Karanlık Çağ’da Kurtuluş Reçetesi

Yazar: Feyzanur Özban

René Guénon (1886-1951)

1886 yılında Fransa’da doğan René Guénon almış olduğu yüksek matematik ve felsefe eğitimlerinin akabinde Doğu geleneklerine ilgi duymuş ve hayatının ilerleyen safhalarında tasavvuf ile tanışarak İslamiyet’le müşerref olmuştur. İslamiyet’i kabul ettikten sonra ismini Şeyh Abdülvahid Yahya olarak değiştirmiştir. Hayatı boyunca pek çok eser bırakan Guénon’un eserlerinin muhtevası ağırlıklı olarak Doğu gelenekleri, tasavvuf ve ‘modern’ Batı eleştirisi gibi konulardan müteşekkildir.

Modern Dünyanın Bunalımı kitabında Guénon; modernleşmeyle birlikte bambaşka bir şekle bürünen insan yaşamının, büyük bir kesim tarafından beklenenin aksine, türlü sorun ve çıkmazlarla karşı karşıya kaldığını vurgulamaktadır. Zaman ve şartların tebeddül etmesiyle ve gelenekten tamamen arındırılmış(!), temelsiz fikirlerin dayatılmasıyla suni bir başkalaşıma uğrayan dünyamız, inkar edilemez bir kötüye gidişe sürüklenmektedir. Bahsi geçen bu kötüye gidiş vaziyeti eserde kadim Hint geleneğinden hareketle açıklanmaktadır. Yazara göre, modern dünya insanı Hint öğretisinde karanlık çağa tekabül eden “Kali-Yuga” evresini deneyimlemektedir.

Kali Yuga: Hinduizm’de dört dünya çağından (Yuga) sonuncusu ve en kötüsü olarak kabul edilir. Bu dönem, ahlaki çöküşün, yozlaşmanın ve kaosun hakim olduğu bir dönem olarak tanımlanır. Kali Yuga, dört yuga döngüsünün (Satya Yuga, Treta Yuga, Dvapara Yuga, ve Kali Yuga) sonuncusudur ve genellikle “karanlık çağ” olarak anılır. Kali Yuga’da, dharma (doğruluk ve erdem) büyük ölçüde azalır ve insanlık, maddi zevklere ve dünyevi hazlara aşırı derecede bağlı hale gelir.

Karanlık çağın sebeplerini, belli başlı niteliklerini, beraberinde getirdiği buhranları ve bu buhranlardan çıkabilmemizi sağlayabilecek çözüm yollarını incelemeyi hedefleyen yazar, kitabını “Karanlık Çağ, Doğu ve Batı Karşıtlığı, Bilgi ve Eylem, Kutsal Bilim ve Din Dışı Bilim, Bireycilik, Toplumsal Kargaşa, Maddi Bir Uygarlık, Batı İstilası ve Bazı Sonuçlar” olmak üzere dokuz başlık altında ele almıştır. Eserde yer alan “René Guénon ve Eserleri Üzerine” adlı bölüm ve yine bölüm içerisinde sunulan yazı (Rousseaux, 1951), yazarın fikri altyapısına ve temel gayelerine zihnen ısınmamızı kolaylaştırarak ileride yazar tarafından vazedilecek ilkeleri daha rahat anlayabilmemize yardımcı olabilecek nitelikte olması yönüyle önemlidir. 

René Guénon, “Geleneği”, insan hayatının olmazsa olmaz üst ilkesi olarak temellendirmiş ve bu kavramı günümüzde yaygın olan kullanımından farklı bir şekilde tanımlamıştır. Bu durum elit, entelektüalite, sezgi vb. kavramlar için de söz konusudur. Zira yazar, “entelektüalite” derken “maneviyatı”; ‘elit’ derken ise hakikatin bilgisine erişme hususunda yetenekli ve yeteneğini olması gereken düzeyde kullanan kişiler güruhunu kastetmektedir. Eserde zikredilen anahtar kelime mahiyetindeki kavramların doğru bir şekilde anlaşılması, yazarın anlatımının gidişatını tümüyle etkilemesi bakımından elzemdir.

