Kendini Aramak

Kendini Aramak, İhsan Fazlıoğlu, İstanbul; Papersense Yay., 2015, s. 183

Elimizdeki eser, günümüzün sorunlarıyla dert edinmiş, bu sorunlara çözümler geliştirmeyi başarmış bir ilim adamı olan İhsan Fazlıoğlu’na aittir. İhsan Fazlıoğlu’nun özelde ilgi alanlarının çeşitliliğinin yanında, metafizik alanında da öne çıkmış bir isim olduğunu görüyoruz. Eserlerinden ve çalışmalarından anladığımız kadarıyla İhsan Fazlıoğlu, modern dönem sonrası anlam kayması geçiren metafizik alanının doğru anlaşılması yönünde çaba sarf edip, sahip olduğumuz ilmî, kültürel birikimimizi tanıtmaya gayret eden öncülerden biri olmuştur. Bu eserinde ise muttasıf olduğu ilim adamı vasfını gayet sarih bir şekilde ortaya koymuştur. Eserinde, modern operasyonların sonrasında maruz kaldığımız kimlik çatışması ve kavram karmaşası üzerinden bir analiz yapmaktadır. Bu analizler ışığında bizlere bazı anahtarlar verip, modernitenin getirdiği çıkmazlardan çıkarmayı göstermiştir. Ayrıca eserde varlığa, âleme ve insana bakış açısının bir medeniyetin katiyyetle sahip olması gerektiğini vurgulamıştır. En önemlisi de İslam’ın ontolojik temelli bir epistemoloji anlayışına sahip olduğunu dolayısıyla bilgisiz Müslüman olunamayacağını ve bizim bunu unuttuğumuzu esefle dile getirmiştir. Bir okuyucu olarak biz ise az görünüp öz olan bu eseri içerdiği başlıklar üzerinden bir analize tabi kılıp kitabı hülasa etmeye çalışacağız. İçerikte bulunan tüm başlıklara derinlemesine değinmenin aksine başlıklar arasındaki bağlantıyı kurup özetlemeye gayret edeceğiz.

Analiz yapmaya kitabın ilk ve en önemli bahsi olan insan ile başlayalım. Yazarın deyimiyle soru da insan, cevap da. İnsan koca bir döngünün başlangıç noktasıdır, olacaklar onunla başlar ve onunla nihayet bulur. İnsan olmak telaffuz edildiği kadar kolay bir iş değildir. İnsan olmak, hayata bir değer kazandırmak, mebde ve mead arasında olmaktır. Hakikatte bu mebde ve mead ‘nereden nereye’nin sorgulanmasıdır. Bunu sorgulayanlar, nereden geldiğini nereye ait olduğunu ve nereye gideceğini tespit edebilir. Bu ara-da olanların kendilerine has bir yaşam değeri ve medeniyet döngüsü bulunur. Bu döngüyü oluşturan unsurlar arasında insan başroldür. Bir insan kendisine bahşedilen temiz fıtrat üzere yaşar ve kendi gibi fıtrat üzere yaşamışlarla bir olursa sahih bir toplum meydana getirmeye muktedir olur. Bu iktidar onlara bir devletin kapısını aralar. Devlet, insanların bir arada yaşadığı anlamda bir devlettir. İnsan, eşref-i mahlûkat olsa da, beşer olması hasebiyle hata işlemeye meyyaldir. Bu noktada kâinatın yaratıcısı Allah insanlara doğru yolu hatırlatacak bir peygamber, bir yol gösterici gönderir ki insan hata işlediği vakit hatasını anlasın ve yaratıldığı temiz fıtrata geri dönsün. Peygamberin oluşu insanların sorunlarına ilk kanaldan çözüm anlamına gelmektedir. Ayrıca vaz-ı ilahi ile alenen muhatap kılınmaktır. Böylesi bir sistemde insanın yalnız, terkedilmiş hissetmesi pek mümkün olmamaktadır. Çünkü vahye muhatap olma, bir yaşam inşa etme anlamında din, zevil ukulu hüsn-ü ihtiyarlarıyla bizzat hayırlara sevk eden vaz-ı ilahidir. Kullarını onlardan daha iyi tanıyan Yüce Rab, onlara farklı eğilimler ve hisler bahşetmiştir. Bu bahşetme, çeşitliliğin bir nimet olduğunu göstermektedir. Sorunlarını çözüme kavuşturmuş bir topluluk, nereden nereye sorusunun etrafında kendine has bir kavram döngüsü oluşturur. Bu kavramlar onların medeniyet kökenlerini oluşturur ve her kavramın bir şahs-ı manevisi vardır. Şahıs kişilik anlamına geldiğinden kavramların da ayrı birer kişilik taşıdığından bahsedilebilir. Ayrıca bu kavramlar etrafında bir ilim dili de oluşur. İlim asıl olarak İslam’da bulunur, ilimsiz Müslüman olunmaz; fakat ilmin dili kavramlar çerçevesinde oluşur. İlim edepsiz olmaz, bu vesileyle bizzat hayırlar anlamında bir edep hâsıl olur. İlmin edebi ona verilen değer ve bu değer üzerinden onunla meşgul olma yoğunluğudur. İlmin edebine ulaşmış erler, menfaate karşı maslahatı önceler ve ilmi bu yolda vesile kılar. Bu vesile kılış aynı hali paylaşmanın, zorları kolaylaştırmanın göstergesidir. ‘Nereden nereye’nin cevabını aramakta hemhal olup bir olmaktır. Nereden nereye sorusunu cevaba gayret eden topluluk zaman idrakine de başvurur. İslam medeniyetinin kadim döneminde zaman idraki şu şekilde idi: Geçen, geçmekte olan şimdi, geçecek olan gelecek. Bu formül üzerinden geçmiş hafızası taze olan bir topluluk elbette bu sorgulamayı en iyi biçimde gerçekleştirecektir. Kavramlarını inşa eden mahut topluluk bir adım ileri gider ve kimliğini sarih bir söylemle dile getirebilir. Kimlik karmaşası yaşamayan bir topluluk, sahih bir varlık anlayışına sahip demektir. İşte burası döngünün başa döndüğü yerdir. İnsan nereden nereye sorusuyla başlar, bu soru üzerinden kavram, kimlik, zaman, medeniyet alanlarına dâhil olup sağlam bir varlık anlayışı üzerinden döngüyü tamamlar. Bu döngüde insan, vaz-ı ilahiye muhatap olma ile şereflenip dareyn saadetine vasıl olur.

