Yahya Kemal’de İstanbul Manzarası

Habil Sağlam konuşmasına Yahya Kemal’de var olduğunu düşündüğü ve kendi çalışmasının temelini teşkil eden yaklaşımı açıklayarak başladı. Sağlam’a göre Yahya Kemal’in edebi faaliyetlerinin zeminini dört unsur meydana getirir: İstanbul leitmotivi, ulusal tarih anlatısının toprakla ilişkilenmesi, görselliğin şiirde ve düzyazıda yer alış biçimleri, şehir imgesinin muhatabından talep ettikleri. . Bu dört unsuru başarılı bir şekilde eserlerine uygulayan Yahya Kemal, İstanbul’u anlatan eserlerinde, ekseri başarılı bir şairdir. Onun başarısının sırrı, Yahya Kemal’in yazım tekniği ile Türk toplumunun yaşamakta olduğu algısal değişimin örtüşmesidir. Burada sorulması gereken “Peki, Yahya Kemal’in tekniği nedir?” sorusudur. Habil Sağlam’a göre bu tekniğin üç önemli özelliği vardır. Birincisi, bu teknik, dünya ile kurulan bağı, dünyanın hakikatine sahip olmak için yeniden düzenler. Bu tekniğin ikinci özelliği, belli bir öznenin oluşumuna katkıda bulunması ve sebep olmasıdır. Yahya Kemal’in tekniğinin son özelliği ise kurulduğu andan itibaren sanki hep oradaymışçasına hissini vererek tarihselliği gizleyen bir teknik olmasıdır.Yahya Kemal’de İstanbul Manzarası afiş

Sağlam konuşmasında “Yahya Kemal, İstanbul’a bir manzara olarak bakan ilk yerlidir” diyerek önemli bir iddiada bulundu. O’na göre Yahya Kemal İstanbul’a yüzyıllar boyunca bakan şarklılardan farklı bir biçimde bakar. Yahya Kemal’in bakışı, ontolojik açıdan, şehrin oluşumu ile Türklerin tarihsel serüveni arasında bağ kurar. Yahya Kemal, hem düzyazılarında hem de şiirlerinde İstanbul’a farklı tepelerden bir tabloya bakıyormuşçasına bakar. Bu bakış, insan gözünü dünyanın merkezi olarak kabul eder. Böylece, Yahya Kemal, özne-nesne ilişkisini hümanist bir zeminde düzenlemiş olur.

Habil Sağlam’a göre Yahya Kemal’in ortaya koyduğu tarihsel tablo şehrin nasıl okunması ve kendisine bir manzara olarak bakan gözde hangi hisleri doğurması gerektiğini açık bir şekilde ortaya koyar. Bunu başarmak için Yahya Kemal, okurundan İstanbul’u bir tabloyu çizer gibi, sanki İstanbul’u en ince ayrıntısına kadar tasvir eder gibi, İstanbul’u gözünde canlandırmasını ister. Diğer bir deyişle, Yahya Kemal okurundan “canlandırma faaliyeti” içinde olmasını ister. Bunu yaparken Yahya Kemal görmek fiilini hep emir kipi ile kullanır.

Konuşmasında Aziz İstanbul kitabına değinen Habil Sağlam, kitabın yazılış tarihi üzerinden bir ayrıntıya dikkat çekerek önemli bir iddia da bulunur. Yahya Kemal, Türk-İstanbul şehrinin merkeze alındığı Aziz İstanbul kitabındaki yazılarının neredeyse hepsini birinci dünya savaşı yıllarında kaleme almıştır. Bu tarih, Türkler için “artık Osmanlıdaki diğer uluslardan ayrı bir halde yaşam sürmeliyiz” düşüncesinin uygulanmaya başlandığı zaman dilimidir. Bu tarihten itibaren Türkler, hem balkanlardan hem de Arap diyarından çekilerek, Anadolu’da yeni bir devlet ve millet inşasına girerler. Bu yeni devletin ve milletin inşası için bir anlatıya ihtiyaç vardır. Fakat bu anlatının hem tarihsel hem de zihinsel olarak bir boşluğa yer bırakmaması gerekir. Aziz İstanbul kitabı işte bu yeni ulus anlatısını karşılamak için kaleme alınmış bir eserdir.

Habil Sağlam, konuşmasında, 1081’de Kadıköy’e gelerek İstanbul’a bakan ilk Türkler ile Yahya Kemal arasında edebi ve görsel olmak üzere iki farkın olduğunu ileri sürer. Sağlam’a göre, iki bakış arasındaki edebi fark: “Yahya Kemal’in bakışında, seyredilen dünya, bir tasvir objesi olarak şiire dahil olur”; görsel fark ise :“Şairin farklı seyirci pozisyonlarına rahatlıkla yerleşebilmesi” olarak tanımlanabilir. Sağlam’a göre, Yahya Kemal ile İstanbul’a ilk defa bakan Türkler arasındaki en önemli fark görsellikten kaynaklanır. İstanbul’a ilk defa bakan Türkler İstanbul’u klasik temsili (Bizans ikonları, Mısır Resimleri, Osmanlı Minyatürleri) algılayan gözlerle temaşa eder. Yahya Kemal ise, İstanbul’u, geometrik perspektif açısından eşyaya bakmayı öğrenmiş bir batılı gözü ile temaşa eder.

Habil Sağlam, konuşmasının son bölümünde, Yahya Kemal’in kaleme aldığı “Resimsizlik ve Nesirsizlik” isimli eser üzerinden “bizde” batılı manada bir edebi gelişim olup olmadığını tartıştı. Tanpınar’dan alıntı yapan Sağlam, Doğu’nun gözünün Batı’da olduğu gibi uzun süreli bir resim terbiyesinden geçmediğini belirtti. Bundan dolayı “bizdeki” nesir dili eşyayı kuşatacak perspektife sahip değildir. Buradan mülhemle denebilir ki Tanzimat dönemi edebiyatçılarının yaşadığı acemiliğin kökeninde “gözlerinin açılmamış” olması yatmaktadır. Tanpınar’a göre hâlihazırda mümkün ve meşru tek edebiyat gelişim şeklini temsil eden Batılı yüksek edebiyat eserlerinin oluşumunda “bereketli hazırlanışlar” diğer bir ifadeyle köklü bir sanatsal gelişim süreci vardır. Tanpınar’dan yaptığı alıntıyı yorumlayan Sağlam, buna göre Türkiye’de yaşanan estetik tecrübe haliyle eksiktir düşüncesinde olduğunu belirtti. Yahya Kemal’in “Resimsizlik ve Nesirsizlik” isimli yazısı bu durumu çok güzel özetleyen bir yazı mahiyetindedir: “Resimsizlik yüzünden cedlerimizin yüzlerini göremiyoruz. Ah bu ne feci hicrandır! Eski şehirlerimizi göremiyoruz; yanmış yahut yıkılmış nice binalarımızı göremiyoruz; eski kıyafetlerimizi göremiyoruz; o kıyafetlerin asırlar arasında, yavaş yavaş nasıl tekâmül ettiklerini anlayamıyoruz; vatanı kurduğumuz eski seferlerimizi, eski meydan muharebelerimizi, bu muharebeleri başaran şerefli ordularımızı göremiyoruz. Ah, ah… Resimsizlik yüzünden daha neleri, daha neleri göremiyoruz.

Leave a Comment