  • Eserin Muhtevası Üzerine

Karanlık çağı anlamlandırmak üzere tarihin daha eski dönemlerine atıf yapan yazar, tarih anlatısının yer yer keyfi bir şekilde değiştirildiğini; bazı dönemlerin kasıtlı olarak karartılarak “efsanevi” bir düzeye yerleştirilmek suretiyle, üzerinde düşünmeye, çalışmaya değer olma vasfından uzaklaştırıldığını belirtmektedir. Bu durum, geleneğin önemini görmezden gelebilmemiz ve tüm zihinsel enerjimiz, hareket kabiliyetimizle modern dünyanın, insanoğlunun erişebileceği üst nokta olduğuna inanmamız için atılmış adımlardan biri olarak değerlendirilmektedir. Yine bu minvalde, çoğumuzun zihninde oluşturulan Orta çağ resminin de aslında deformasyona uğramış bir siluet niteliğinde olduğu bazı örneklerle (Çinlilerin, matbaayı milattan önce keşfetmiş oldukları ve Amerika’nın bildiğimizden çok daha önce keşfedilmiş olması) açıklanmıştır. Fakat matbaanın keşfi örneğinde geçen bilgiyi tasdik edecek bir kaynağın zikredilmemesi eleştiriye tabi tutulabilecek bir meseledir (Guénon, s.46).

Modern dünyanın öne çıkan özelliklerinden biri olarak Doğu- Batı çatışmasına değinen yazar, uygarlıkları temel olarak “geleneğe bağlı olanlar” (Doğu uygarlıkları) ve “geleneğe karşı olanlar” (Batı uygarlıkları) olarak ikiye ayırmıştır. Yazar burada ‘gelenekle ters düşmemiş’ Batı medeniyeti ile Doğu medeniyeti arasında ilkesel anlamda bir ortaklığın olduğunu ve çarpışmanın, gelenek karşıtı Batı düşüncesiyle gelenekçi Doğu düşüncesi arasında yaşandığını vurgulamaktadır. Zira aslına yüz çevirmemiş Doğu ve Batı düşüncelerinin müşterek bir zemini vardır ve bu zemin gelenekten beslenmektedir.

Eserde “gelenekçilik” ve gerçek anlamıyla “gelenek” kavramlarının taban tabana zıt olduğu ve hakikatin bilgisinden yoksun bir gelenekçilik anlayışının ancak ilkesiz bir medeniyet inşa edebileceğine de değinilmiştir. Ayrıca Batı geleneğini diriltmeye yönelik çabaların çoğunda örtük veya açık bir doğu düşmanlığı vardır ve bu durum da çoğu müddeinin, müşterek geleneksel temeli anlayamamış olmalarından ileri gelmektedir. Bu durumda Batının gelenekle çatışmaya son vermesi, otomatik olarak Doğuyla barışmış olması olarak yorumlanabilmektedir. Temelde, Batının derdi Doğu ile değil, kendi özünden kopuşunun başına açmış olduğu durumlarladır. Buradan hareketle yazarın, Batıyı; alt edilmesi gereken bir düşmandan ziyade modernite tarafından hasta edilmiş olup iyileştirilmesi gereken bir kurban olarak gördüğünü söylememiz mümkün görünmektedir.

Modern dünyada çatışmaya sebep olan uyuşmazlıklardan biri de bilgi ve eyleme verilen önemin Doğu ve Batı düşüncesinde iki ayrı uçta seyretmesidir. Birbirinin zıddı değil, tamamlayıcısı olması gereken bu iki unsur, ifrat ve tefrit noktasındadır. Doğu medeniyeti bilgiye önem verirken modern Batı medeniyeti düşünceyi, tahakküm potansiyeli barındıran “eylemin” aracı olarak kullanmak suretiyle değersizleştirmektedir. Düşünce başlı başına bir değer değil sömürü aletidir. Modern çağda akıl, tek gerçek güçtür ve entelektüel sezginin hiçbir önemi yoktur. Ölçülüp tartılamayan, gözle görülmeyen; duyular vasıtasıyla somutlaşmamış olan hiçbir gerçekliğin önemi yoktur. Böyle bir perspektif de doğal olarak kemiyetin, keyfiyetin önüne geçmesinde kendini göstermektedir. Modern dünyada sayıların sesi hakikatinkinden daha yüksek çıkmaktadır.

