Kültürümüzde Saka, Sebil ve Çeşme

Hayatın kaynağı, tarihte varlığın dört temel unsurundan biri, ülkelerin ve şehirlerin özellikle de İstanbul’un sebeb-i varlığıdır su.  Geçtikleri yerlerde  hayatı mümkün kılan Nil Nehri, Fırat ve Dicle nehirleri etrafında oluşan yerleşim alanları zamanla kendi medeniyetlerini oluşturmuşlar ve buralardan köklü kültürler ortaya çıkmıştır.  İnsanların yaşamında edindiği bu durum dillerine de yansımış, en saygın kelimeler suyu tanımlamak için kullanılmıştır. ”Bizim edebiyatımızda da  ma, ab ve bunlardan türetilmiş kelimeler canlılık, hayat, sonsuzluk gibi anlamlar ifade eder.” Örneğin, âb-ı hayat tabiri, içene ebedi hayat veren su anlamına gelirken, âb-ı kevser, cennetin güzelliğinin su kavramı ile tanımlanmasıdır. Özellikle kendisine su getirene söylenen ‘su gibi aziz olasın’ duası ise kişiye de suya gösterildiği gibi saygı göstermenin bir ifadesidir.

Kültürleri şekillendirdiği bilinen su musikiye, resme ve şiire ilham kaynağı olmuş, her yetkin sanatkâr suya dair eser vermiştir.

“Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlara su
Kim bu denli dutuşan odlara kılmaz çare su”

dizeleriyle başlayan Fuzuli’nin su kasidesinden Cumhuriyet dönemi Şairlerimizden Cahit Sıtkı Tarancı’nın sudan ilham alan

“Desem ki: Sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin,
Nimettensin, nimettensin.”

şiirine kadar pek çok şairimiz şiirlerinde suyu konu almıştır. Resim alanında ise Türk kültürüne has olan ebru sanatı başlı başına suyun zarafete dönüşmesidir. [1]

Suyun kültürümüzde bu kadar saygın olmasının başlıca sebeplerinden biri İslamiyet’te insanlara su sağlamanın büyük önem arz etmesidir. Hz. Peygamber’in

“Sadaka’nın en faziletlisi su teminidir.” (Ebû Davûd, “Zekât”, 41: İbn Mâce, “Edeb”,8) hadisi halkın varlıklılarının kuyular vakfetmesini sağlamıştır. Bu sebepledir ki çeşme yaptırmak, su kuyusu açtırmak, halka suyu ulaştırmak İslam kültüründe önemli olan hayırlar olagelmiştir. [2]

İstanbul’un toprak özelliklerinden dolayı suyunun içimi hafiftir. Bu da su tiryakileri ve dolayısıyla su gurmelerini meydana getirmiş ve günümüzde bize oldukça ilginç gelen özel bir su kültürünün oluşmasını sağlamıştır.

Osmanlı döneminde İstanbul’da genellikle köşe başlarında sucu dükkânları olurdu. Bu dükkânlara sular farklı kaynaklardan  taşınırdı ve müşteriler kendi damak tatlarına uygun, taze suları seçerek içerlerdi. Dahası, bazen bu dükkânlarda satılmak üzere uzak ülkelerden kervanlarla veya gemilerle tadımlık sular taşınır müşteriler farklı ülkelerin sularını tadabilirdi. Su gurmeleri ise içtikleri suyun hangi ilçeden, ülkeden geldiğini anlayabilecek kadar uzmanlaşmışlardı. Bir bardak suyun fiyatı ise getirildiği yere göre değişir, bazen de sular sadece bardaklarla satın alınmaz mahalle pazarlarından fıçıyla alınırdı. [3]

Çeşme

Su kültürümüzün önemli bir kısmını çeşmeler ve kitabeleri oluşturmaktadır. Özellikle İstanbul’da adım başında rastladığımız bu tarihsel ve kültürel hazinelerimizden olan çeşmelerin gelişimi İslam’ın erken dönemlerine kadar dayanır. Bunun temel sebebi İslam’ın suya, yani insanların temel ihtiyaçlarının giderilmesine verdiği önemdir. Su çıkan kaynağa, pınara ve gözlere Farsçada göz anlamına gelen ‘çeşm’ kelimesi bazen de aynı anlamda ‘ayn’ kelimesi kullanılmıştır.

