Tarih Nedir?

Yazar: İbrahim Veysel Tekelioğlu

Tarih felsefesinin başlangıç sorusu olarak ‘’Tarih Nedir?’’ sorusu Edward Hallett Carr’ın kitabının da ismine kaynaklık etmiş bir sorudur. Carr kitapta İngiltere özelindeki ve Dünya genelindeki Tarih’i inceleme metotlarına eleştiri getirerek mevcut Tarih anlayışlarına şerh düşmüştür. Kitapta özellikle üstünde durulan konular ‘’Tarihçinin Konumu’’ ve ‘’Tarihsel Determinizm’’dir. Bahsedilen iki konuda Carr, İngiltere ve Avrupa’daki entelijansiyaya sert eleştiriler getirmiştir. Kendi düşüncelerini merkeze alarak ‘’Tarih’in tanımını yaptıktan sonra ‘’Tarihçi Kimdir?’’ sorusuna cevap aramıştır. Tarihe Kolonizatör ve Pragmatist pencereden bakmayı eleştirmiş ve ‘’Dünya Tarihi’’ kavramının geliştirilerek müfredata yerleştirilmesi düşüncesini dile getirmiştir. Carr, kitabında aydınlara ve kurumlara eleştiri getirirken halkın da ‘’Tarih’’ hakkında giriş düzeyinde de olsa bilgi edinmesini istemiştir.

Edward Hallett Carr: İngiliz tarihçi, uluslararası ilişkiler teorisyeni ve gazeteciydi. Carr, tarih yazımı üzerine düşünceleri ve tarihçilerin çalışmalarındaki öznellik ve nesnellik sorunlarına yönelik analizleriyle tanınır. Carr, Sovyetler Birliği üzerine yazdığı kapsamlı çalışmaları ile de bilinir. Özellikle “The Bolshevik Revolution” ve “The Soviet Union” adlı eserlerinde Sovyet tarihini detaylı bir şekilde incelemiştir. Edward Hallett Carr, tarih ve uluslararası ilişkiler alanlarına yaptığı katkılarla önemli bir düşünür olarak kabul edilmektedir.
Edward Hallett Carr (1892 – 1982)

Carr, tarihçinin konumunu değerlendirirken tarihçiyi bir vakanüvis gibi değerlendirmekten ziyade elde ettiği bulguları tarihin ritmine göre yorumlayan kişi olarak değerlendirir. Tarihin olgulardan ibaret görüldüğü ve Tarihçinin şahsından bağımsız olarak şekillendiği fikrinin büyük bir illüzyon olduğunu düşünerek nesnel ve sert bir çekirdeğin var olmadığını aktarır. Elbette ki olgular ve belgeler Tarihçinin ihtiyacıdır ancak tarihin belgelerden oluştuğunu düşünmek büyük bir yanılgıdır. Çünkü mevcut olgular ve belgeler bunları aktaranın elinde şekillenir. Ayrıca Tarihçiye olayların yaşandığı dönemin bir kamerası gözüyle bakmak yanlış bir tutumdur. Çünkü Tarihçi kaydeden değil değerlendirendir. Olgular ve belgeler geçmişten günümüze hiçbir zaman arı olarak gelmezler. Her zaman kendilerini oluşturanların zihinlerinde kırılarak günümüze yansırlar.

Sonuç olarak Tarihçi, olgulara ve belgelere taparak onları fetiş haline getiren değil olgularla ve belgelerle bağ kurarak onlarla diyalog halinde olan hem tarihsel materyalleri hem de sözlü anlatıları kendi tarihsel aklı ve müktesebatının süzgecinden geçirerek tarihi oluşturan şahıstır. Tarihçi olmadan belgelerin, olguların, materyallerin ve sözlü kaynakların bir önemi olmadığı gibi bahsedilen kavramlar olmadan da Tarihçi ve dolayısıyla tarih meydana gelmez. Bu unsurlar bir bütün olarak birbirlerini tamamlayarak ortaya çıkarlar.

Kitabın ikinci temel konusu ‘Lider Odaklı Tarih Anlayışı’dır. Tarihi var eden gücün bireysel zekalar olduğu görüşü tarihin primitif seviyelerine özgüdür. Kamu işlerinin basitçe yürütüldüğü zamanlarda bu fikir akla yatkın olarak kabul edilebilir ancak günümüzün kompleks toplumunda bütün işleyişin tek bir şahısta toplandığını iddia etmek her ne kadar halk uygun olsada bir ülkenin aydınları için kabul edilebilir bir durum değildir. Dünya üzerindeki ulus-devletlerin çoğunda var olan pragmatist tarih anlayışı hem halkın hem de aydınların tarihin liderlerin güdümünde ilerlediği kanısına varmasına yol açmıştır.