Modern bilimin hareket noktası bilim üstü ilkeleri nehyetmektir ve bu durum modern bilimde araştırma adı altında dökülen çabaları hiçe indirir. Çünkü gayesiz bir bilgi yığını edinmek, ayrıntılar içinde boğulmaya denk gözükmektedir. Modern bilimin dur durak bilmeden yaptığı analizler, hakikatin bilgisi için değil pratik içindir. “Kutsal Bilim-Din Dışı Bilim” başlığı altında eleştiriye tabi tutulan hususlardan bir diğeri de geleneksel veya dini öğretilerin meşruluğunu, modern bilim vasıtasıyla elde edilen bulguların üzerinden ispatlama çabasıdır. Yazar bu durumu hakikatin üstün doğasına yapılan bir haksızlık olarak değerlendirmektedir zira geleneksel verilerin tasdike ihtiyaç duymadığını belirtmektedir. Bilimi kutsal yapan şeyin de üst ilkelerle irtibata geçebilme özelliği olduğu savunulmaktadır. Geleneksel bilimlerde metafizik ilkelere yaklaşma fonksiyonu mevcutken modern bilimin böyle bir gayesi yoktur ve bu durum da onu din dışı bilim sıfatına yaklaştırır. Bu bilim, gerçeği söylemek gerekirse, hiçbir şeyden gelmeyen ve hiçbir şeye götürmeyen boş ve hayali bir bilgidir sadece (Guénon, s.86).

Modern çağın bir diğer problemi olarak ele alınan “bireycilik” kavramı genel olarak, ilkelerin ve entelektüel sezginin inkârı olarak ifade edilmiştir. Bireyciliği kabul etmek çoğu zaman üstün bir otoriteyi reddetmek anlamına gelebilmektedir. Bireyin, kendini ve çevresini kuşatan üstün bir ilkeler bütününden soyutlanması, uygarlığın sadece insani ögelere indirgenmesi anlamına gelmektedir. Modern dünyada çoğu fikir üretim faaliyeti, hakikatin bilgisine ulaşmaktan ziyade orijinal olduğunu kanıtlamak gibi komik gayeler gütmektedir. Yazarın deyimiyle, insanlar bu yolla büyük adamcılık oynamaktadır. İşte bahsi geçen, hakikate yaklaşma kaygısı gütmeden felsefi sorgulamalara girişme safsatası da yine modern dünyada bireyciliğin etkisiyle baş gösteren sorunlardan biri olarak tarif edilmektedir. Bireycilik aynı zamanda, aklın fonksiyonlarından biri olan muhakemeyi, aklın kendisiyle bir tutmakta ve bu sebeple de aklın kıymetini dolaylı olarak düşürmektedir.

Eser bağlamında değinilen önemli meselelerden biri de modern çağın içi boşaltılmış “dindar” tiplemesidir. Yazar burada, geleneğe ve temel ilkelerine dair en ufak bir bilgiden dahi yoksun olup dini; uygulama ve alışkanlıktan ibaret zanneden zihniyeti de eleştirmektedir. 

Manevi ilkelerin reddi, manevi bir iktidarın yokluğu modern dünyanın kargaşasına davetiye çıkartmaktadır. Yazar burada modern dünyada tartışılmaya kapalı olan eşitlik, ilerleme gibi bazı popüler kavramların aslında toplumu kaosa sürükleyebilecek yanlarının da olduğuna işaret etmektedir. Zira eşitlik ilkesinin tesisi mümkün değildir ve mümkün olmayan bir şeyi inşa etmeye çalışmak da başlı başına ucuz bir kurgudur.

