İslam-Batı Medeniyetleri Üzerine

Yazar: İbrahim Halid Aldemir

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

Prof. Dr. Tahsin Görgün

Tahsin Görgün’ün İslâm-Batı İlişkileri Çerçevesinde Medeniyet Meselesi başlığıyla okura sunulan metni, “Civilisation” kelimesinin tahliliyle başlayıp bugün geldiğimiz noktada insanın hayatına bir noktada anlam katacak “Nereden geldik, nereye gidiyoruz ve bizden ne bekleniyor?” sorularına müellifin verdiği yanıtlarla tamama ermektedir. Metin temelde başlıklar halinde oluşturulmuş olsa da okurken herhangi bir kopma hissedilmemekte. Okuyucu kitap boyunca yekpâre bir metinle karşı karşıya kalacaktır. Müellif önsözüne başlarken metnin 19 Şubat 2016 tarihinde vermiş olduğu bir konferansın çözülmüş hali olduğuna dikkat çekerek kârinin girebileceği akademik okuma beklentisinin önünü almaktadır.

  • Başlarken…

Tahlil boyunca takip edilecek metodoloji izahından evvel kitabın editörlüğünden bahsetmekte fayda var. Metnin başından sonuna kadar çeşitli yerlerde rastlanılan yazım ve noktalama hataları, kitabın akıcılığını fazlasıyla zedelemiş. Yer yer karşılaşılan anlatım bozuklukları ile kitabın bir konuşmanın metne çevrilmiş hali olmasından kaynaklanan tekrarlar, okuma sürecini oldukça zorlaştırmakta. Böylesine önemli bir meseleyi dert edinmiş bu kitabın editörlüğünün daha dikkatli yapılması gerekirdi.

Metnin metodolojisi ile ilgili şunların bilinmesi gerekiyor. Tahlil kitabın başlıklarıyla uyum içinde, ilgili bağlamlarda fikirler belirtilerek ve yer yer farklı metinlere atıflar yapılarak ikame edilecektir.

  • Bir Kavram Olarak Medeniyet/Civilisation
Honoré Gabriel Riqueti de Mirabeau (1749-1791) Ünlü bir Fransız İktisatçısıdır

Yazar meseleye terim ve kavram kelimelerinin tanımını yaparak başlamakta ve “Dil öncesi varlığın kendisine kavram, o varlığın ismine, o varlığa verilen ada da terim” demektedir. Yani var olan herhangi bir şeye verilen ismin “müsemma”sı kavram olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda Civilisation kelimesi Türkçe’de ilk olarak “Batı Avrupa’da yaşayan bir zümrenin hayat tarzı” şeklinde kavramlaşmıştır. Kitapta ayrıca Civilisation’un Batı dillerinde ilk kez kullanımının da Mirabeau tarafından olduğu belirtilmekte, Mirabeau kelimeyi, insanların hayat tarzlarının veya düzenli toplumsal hayatın bir ifadesi olarak kullanmaktadır. O halde denilebilir ki bugün Batı’da kullanıldığı haliyle medeniyet kavramı ilk ortaya çıktığında hiç de şu an zihinlerde canlandığı gibi yalnızca Batılıların hayat tarzını ifade etmek için kullanılmamıştır, düzenli bir hayat tarzına sahip herkes “medenî”dir. Mirabeau bahsettiği toplumsal düzenin tabii olarak oluşmayacağını ve bu düzenin tesisi için özel bir gayretin gerekliliğini ifade ederek bu düzenin sağlanması bağlamında din görevlilerinin çok önemli bir noktada bulunduğunu söylemektedir.

Bu rol şu şekilde özetlenebilir: Başka yerlerde insanlar yalnız kendi menfaatlerini düşünerek diğerkâmlığı bir kenara bırakırken din görevlilerinin bulunduğu inançlı bir toplumda ise diğerkâmlık ön planda olacaktır. Dolayısıyla toplum diğerini önceleyen insanlardan oluşacak ve düzen ile huzurun sağlanması kolaylaşacaktır.

Diğerkâmlık: Bireyin herhangi bir çıkar gözetmeden, dışarıdan ödül beklemeden, hatta bazen de bir bedel ödeyerek diğer bireylerin veya toplumun iyiliği uğruna fedakârlıkta bulunmasını prensip edinen bir tutumdur.

