Dekonstrüksiyon Adalet İçindir
Yazar: Beyza Nur Aktaş
Nesne ve varlığın konusu olan metafiziksel alem hakkında zihnimizdeki nesneler dünyasının lehine olan yapılanmış ayrımın metafiziğe karşı epistemolojik bir şiddet olabileceğini tasavvur edebilir miydik? Yahut adaletin esas subjesini oluşturan ötekine dair hümanistik ve rasyonalist yaklaşımlar her zaman doğru sonucu verir mi? Metinden çıkarılabilen bu iki önemli soru; yazarın temelden aldığı ana konular olan Derrida’nın dekonstrüksiyon kavramı, Heidegger’in destrüksiyon ve abbau kavramlarından farkı ve différance kavramı bağlamında ahlak ve ötekine gidiş olarak sistematik bir şekilde işlenmektedir.
Değerlendireceğimiz “Ötekine Yönelik Etik Refleksiyonun İmkanı Olarak Dekonstrüksiyon”, aslen İlem Kitaplığı ve Nobel Yayınevi işbirliğinden çıkan editörlüğünü Prof. Dr. Lütfi Sunar ve Selami Varlık’ın yaptığı “Ahlak ve Başkası: Modern Felsefe ve İslam Düşüncesindeki Öteki” adlı kitabın bir parçasıdır. Metnin yazarı Prof. Dr. Kasım Küçükalp, Prof. Ahmet Cevizci danışmanlığında “Nietzsche’nin Postmodernizme Felsefe Bakımından Etkileri” adlı yüksek lisans tezini tamamladı. Doktorasını ise “Dekonstrüksiyona Yönelik İki Yaklaşım: Heidegger ve Derrida” başlıklı teziyle 2008 yılında tamamladı. Halihazırda Bursa Uludağ Üniversitesi’nde Felsefe Tarihi Anabilim Dalı’nda öğretim görevlisi olan Kasım Küçükalp, modern ve çağdaş kıta Avrupa felsefesi, özelde ise post yapısalcı ve post modern felsefeler üzerine ihtisas yapmıştır. Bu alanlarda birçok kitap, makale, kitap bölümü ve ansiklopedi maddesi kaleme almıştır.
Dekonstrüksiyon, Batı metafiziğine yöneltilmiş radikal bir düşünme stratejisi olarak kabul edilir. Her ne kadar Derrida dekonstrüksiyonu bir okuma metodu veya bir düşünme metodu olarak tanımlamaktan çekinse de Derrida’nın inşa ettiği kavramlar, yine onun epistemolojik ve metodolojik çerçevesinden anlaşılabilir. Yazar, Derrida’nın post felsefi akımlara bir başkaldırı olarak değerlendirildiğinde, sistematik bir metodolojisinden bahsetmenin oldukça zorlaştığını ifade eder. Derrida’yı anlamak için özellikle dekonstrüksiyon kavramını inşa ederken beslendiği bir kaynak olarak Heidegger’e bakmak önemlidir.
İlk olarak Heidegger’ın ortaya attığı iki kavram olan destrüksiyon ve abbau kavramları, bir şeyin yapısal tabakalarını sökmek ve nasıl vücut bulup oluştuğunu anlama çabasına işaret eder. Bu yüzden Batı metafizik düşüncesinin veya varlık tasavvurunun yapısını anlamaya yönelik bir amaç içerir. Derrida bu kavramları bir ileri seviyeye taşır. Destrüksiyonun sahip olduğu hiçlemek veya yerle bir etmek anlamlarının verdiği negatif mananın dışlanması gerektiğini düşünür. Bu nedenle dekonstrüksiyon kavramını üretir. Esasen bu kavram bir dilbilgisi terimi olarak cümledeki sözcüklerin dizilişini veya kuruluşunu bozmak anlamını taşır. Kelimeye pozitif bir anlam katan yanı ise kuruluşu bozduktan sonra tekrar inşa etme gayesinin olmasıdır. Bir metin defalarca kez sözcüklerinin yapı çözümüne uğratılmasıyla farklı farklı bağlamlarda tekrar inşa edilebilir. Bu yüzden dekonstrüksiyon metne dışarıdan müdahale etme gücü bulunan teknik bir araç değildir. Metin diğer bir deyişle bağlam var ise dekonstrüksiyondan söz edilebilir.
Yazar, Derrida’nın post felsefi akımlara bir başkaldırı olarak değerlendirildiğinde, sistematik bir metodolojisinden bahsetmenin oldukça zorlaştığını ifade eder. Derrida’yı anlamak için özellikle dekonstrüksiyon kavramını inşa ederken beslendiği bir kaynak olarak Heidegger’e bakmak önemlidir.