İstanbul’un fethinden önce Anadolu ve Rumeli hisarları çevresine yapılan çeşmeler bulunmakla beraber İstanbul sur içinin en eski çeşmesi, Davutpaşa Camii’nin avlu duvarına bitişik olarak bulunan Davut Paşa çeşmesidir. [4]

İstanbul çeşmelerinin genel bir tasnifini yapacak olursak ‘özel çeşmeler’ ve ‘kamusal çeşmeler’  olarak ikiye ayırabiliriz. Özel çeşmeler ‘iç mekân çeşmeleri’ olarak karşımıza çıkar. Günümüze birçok iç mekân çeşmesi ulaşmıştır. Bu çeşmeler daha çok duvara yapışık küçük ve aynalı olurlar. ‘Dış mekân çeşmeleri’ ise genellikle bir yapıya birleşik olarak yapılmışlardır ve ‘duvar çeşmesi’ ve ‘cephe çeşmesi’ olarak adlandırılırlar.

Osmanlı çeşmeleri arasında günümüzde pek kullanılmayan bir diğer tür de şadırvan çeşmeleridir. Abdest almak için kullanılan şadırvanlardan farklı olarak bu çeşmelere ismini halk vermiştir. Su ortasında lüleli bir taş olan havuza akar ve halk suyu havuzdan alırdı. Bu tarz çeşmeler İstanbul ve Anadolu’da bulunmamakta, fakat Rumeli’de sıkça rastlanmaktaydı. Günümüzde de örnekleri Avrupa ülkelerinde bulunmaktadır.

18. yüzyılın ilk yarısında yaşanan mimari değişimler sonucunda çeşme ve sebil yapıları ilk kez bir araya gelmiştir. Lale Devri ile gelişen ortamda Avrupa mimarisinden etkilenerek yapılan barok rokoko usulü yeni su köşkleri çeşme ve sebilin birleşiminden oluşmuştur. [5]

Osmanlı’nın mirası olarak aldığımız bu çeşmeler bugün büyük oranda işlevleri doğrultusunda kullanılmıyor. Çeşme ve sebillerin birleştirildiği mimari yapılar büfe olarak iş görürken, tarihi çeşmelerden birçoğunun suyu akmıyor ve hırsızlık korkusuyla muslukları çıkarılıyor. Bu uygulamaların belli sebepleri olsa da sadece mimari yapısından faydalandığımız, farklı tatlarda sularını içemediğimiz, su gurmesi olmanın ne anlama geldiğini anlamadığımız sürece su ve çeşme kültürünü yeterince yaşatmış olur muyuz?

Sebil

İstanbul’da çeşme ile gelişen su kültürü zamanla sebil kültürünü oluşturmuştur. Sözlük anlamı “yol” olan sebil kelimesinin İslam toplumunda halkın yararına, Allah rızası için hizmet etmek anlamına gelen “fî sebîli’llâh’’ kavramından geldiği düşünülmektedir. Bu kavramın oluşması bizatihi kültürümüzde vakfetmeye dayalı bir kültür olduğunun göstergesidir. Osmanlılar döneminde dağıtılan su için sebil veya sebbâle, dağıtıldığı yere içinse sebîlhâne ismi kullanılsa da zamanla hane kavramı düşmüş sadece sebil olarak devam etmiştir.  Bugün dahi çeşitli yerlerde gördüğümüz damacana suyun içilmesini sağlayan elektrikli aletlere de sebil denmektedir.

Sebillerin en erken örnekleri Selçuklular döneminde görülür. Günümüze ulaşan en eski sebil, Konya’daki Anadolu Selçukluları’na ait Sahib Ata Camii’nin (1258) taç kapısının iki yanında yer alan iki sebildir. Bu sebiller arkalarında oda bulunan sivri kemerli iki pencere şeklindedir. Osmanlı döneminde sebil kültürü daha da gelişmiş ve İstanbul, Kahire ve Kudüs gibi önemli merkezlere özenli sebiller yapılmıştır.  Kahire’deki “sebil-küttâb” adlı sebil özel bir yapıya sahip olup alt katı sebil üst katı Kur’an okulu şeklinde inşa edilmiştir.

Klasik dönem Osmanlı sanatında çeşmeler ve sebiller sade ve dönemin sanatına uygun olarak geometrik ve rûmî motiflerle bezenmişlerdir. Dış kısmında ise ‘kemerle ya da kirişle oluşturulan, dökme tunç veya demirden şebekeli pencere açıklığı vardır.’ Bu açıklıklardan mübarek günlerde su yerine şerbet akardı. [6] Bazı rivayetlere göre, ilk sebil örneği olarak bahsettiğimiz Sahib Ata Camii’nde bulunan sebillerin birinden süt birinden bal akardı ve isteyen yolcu karnını bu sebiller sayesinde çok rahat doyurabilirdi.

Tarihte çeşitli mimari özelliklerle, farklı içeceklerle halkın hizmetine sunulmuş sebillerin günümüzde sadece plastik bardaklara ve damacanalara indirgenmiş olduğunu görmek her ne kadar bizi üzse de çeşitli belediyeler tarafından yapılan çorba çeşmelerinin sebil kültürümüzü canlandıracak şekilde genişletilmesini ümit ediyoruz.

