgı yoktur.”

Varoluş kendini uyumsuzda ifşa eder, uyumsuzun içinde biriken ışık o tepeyi aydınlatmak için dışarı çıkmazsa uyumsuz trajik bir söylem olarak kalacaktır. Kısacası uyumsuz intihardan ve ölümcül sıvışmadan kurtularak yaşadığı dünyada anlaşılmayacak mutlu bir dünyalı olarak yaşamalıdır.

Leave a Comment