Yazar, dekonstrüksiyonun Derrida’nın üslubundan, oldukça metin okuma odaklı olan bu tanımı yaptıktan sonra başka bir tanımla onun iki tane işlevi ile ön plana çıktığını söyler. Dekonstrüksiyon bir sınır felsefesidir ve bir logos çökmesidir. Antik Felsefeden miras kalan ve mevcut Batı düşüncesini oluşturan logos temelli yaklaşım dekonstrüksiyonun reddettiği sınırlı bir bağlam ve kesin hükümler sonucunda bozulmuş olur. Varlık ve mevcudiyet hakkında karar verilemezlik ise insanı sınırda felsefe yapmaya sürükler. Bu noktada bir bilinemezciliğe yol açtığı sonucu çıkıyor gibi olsa da aslında bu hatalı bir çıkarımdır. Mümkün olabilecek ihtiyatlı yaklaşım ile keskin bir dikkat karşılığında yeniden bağlamlaştırma insana yol gösterebilir. Önemli olan bu bağlamı nihai bir son olarak kabul etmekte daima tedbirli davranmaktır. Aslen insanı hakikate karşı mütevazı yapan da bu yaklaşımdır.
Bir metin defalarca kez sözcüklerinin yapı çözümüne uğratılmasıyla farklı farklı bağlamlarda tekrar inşa edilebilir. Bu yüzden dekonstrüksiyon metne dışarıdan müdahale etme gücü bulunan teknik bir araç değildir. Metin diğer bir deyişle bağlam var ise dekonstrüksiyondan söz edilebilir.
Derrida’nın temelde karşısında olduğu şey Batı metafiziğinin varlığı rasyonel bir boyuta indirgeyen bir epistemoloji ve ontolojiden beslenmesidir. Tam bu noktada yine kendi jargonundan différance kavramı devreye girer. Fransızcada ayrışmak veya ötelemek anlamına gelen bu kelimenin kastettiği anlam şöyle özetlenebilir; her kelime anlamını dilin tüm sistemi içerisindeki bağlamından alır. Bu yüzden her kelime bu aldığı anlama göre ayrışır. Aynı şekilde bir cümle kurulduğunda bazı kelimeler cümlenin sonuna gelene kadar anlamsal olarak ertelenmek zorunda kalabilir. Misal olarak, “babam bugün eve geç geldi” cümlesindeki “baba” kelimesi anne, arkadaş ve akraba gibi kelimelerden ayrışıklığını ifade eder, yoksa babanın aile içindeki konumuna sıkı bir vurguda bulunmaz. Keza, baba kelimesi cümlenin sonundaki geç geldi eylemi söylenene kadar anlam bakımından ertelenmiştir.
Dekonstrüksiyon ve différance kavramlarını iyice özümsemek bu bağlamda adaleti anlamak açısından önemlidir. Yazının oldukça büyük bir kısmı bu kavramların açıklanmasına ayrılır. Başka bir örnek olarak; adaletin temelini oluşturan iyi kavramının tanımlanmasından yola çıkılırsa, bu iyi kavramı tanımlanmakla kalmayıp gerçek hayatta da refleksiyon görmek ister. Halbuki Derrida’nın dekonstrüksiyon kavramına göre idealdeki herhangi bir kavramı ki burada örnek olarak iyi kavramına bu şekilde muamele etmek o kavramın hakiki sınırını aşmak demek olur. Bu yüzden her zaman belirleyici ve spesifik bir konuma ulaşılmış olduğu iddia edilir.
Adalet kavramına gelince, o sadece tekil bir kişinin bir olayını herkes için geçerli olan spesifik ve belirli bir anlamı ifade edecek şekilde indirgenemez. O sınırlarını bir insanın anlayamayacağı öyle bir kavramdır ki, onu belirli bir anlama indirgemek kelimenin ifade ettiği hakikate karşı kibirli bir durum takınmak anlamına gelir. Tam bu noktada dekonstrüksiyon, differance ve adalet bağlamında bir ilişki kuruluyor. Tekil insanlar üzerinden ahlaki durumları incelerken takınılan narsistik tutumun ancak dekonstrüksiyonun getirdiği anlamda sabitlenmekten ziyade bir farkın her zaman olduğunu ve ona karşı teyakkuzda olmak gerektiğini dikkate alarak eylemde bulunulması gerektiği ortaya çıkıyor.
Asıl adalet, dekonstrüksiyonist okuma biçimiyle fertlerin genel yasadan ayrılan biricikliğini fark etme çabasıdır. Bu yüzden Adalet’in yapı sökümü yapılamaz ve yapı söküm adalet içindir.