Bir de bu döngünün tamamlanamamış sürümü mevcuttur. Döngüyü tamamlayan en önemli unsur olan insan bu sürümde eksiktir. Çünkü diğer döngüde insan başlangıçta idi ve döngünün merkezinde o insanı yaratan Allah var idi. Bu sürüme gelindiğinde döngünün başlangıcında bir insan vardır fakat bu insan çeşitlilikten uzaktır ve tek tiplemeye mahsur kalmıştır. Hal böyle olunca insan, fıtratı olan çeşitlilikten çıkmıştır ve medeniyetini oluşturan bütün dinamikleri kaybetmiştir. Döngünün merkezinde ise amaçsızlık, hedefsizlik, dünyevilik bulunmaktadır. Amaç ya da bir sorgulama olmadığından kavram oluşumuna da ihtiyaç duyulmamaktadır. Kavramsızlık kimlik çatışmalarına mahal verip, başka kavramlar üzerinden başka kimlikler giymeye yol açmaktadır. Bu karmaşayla beraber varlığını bilgiden alan insan bir anda varlığını tanımlayamayan ve o ara-da sıkışıp kalan insana dönüşür. Kendini çaresiz ve ümitsiz hisseder. Vaz-ı ilahiye muhatap kılındığı halde bunun farkına varmaz ve dareyn hüsranına sahip olma yolunda ilerler. Geçmiş, yaşanan ve gelecek ilişkisini hakikatiyle kuramaz.

Bu iki perspektif üzerinden şöyle bir soru hâsıl olur: Döngü tamamlanırsa sorun yok, peki bu döngünün tamamlanmasını engelleyen nedir, döngü ne zaman tamamlanmamaya mahkûm olur ve alınacak önlemler, yapılacak tamirler nelerdir? Bu soruya verilecek cevaplar çeşitli olmakla birlikte yazar analizini yazılar üzerinden yaptığı iki halin, bir dönem öncesi ve sonrası olarak nitelendirir. Kavram karmaşası, kimlik çatışması olan topluluk ve kavram- kimlik ilişkisini kararlaştırmış topluluk iki farklılığı temsil eder: kendiliğini kaybetmeden önce ve sonra. İşte bu döngünün önüne set çekip tamamlamasını engelleyen şey kendiliğin yok olmasıdır. Sahip olunan varlık, bilgi, insan anlayışını çarpıtıp; kendine ait olmayan kimliklere bürünmektir. Kendiliğin yok oluşu genel bağlamda modern dönem dediğimiz köklerini daha eskiden alsa da Aydınlanma Çağı ile başlayan dönemde başlamıştır. Modern süreç tafsilatıyla anlatıldığında uzun bir süreçtir, fakat kısaca söylemek gerekirse modernizm insanı tek tip olmaya zorlar bu da insanı dolayısıyla topluluğu kendiliğinden uzaklaştırarak yok olmaya sevk eder. Yapılması gereken, uzunca analiz edildiği üzere kendiliği oluşturan dinamikleri kavrayıp, hayatta kullanışlı hale getirmektir. Bunun üzerinden bir döngü oluşturmaktır; aslında hatırlamaktır.

Eserin özetlenmesinin akabinde, taşıdığı değere binaen söylenecekler vardır. Eser, yazara has bir üslupla gayet öz bir şekilde ortaya konmuştur. Kitabı okurken bir yandan üzerimize üşüşen sorunlu yaşamın çözümlerini bulmanın rahatlığını yaşamak, diğer yandan var olana üzülüp buhrana girmek mümkündür. Bu özelliği ile birlikte, yer yer paylaşılan hikâyeler kitaba akıcılık kazandırmaktadır. Düşünce yazılarını içermesine rağmen büyük bir kitleye hitap edebiliyor olması sorunlarımızın ne kadar ortak olduğunu gösteren bir alamettir. Buna rağmen eseri okumak belirli bir birikimi gerektirmektedir. Ezcümle, eser çağının buhranını özetleyip kendi içinde çözüm üretmiş ve bu buhranı çözme yolunda ilerleyen okuyucularına takdim edilmiştir. Son bir tebliğ olarak, bu eserin ardından Kendini Bulmak adlı yazarın diğer bir eserini de okumak elzemdir. Bunları okuduktan sonra kaybolduk mu aradık mı bulduk mu sorularına cevap verebiliriz; ya da verebilir miyiz? Bunun cevabı kıymetli okuyucularındır. Rabbim sa’yimizi meşkûr eylesin.

Leave a Comment