Yazarın, günümüz kullanımından farklı bir anlama gelecek şekilde ele aldığı kavramlardan biri de “kast” olgusudur. Eser bağlamında kast; herkesin, yeteneğini layığıyla kullanabileceği ve kendi tabiatına uygun şekilde işlev görebileceği yerde durması gibi bir anlamda zikredilmiştir. Bu durumda kastların eksikliği ve eşitlik varsayımının revaçta oluşu da toplumsal kargaşada önemli bir paya sahiptir.

Toplumsal kargaşa bağlamında ele alınan kavramlardan biri de demokrasidir. Demokrasi netice itibarıyla; çokluğun, niteliğe üstün gelebilmesine sebebiyet verebilmesi bakımından eleştiriye tabi tutulmuştur. Zira demokraside, karar almak için çoğunluğun desteğine sahip olmak yeterlidir fakat çoğunluğu teşkil eden insanlar genellikle alınacak karar hakkında nitelikli bilgiden ve istidattan mahrumdur. Ayrıca kitleler, çoğunluk itibarıyla “telkine” açıktır ve bu durum da kitapta zikredilen “Modern dünyada yöneticilerin büyük ustalığı, halkın kendi kendini yönettiğine halkı inandırmaktır.” sözünü açıklamaktadır.  Toplumsal kargaşanın giderilmesine ilişkin fikir yürütmelerinde yazar, ilke ve geleneksel bilgiyle hemhal olmuş bir elit grubun yeniden oluşturulması ve tabiri caizse topluma yön vermesi için entelektüalitenin yani maneviyatın yeniden canlandırılması gerektiği hükmüne varmıştır.

İlerleyen bölümlerde yazar, modern Batı uygarlığının maddiyata ziyadesiyle önem atfettiğini ve bununla paralel olarak da terakki, bilim, toplumsal yaşam vb. her konuda materyalist bir perspektifi esas aldığını belirtmektedir. Bu perspektif ışığında modern bilim; elinin yetişemediği/yetişmediği konulardaki boşlukları keyfi bir şekilde ve acelecilikle “bilinemez” etiketiyle doldurmaktadır. Bahsi geçen bilinemez etiketi, özünde “gereksiz, üzerinde düşünmeye değmez hatta geçersiz veya yanlış” gibi anlamları da taşımaktadır. Bu etiketin sınırlarına ölçülemeyen, gözlenemeyen; bir şekilde somutlaştırılamayan pek çok kadim bilgi, değer ve hatta hakikatin büyük bir kısmı dahil edilmektedir. Yazar, bu yaklaşımın, kendisini pratik yararcılıkta gösterdiğini belirtmektedir. Dolayısıyla “pragmatizm” demek, hakikat konusunda tam bir bilgisizlik demektir (Guénon, s.126).

Modern dünyanın Batı kaynaklı kargaşası, kendi içinde mi devam eder yoksa bir ateş çemberi gibi diğer medeniyetleri de mi içine alır sorusunun cevabı muhtemelen herkes için mutabakat sağlanabilecek niteliktedir. Yazar son bölümlere doğru Batıdaki kargaşanın Doğuya doğru yayılışını ve “Batılılaşmayı” gaye edinmiş Doğuluları ele almıştır. Gelenek karşıtı Batı düşüncesi maddi ve manevi tahakkümün türlü türlü yollarını daima bulmuş ve ne yazık ki kendi temelsiz fikir ve ilkelerini kabul ettirmede başarılı olmuştur. Bu başarı da yazara göre (günümüz dünyasında da bunun tezahürlerini net olarak görebiliyoruz) kaçınılmaz sonun başlangıcı olmuştur.

  • Geleneğin Hikmetine Yönelmek

Kitapta dikkat çekilen yaklaşımlardan biri de modern toplumu içinde bulunduğu kötüye gidiş halinden kurtarabilecek güç olarak nitelendirilen Doğu düşüncesi ve “gelenek” kavramının açıklanması esnasında, anlatımı güçlendirmek için sadeleştirme yapmanın ve avama hitap etme gayesiyle hakikati farklı stillerde anlatmanın yanlış olarak nitelendirilmesidir. Zira daha önce de yazarın sıklıkla değindiği gibi, önemli olan kemiyet değil keyfiyettir. Bu sebeple hakikati tam olarak olduğu şekilde aktarabilmek ve geleneğin tabiatını bozmamak elzemdir. Yazarın aktardığı üzere hakikate erişmeye muktedir olanlar ve hakikate ulaşma gayesi taşıyanlar (elitler) zaten ona erişmekle müşerref olacaktır.