Güncel Ahlak problemlerinin temelinde hümanistik karakterdeki rasyonalist epistemolojilerin yer aldığını belirten yazar, etik ve politik bağlamda Derrida’nın bir metin okuma şekli olarak beliren dekonstrüksiyon yönteminin yeni açılımlar oluşturabileceğini vurgular. Derrida’nın sunduğu dekonstrüksiyon diğer bir deyişle yapı söküm, hakikat ve varlık telakkisinin kesinkes bilinebilirliğine bir sınır getirir. Böylelikle Batı metafiziğinin uygulamış olduğu epistemik şiddet dekonstrüksiyonist okuma içinde sınırda felsefe yapmak olarak dönüşür. Hakikate olan ihtimamlı ve tedbirli yaklaşım etik ve politikbağlamda ötekinin de salt bir anlam kılığında rasyonel tercümesini engeller. Fertlerin kendi bulundukları bağlam içinde tümel olarak örneklendirilip yapılan çıkarımla hakikati kuşatma iddiasından vazgeçer. Asıl adalet, dekonstrüksiyonist okuma biçimiyle fertlerin genel yasadan ayrılan biricikliğini fark etme çabasıdır. Bu yüzden Adalet’in yapı sökümü yapılamaz ve yapı söküm adalet içindir.
Sonuç olarak, ne Platon’un iyi ideası realitede mutlak mahiyette yerini bulabilir ne de sınırlı insan hakikate epistemik anlamda bir sınır koyabilir. Bu durum insanı tevazuya sevk etmelidir. Adalet, en temelden bu ayrımı algılayıp hakikate karşı teyakkuzda olmak ile sağlanmış olur. Hakikate bu denli adil olmaya çalışan bir insanın etik bağlamda ötekilerinin de hakikatlerini çiğnememek için göstereceği çaba anlamlı bir sonuç olarak belirir.
Ahlakın temel konusu olan öteki kavramı ekseninde oluşturulan bu kitapta, Prof. Dr. Kasım Küçükalp’in yazısı her ne kadar Derrida’nın felsefi sistemini esas alsa da kendisine ayrılan sınırlı bir yerde dekonstrüksiyon ve différance kavramlarının okuyucu tarafından iyice özümsenmesi ve buradan da adalete bir yol bulması kolay görünmüyor. Fakat Derrida’nın kendi oluşturduğu bu üçlü ilişkiyi yazarın tasavvuf ile bağlaması ve sufilerin adını koma pratiği ile özdeşim kurması Derrida’nın yoğun mahiyetteki kavramlarını daha anlaşılabilir kılıyor. Esasen İslam Düşünce Geleneği’ne baktığımızda birçok ilmi disiplinde de benzer bir tevazu çabasını görmekteyiz. Her ne kadar İslami disiplinlerde bu çaba Allah’ın şeylerin hakikatini bilen olması ilkesi olsa da Batı düşüncesinin de artık eşyanın hakikatini materyalist boyuttan çıkartmaya yönelik tutumu felsefe ile iştigal eden ve ortak bir zemin bulmak isteyen Müslüman düşünürler için bir ümit kaynağı olarak addedilebilir.
Sonuç olarak, ne Platon’un iyi ideası realitede mutlak mahiyette yerini bulabilir ne de sınırlı insan hakikate epistemik anlamda bir sınır koyabilir.
Günümüzde felsefi akımların ahlak alanına etkisi göz önüne alındığında sadece din kaynaklı veriler ile etikle alakalı bir zemin oluşturmak oldukça zor iken post felsefe ve fenomenoloji özelindeki düşünce tarzları ahlak bağlamında ortak bir düşünce zemini sağladığı için kıymetli görünüyor. Bu nedenle bu eser her ne kadar Derrida’nın felsefi sistemini esas alarak bir teorik temeli tartışsa da politik ve ahlaki boyutta pratik olarak uygulanabilirliği de tutarlı bir bakış ile salık veriyor. Dili ve düşünce yapısı karmaşık olan ve bu nedenle post felsefe alanına dahil edilen Derrida’yı anlamak için şüphesiz daha çok bilgi edinmek veya onu kendi kaynaklarından anlayarak bu metni okumak daha sağlıklı olur. Bu nedenle kitabın içeriği bu alanda bilgisi olmayan birisi için oldukça ağır gelebilir. Öte yandan yazarın konu hakkındaki derin bilgisi metinden sezilse de yine onun üslubu ve Derrida’yı anlamlandırması ekseninde kendi doktora tezinin okunması okuyucuya oldukça kolaylık sağlayabilir.
İbn Haldun Üniversitesinde İslami İlimler (3. sınıf) ve Felsefe (ÇAP) bölümlerini okumaktadır. İLEM Kademe Eğitim Programı’nda II. kademeye devam etmektedir.