Bu başlık altında Türk sekülerinin sıklıkla arkasına sığındığı kılık-kıyafet meselesine de değinilmesi gerekmekte. Yazar medeniyet meselesinin salt kılık-kıyafet mefhumuna nasıl indirgendiğini Norbert Elias’ın kitabına atıfla açıklamaktadır. Bu bağlamda 19 yy.’ın başlarında medeniyet denilince akla ilk olarak bir zümrenin hayat tarzının geldiğinden daha evvel bahsedilmişti, buna binaen Elias’ın “Uygarlık Süreci” adlı eserinde Civilisation’un belirli bir üst sınıfın hayat tarzı olarak takdim edildiği kitapta açıklanmış. Medeniyetin sadece hayat tarzına indirgenmesi dolaylı olarak kılık-kıyafete indirgenmesine ve dolayısıyla Batı’yı yalnızca taklit edecek kadar anlayan insanların da salt kılık-kıyafetlerini onlara benzeterek medenîleşebileceklerini zannetmelerine yol açmaktadır. Bugün halen sürmekte olan kılık-kıyafet kavgasını bu bağlamda ele almak, meselenin zihnimizde oturmasına vesile olacaktır.

Norbert Elias (1897-1990), daha sonra İngiliz vatandaşı olan bir Alman sosyologdur. Özellikle uygarlaştırma/uygarlıktan arındırma süreçleri teorisiyle ünlüdür.

Bahsi geçen medenîleşme algısı sadece Batı’yı örnek alıp taklit ederek edilgen konumda olanlardan kaynaklanmamakta, esasen Batı’nın kendisi meseleyi bir medenîleştirme davası olarak görmektedir. Yani bu hayat tarzını benimseyen insanları medenileşmiş kabul etmekteler. Şunu unutmamak gerekiyor ki; taklitle ya da özenti ile benimsenen bu hayat tarzı ne kadar yaşanmaya çalışılırsa çalışılsın, toplulukların belli kesimleri ne kadar bu şekilde yaşarsa yaşasın, bu insanlar medeniyetin ne olduğu ve neyin medenî olduğu ile ilgili hiçbir zaman söz sahibi olamayacaktır. Dolayısıyla müellifin ifade ettiği şekilde Civilisation, “kerameti kendinden menkul”[2] bir mefhumdur. Medeniyetin ne olduğu da hayatın nasıl yaşanması gerektiği de yalnızca üst zümreye mensup birtakım insanlar tarafından belirlenebilir.

  • Civilisation ve Kültür

Kitabın ilgili bölümünden anlaşıldığı üzere Almanlar ilk başta Civilisation kelimesine, kendi halklarının “kültür”ünü korumak maksadıyla karşı çıkmıştır. Bu savunma, başlangıçta salt kültür muhafazası bağlamında olsa da ilerleyen süreçte Alman devleti bu meseleye el atmış ve bahsi geçen kültür, devlet eliyle halka dayatılmaya başlanmıştır. Medeniyet kelimesine karşı gelişen bu tutum hala devam ettirilmekte, kavramın özellikle Fransız aristokrat kültürünü temsil ettiği bağlamda kullanılmasından kaçınılmaktadır. Sonuçta Almanlar günümüzde dahi mesele medeniyete gelince kültür kelimesini onun yerine tercih etmektedir.

Bir milletin kendi kavramlarını üretebiliyor ve bu kavramlara sahip çıkıyor oluşu takdire şayan bir durumdur. Nitekim, Almanların lügat meselesi bağlamında muhafaza etmeyi başardıkları değer oldukça kıymetlidir. Türk milleti kendi lügatini ve “kültür”ünü muhafaza etmekte başarısız olduğu için bu noktadadır dense çok da abartılmış sayılmaz. Elbette tamamıyla bir başarısızlık yok fakat mevzu ilim üretme bağlamına geldiğinde geçmiş müktesebatın anlaşılması noktasında büyük zaaflar bulunduğu aşikâr.

Tam bu noktada memleketimizin yetiştirdiği en önemli mütefekkirlerden biri olan Cemil Meriç’in “Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız ihtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: kamusa. Eski sözlüğe kızıl bir külah geçirdiğini söyleyen Hugo, tek kelime uydurmamış; sembolizmin üç silahşoru de öyle. Ama kullandıkları her kelime yeni. Heyhat! Batı’da cinnet bile terbiyeli.[3] cümlesini hatırlamakta fayda var.