Halk, çoğu zaman sosyal ve siyasal kurumlar aracılığıyla endoktrinizasyona tabi tutulmuştur. Buna sebep olan şey ise şudur: Düzenin kesintisiz bir şekilde devamlılığını sağlamak. Dünya devletlerinin çoğunda yer edinen bakış lider merkezli tarih bakış açısıdır ancak büyük adamların tarihteki rolünü sadece ‘’tarihi yapan’’ olarak görmemek gerekir. Büyük adamlar tarihin hem bir ürünü hem de etmeni olarak sivrilmiş bireylerdir.

Kitabın üçüncü ve son temel konusu Tarihsel Determinizm’dir. Tarih sürekli kendini tekrar eden bir bilim değil, gelecekteki eylemlere rehberlik edebilecek belli başlı genellemeler yapmaya elverişli bir bilimdir. Ayrıca tarihi olaylar salt günümüze uyarlanmak yani Tarihsel Determinizm mantığına hizmet etmek adına bağlamından koparılamaz. Tarih bir süreçtir ve bu süreç içinden bir parça çıkarılıp incelenemez çünkü her şey birbirine bağlıdır. Reform Hareketinden başlayıp 17. Yüzyıldaki Sekülerleşme Hareketine kadar geçen süreçte dini kurumların dışlanması beraberinde metafizik düşüncenin reddini de getirmiştir.

Metafiziğin reddi materyalist düşüncenin merkeze alınmasına sebep olmuştur. İlk olarak iktisadi süreçlerde kendini gösteren materyalist düşünce zamanla sosyal bilimler alanında da başak vermiş ve tarihte kendini determinizm olarak göstermiştir. Günümüzün geçmişten bir farkı olmadığı, tarihin döngüsel olarak sürekli kendini tekrar ettiği düşüncesi modern insanda kuvvetli bir yankı uyandırmış ve aydınlarda umutsuzluk olarak kendini göstermiştir. Oysa tarih, bir yemek tarifinden veya sınırları kesinkes belirlenmiş bir anayasadan ziyade bir pusuladır. Pusula vazgeçilmez bir rehberdir ancak yol haritası değildir. Tarih, yaşandıkça gerçekleşen bir olgu olarak determinizmden uzaktır.

Tarih, bütünüyle nesnel ve mutlak bir biçimde doğru olamaz. Çünkü tarihi oluşturan olgulara anlamını tarihçi verir. Tarihte nesnellik terimini hala kullanmamız gerekiyorsa olgunun nesnelliği değil olgu ile yorumun, geçmiş ve geleceğin arasındaki nesnelliktir. Tarihin dışında ve tarihten bağımsız bir mutlak ölçü düzeni kurmaya çalışmak Tarihin doğal metodolojisine aykırıdır. Tarihte mutlak, geçmişte kendisinden yola çıktığımız düşünceler değildir. Şimdiki zamana ait bir kavram da değildir. Çünkü günümüz hala devam ettiğinden görelidir. Bu halen tamamlanmamış bir süreçtir. Her ülke Tarih’e özgün katkılar yapmıştır. Bu katkılar göz ardı edilip de Tarih oluşturulmaya çalışılırsa objektif ve nesnel dediğimiz Tarih’e asla ulaşılamaz.

Burada asıl sorumluluk Tarihçidedir. Tarihçi, Tarihi yaparken pragmatizmi takip ettiği sürece istenilen manada bir tarih yazımı yapılamaz. Tarihçi şartlanmış bir insan değildir. Asıl tarihçi daima ‘’Niçin?’’ sorusunu sorar. Olguları ve belgeleri bir tabu haline getirmeden onları akıl süzgecinden geçirerek yorumlar. Olguların ve belgelerin zihnini kirletmesine izin vermez. Buradaki kirlilikten kasıt olguları ve belgeleri put ilan etmektir. Tarihçi bu iki kavramı araç değil amaç olarak gördüğü müddetçe zihni bulanır, objektife yakın düzeyde bir eser ortaya koyamaz. Ayrıca Tarihi bir geçit alayı olarak düşünürsek Tarihçinin bu geçit alayı içinde kendini bulduğu nokta, onun tarihi görüş açısını belirler. Anlamlı tarih de ancak tarihçinin geçmişe bakışı, bugünün sorunlarını kavrayınca aydınlatıldığı zaman kesinlikle yazılmış olur. 


İbrahim Veysel Tekelioğlu

2002 Malatya doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Malatya’da tamamladı. Hali hazırda Beykent Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. Sınıfta eğitim görmektedir. İlem Kademe programında II. Kademe öğrencisidir.

Leave a Comment