Saka

Sözlük anlamı  “Evlere çeşmeden su taşımayı iş edinen kimse.” [7] olan sakalar su tesisatının olmadığı dönemlerde faaliyet göstermişlerdir.  Hizmet sektörüne katkı yapan sakalar, meslekte oluşabilecek haksız rekabetin önüne geçmek adına kurulmuş olan ‘Sakalar Loncası’  tarafından denetlenmekteydi. Loncalar her mahalleye bağlı sakaları belirlerdi böylece sakalar belirli çeşmelerden izin belgesi ile su alabiliyordu.  ‘Saka Gediği’ kavramı ‘Osmanlıda çeşmelerden su almak için belirli bir imtiyaza sahip olmayı ifade eder, bu hak alınır, satılır, varislere intikal ederdi.  Bu makam babadan oğula da geçerdi.

Sakaların kullandığı kırba veya tulumlarda küçük musluklar bulurdu. Bu musluklardan su satışı yapılırdı. Tulumlu saka, acemi oğlanlar sakası, sebilci derviş gibi farklı kollara ayrılan sakalar, genellikle nemden koruyan kolsuz uzun yelek giyerlerdi. Saray mutfağına gerekli olan suyu taşıyan sakalara “sakayan-ı matbah-ı amire”  denirdi. Araştırırken rastladığımız ilginç bir kavram ise  ‘saka deliği’. Evlerin sokağa bakan taraflarında bulunan saka delikleri sakanın suyu getirdikten sonra eve girmesine gerek kalmadan suyu buradan dökerek içerideki bir kaba aktarmasını sağlardı. Acaba gördüğümüz eski evlerde hiç saka deliği var mıydı?

Her ne kadar sakalık su taşıma mesleği de olsa, bu işi gönüllü olarak yapan sakalar da vardı. Bunlara derviş sakalar denirdi. Bu sakalar sadece sevap kazanmak için atlı veya yaya olarak su dağıtırlardı. Din ayrımı yapmadan su dağıtan derviş sakalar, aynı zamanda din ile ilgili uyarılar ile tebliğ görevi yapmaktaydı. [8]

Bazı kaynaklara göre 1950’li yıllara kadar İstanbul’un birkaç mahallesinde sakalar hizmet vermeye devam etmiştir. Günümüzde ise hem mahalle çeşmelerinin azalması ile hem de herkesin şebeke suyuna sahip olması sebebiyle sakalık mesleği rafa kaldırıldı. Belki evimize damacana ile su taşıyan görevlilere modern zamanların sakaları diyebiliriz. Bugün bu mesleği canlandırmaya çalışmanın pek bir anlamı olmasa da belki bir gün eski bir evin dış duvarında saka deliği gördüğümüz zaman ne olduğunu anlamamız bile bize yeter de artar bile.

Sonuç olarak,  günlük hayatımızda kolayca ulaştığımız ve bu sebeple üzerinde düşünmediğimiz suyun etimolojisini, tarihini ve etrafında oluşturduğu kültürü ve mimariyi bunlardan doğan meslekleri anlatmaya çalıştık.  Çok daha derin araştırmalara ve uzun yazılara layık olan bu konuyu bu şekilde özetlememizin sebebi ise her gün sebil kullanırken, modern hayatımızın sakaları diyebileceğimiz sucuyu çağırırken, yaşadığımız İstanbul’da veya gidip gezdiğimiz şehirlerde o şehrin kültürünü yansıtan çeşmeleri gördüğümüzde bunların hepsinin nasıl bizi oluşturan parçalar olduğunu hatırımıza getirebilmemizi sağlamak. Umarız yazımız hedefine ulaşır.

[1] Kurşun, Zekeriya. Kayserioğlu, Sertaç. Songur, Savaş. Ozan, Nuh Dursun. ve Mazak Mehmet. (2006) Bâki Kente Âb-ı Bekâ Hamidiye. İstanbul: İBB s.11-35

[2] Semavi Eyice. “Çeşme” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 1993, c. 8.s 277

[3] Kurşun, Zekeriya. Kayserioğlu, Sertaç. Songur, Savaş. Ozan, Nuh Dursun. ve Mazak Mehmet. s.

[4] Eyice, s. 279.

[5]  Çeşmeler ve sebiller, abihayatsergisi.com, 13 Nisan 2016, http://abihayatsergisi.com/?portfolio=denem

[6] Nur Urfalıoğlu, “Sebil”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA) (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 2009), c.36.s 249-251

[7] Sakanın anlamı, tdk.gov, 13 Nisan 2016. http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5711cdcf1f5c71.43623352

[8] Kurşun, Zekeriya. Kayserioğlu, Sertaç. Songur, Savaş. Ozan, Nuh Dursun ve Mazak Mehmet. s. 35-47

Leave a Comment