  • Medeniyet ve Sömürgecilik: Mission Civilisatrice/Medenileştirme Misyonu

Bu bölümde müellif, Batı’nın kendine görev olarak edindiği medenileştirme ve bu medenileştirmenin dünyaya sunduğu “nimetler” üzerinden fikirlerini beyan etmiş. Yazar bahsi geçen medenileştirme misyonunu, temelde güçlü konumda olan Batı’nın dünyayı istilası olarak tanımlamakta. Bu istila gittiği her yerde bir etnik temizlik yapmış, toplumun dilini ve dinini değiştirmek için çabalamıştır. Müellif bu çabanın Osmanlı güçlü olduğu müddetçe Asya ve Afrika’ya sıçrayamadığından bahsederek, 19.yy.’ın ortalarına kadar Osmanlı topraklarının herhangi bir kısmının sömürgeleştirilemediğini ifade etmekte. (Buna belli bir süre Afganistan’ın da dahil olduğu söylenebilir.) Fakat elbette Osmanlı’nın da zayıflamasıyla beraber Asya ve özellikle Afrika kıtaları da sömürgeleştiriliyor.

Batılı devletler yaptıkları bu istilayı, “Herkesin medeniyetin nimetlerinden istifade etmesini sağlamak” olarak gerekçelendirmekte. “Biz onların iyiliği için, onlara rağmen, onlara medeniyet götüreceğiz.” denilerek ilgili bölgede hâlihazırda yaşanmakta olan kültür hiçe sayılmakta, dünyanın tamamı koca bir Batı haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bu çaba dünya genelinde çift yönlü bir sürece neden olmaktadır. Bu misyonun sahipleri zaten görevlerine çokça inanmış vaziyette, üstüne gittikleri yerlerde yaşayan insanların bir kısmını da bu misyona inandırarak kendilerinin üstünlüğünü kabul ettirmekteler. Böylece dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan toplumların neredeyse hepsinde “Medenî”leşmek gerekli, diyen gruplar ortaya çıkmakta. Medeniyet yani Batılılaşma insanlığın kaderi olarak kabul görmeye, artık tarihin sonunun geldiği iddia edilmeye başlanmakta. Böylece insanlar alternatiflerinin olmadığına inandırılıp medeniyete boyun eğmek zorunda bırakılmaktadır. Öyle ki Türkiye de dahil olmak üzere insanlar Batılılaşmaktan uzak duramayacaklarını düşünerek yalnızca ne kadar ve hangi konularda Batılılaşacaklarını tartışmaya, bu mesele üzerine kafa yormaktadırlar. Oysa alternatif bir yolu muhakkak olmalı, toplumlar bir başkasına benzemek ya da bir başkasını taklit etmek zorunda kalmadan da ayakta kalabilmelidirler.

Sömürgecilik ve medenileştirme misyonu bağlamında ele alınması gereken bir diğer mesele Batılı insanın gelmiş olduğu gözü dönmüşlük ve bencillik seviyesidir. Bugün Gazze’de gerçekleşen olaylar artık herkesin malumu. Birleşmiş Milletlerinden Avrupa Birliğine NATO’sundan akla hangi Batılı grup geliyorsa ona, hepsi devletler seviyesinde bu zulme göz yummakta, hatta desteklemekte. Bugün medeniyetin geldiği noktada; “öteki”nin yani medenî olmayanın yaşamının hiçbir ehemmiyeti yoktur. Müellif bu meseleyi şu sözlerle tahkik etmekte: “Modern medeniyet böylesine büyük bir tahrip gücünü içinde taşıdığı için insanlığın geleceğini teminat altına almak şöyle dursun, tüm iddialarının aksine bütün bir insanlığı varoluşsal cihetten uçurumun kenarına getirmiş oluyor.”[4]

Şimdiye kadarki en kanlı hadise olarak tarihe geçmiş II. Cihan Harbi, “Civilisation”un geldiği son noktayı ayan beyan izhar etmekte. Yaşananların ne kadar üzücü ve ibretlik olduğu aşikâr olmasına rağmen savaşın kazananın yine Batılılar olması bu mevzunun bir medeniyet meselesi oluşunu arka plana atmakta. Halbuki bu kadar kanın müsebbibi de ölen insanların kendileri de Batılılar. Bu noktada medeniyetin insanları nasıl bir canilik noktasına getirdiği göz ardı edilemez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

  • “Civilisation”/”Medeniyet”ten Önce
İbn Haldun

Elbette Civilisation kavramı ortaya atılmadan önce de insanlar düzenli topluluklar halinde yaşamaktaydı ve bu durumu açıklamak için çeşitli kavramlar kullanılmaktaydı. İslam geleneğinde kullanılan kavramlara örnek olarak Umran, Nizam-ı Âlem ve Dâr’ül İslam verilebilir. Bunlardan Umran’ın üzerinde biraz durmakta fayda var. Umran kelimesi ömürden gelmekte, bu sebeple İbn Haldun insanın nefes alıp verdiği sürece yaptığı her şeye Umran demektedir. Bilindiği üzere insan doğumunda itibaren diğer insanlara bağımlı bir varlık ve dolayısıyla diğer insanları öncelemek, onlara değer vermek zorunda. Bu bağlamda Umran ancak diğer insanlarla birlikte yaşandığı müddetçe yaşanılabilir bir mefhum olarak tanımlanmıştır. Müellif bu meseleyi İbn Haldun’dan bir alıntı yaparak açıklamış: “İnsan tabiatı icabı medenîdir.” [5]