Sonuç bölümünde, kitabın içeriğine genel olarak hâkim olan “geleneğe dönüş” fikri modern dünyayı, içinde bulunduğu vaziyetten kurtarmanın birincil çözümü olarak sunulmaktadır. Her şeyin, kendisine bağlı olduğu saf entelektüalitenin yani hakikatin görmezden gelinmesine son verilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Toplu bir iyileşmenin meydana gelebilmesi için manevi anlamda bir öze dönüş olmazsa olmazdır. Yazar aynı zamanda Batıda Katolik kilisesinin, Doğunun manevi temsilcileriyle temasa geçip manevi bir ittifak içerisine girmesini modern dünyanın kurtuluş reçetesinin maddeleri içerisine eklemektedir. Çünkü, iyileşmeyi sağlayabilecek bir ittifak önce manevi alanda yapılır zira manevi ittifak, hayatın diğer alan ve sistemlerine de sirayet eder; yani kuşatıcıdır. Böylece ilkeler nezdinde ortak paydada buluşmak, diğer düğümlerin de çözülmesine vesile olabilecektir.

Son olarak eseri genel bir değerlendirmeye tabi tutmak gerekirse buna, eserin; içinde bulunduğumuz çağ ve şartlara yönelik derin bir tefekkür kapısını açıyor olması hususuyla başlayabiliriz. René Guénon, modern çağın dayattığı problemleri, köken itibarıyla da mensup olduğu Batı medeniyetini çok net ve objektif şekilde eleştirerek gözler önüne sermiştir. Çağın problematiğini ve buna getirilecek çözümleri çağdaşlarının çok büyük bir kısmından fikren ayrılarak inşa etmiştir zira Doğunun kadim geleneğinin safiyetinden hareketle geleneğe ve öze yönelme çözümü her Batılı düşünürün hemfikir olabileceği bir çözüm yolu değildir.,

Eserde meseleler yalın bir dille ve akıcı bir üslupla ele alınmıştır ve bu vesileyle de okuyucuyu yormayan bir anlatım tekniği inşa edilmiştir. Ele alınan meseleler, açılan konu başlıkları genel bir uyum halinde ve çoğunlukla da birbirini tamamlar niteliktedir. Yazar anlatım esnasında kadim Hint geleneğinden nispeten sıklıkla yararlanmış ve bunu dipnotlarda belirtmiştir. Ayrıca kimi meselelerde İncil’den alıntı yapması da dikkat çekebilecek bir unsur olmuştur. Değinmek istediğimiz bir husus da önsöz bölümünde yazarın da belirttiği üzere bu eserin, yazarın daha önce kaleme almış olduğu “Doğu ve Batı” adlı kitaba getirilen soru ve eleştiriler doğrultusunda yazılmış olmasıdır. Mümkünse bu birinci eseri de okumak genel olarak René Guénon ve açıklama gayesinde olduğu fikirleri daha sağlam bir şekilde anlama noktasında faydalı olacaktır. 

Dur durak bilmeden artan bir hız, manadan yoksun bir biriktirme aşkı ve ilkesini yitirmiş bir düzen inşası modern dünyaya damgasını vurmuş ve onu trajik bir sona götürmekteyken tam da gecenin en karanlık sularında geleneğin ipine “şuurlu” bir şekilde sarılmak, insanlığın ‘denge’ye ulaşması için en doğru yol olarak sunulmaktadır.


Kaynakça
  • Rene Guenon, Modern Dünyanın Bunalımı, 8. Baskı. (İstanbul: İnsan Yayınları,2022)
  • 3 Şubat 1951, Andre Rousseaux
Feyzanur Özban

İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünde 4. sınıf, öğrencisidir. İLEM Kademe programında II. Kademe öğrencisidir.

Leave a Comment