Halbuki modern dünya bunun tam aksine, insanların kendisini ve çıkarlarını korumasını ve bunun için yaşaması gerektiğini savunmaktadır. Yani Civilisation Umran’ın aksine ötekini öncelemek bir kenara, onun yaşamasına bile müsaade etmez ve kendinden olmayanla sürekli kavga halindedir.

  • Külli Bir Kavram Olarak Medeniyet ve Medeniyetler

Buraya kadar anlatılanlar bir kenara bırakılarak medeniyet kavramının asıl kapsayıcı manasıyla ne ifade ettiğine bakılırsa; esasen insanın olduğu her yerde medeniyet olduğu görülecektir. Yani bir yerde yaşayan bir insan topluluğu varsa orada etkileşim ve bu etkileşimden doğan bir düzen vardır. Ortaya çıkan düzen aile başta olmak üzere, mahkemelerin, okulların, ibadethanelerin, imalathaneler ve fabrikaların zuhur etmesine sebep olacaktır. Bunlar medeniyet dediğimiz şeyin yapı taşlarını oluştururlar. Bahsi geçen süreç gelmiş geçmiş tüm topluluklarda var olduğuna göre aslında tüm toplumlar medenîdir, burada farklılaşan şey yalnızca hayata bakış açıları ve kültürlerdir.

Medeniyetlerin Hâlleri

Medeniyetin küllî bir kavram olduğu ve esasında tüm insanlığa ait olduğu; farkın yalnızca farklı coğrafyalarda ortaya çıkan medeniyetlerin yaşama usulü çeşitliliğinden kaynaklandığı izah edildi. Bunlara binaen medeniyetlerin kendi içlerinde farklı hâlleri olduğu da belirtilmeli. Medeniyetler yükselir ve düşüşe geçer. Allah günleri insanlar arasında döndürür.[6] Bu bağlamda yazar Batı medeniyetinin çöküşte olduğunu ve yerine yeni bir medeniyetin yükseleceğini iddia etmekte fakat bu medeniyetin neliği ile ilgili bir yorumda bulunmamaktadır.

Yükselecek olan (hatta şu anda yükselmekte) medeniyet İslam medeniyeti olacaktır. Pew’un dünya genelinde yapmış olduğu bir dine mensubiyet ile ilgili anketi[7] incelenmelidir. 2015 yılında yapılan araştırmaya göre dünya nüfusunun %23,2 sini Müslümanlar, %31,4’ünü ise Hristiyanlar oluşturmaktadır. Bir dine girme ve çıkma oranları hesaba katılarak yapılan araştırmada 2050 yılına gelindiğinde bu oranların sırasıyla %29,7 ile %31,4 olacağı gösterilmekte. Ayrıca projeksiyon biraz daha uzatılıp grafik 2070 yılına getirildiğinde Hristiyan ve Müslüman oranlarının %32,3’te eşitleneceği ve bu yıldan itibaren dünya üzerindeki Müslüman nüfus oranının Hristiyan nüfus oranını geçeceği öngörülmektedir. Bu bağlamda bakıldığında dünyada yükselen trendin İslam olduğu aşikardır. Elbette nüfusun artıyor oluşu medeniyetin de yükseleceği anlamına gelmeyebilir fakat insanların rağbet gösterdiği fikirlere devletler önünde sonunda saygı göstermek ve bu fikirlerin gereklerine uygun bir ortam sağlamak zorunda kalacaktır.


Kaynakça

[1,2,4,5] Tahsin Görgün, Medeniyet Meselesi (İstanbul, Endülüs Yayınları, 2022), s. 11-19-25-30

[3] Cemil Meriç, Bu Ülke (İstanbul, İletişim Yayınları, 2005), 88.

[6] Alî İmrân Suresi 140. ayet

[7] Pew, Pew Research Center, “The Future of World Religions: Population Growth Projections, 2010-2050”, Erişim 21 Aralık 2023.


İbrahim Halid Aldemir

Kayseri, Develi doğumlu. İlk ve Ortaöğrenimini Develi’de tamamlamıştır. Halihazırda Sağlık Bilimleri Üniversitesi Hamidiye Tıp Fakültesi 2. sınıf ve İLEM Kademe programında I. kademe talebesidir.

Leave a Comment