Metropolden Son Çıkış: Karadeniz Yaylaları

Yazar: Sena Yığcı

Tabiat, varlığı gereği aldığı her şeyi yansıtır. Bir bakıma dünyanın dev aynasıdır o. Tabiatın bugüne dek özünden bir lahza olsun ayrı düştüğü söylenemez. Hiçbir yerde görülmemiştir ki insan toprağa ektiğinden gayrısını biçsin, verdiğinden fazlasını alsın.

Tabiat, yüklendiklerini uzunca bir süre taşır ve sonra bir yerde durur, istemediğini geri verir, belki kusmak ister gibi dünyanın pisliğini üzerinden atar. Bu yüzden tabiat körelmez, vefalıdır, ne olursa olsun özüne döner, onu ister. Fakat insan yapıp ettiğini yalnız kendisiyle öder. Kendi nefesiyle, kendi suyuyla, kendi yaşamıyla…

Yeryüzünün değişen ve dönüşen bunca yüzünün içinde bazı coğrafyalar insana hem nefes hem su hem de yaşam olmuştur. Karadeniz ve yaylaları o eşsiz coğrafyalardan biri. Bambaşka bir yüz, söylenmemiş bir deyiş… Tabiat orada, bütün ellerden uzak, varlığının özünü muhafaza etmiştir.

Rize’de toprağa dikilen bir fidan ilk can suyuyla filiz verir, yeşerir. Sonra büyür, gölgesine bir ordu insan alacak kadar genişler. Nihayetinde fidan, dallı budaklı bir ağaç olur. Vadesi dolan ağaçlar bugün apaçık Karadeniz’in mimari yüzüdür. Yıllar önce toprağa dikilmiş o fidanlar sapasağlam bir tarih olarak bugün yine aynı toprak üzerinde durmakta olan evlerdir. Karadeniz’de evler, dağlardan dünyaya açılan gözlerdir adeta. Ağaçların eve dönüşme hikayesi burada süregelen neredeyse bin yıllık bir kültürel mirastır.

  • Bölge Yapısıyla Karadeniz

Karadeniz bölgesi, doğası gereği dağlık ve dağınıktır. Bu sebeple yerleşim derli toplu değildir fakat daha çok yamaç ortalarına doğrudur. Dağların sırtlarında var olan hâkim rüzgarlar ve heyelan tehlikesi bunun yanı sıra vadi tabanlarındaki sel riski yerleşimin büyük çoğunluğunu yamaç ortalarına toplamıştır. Dağların genellikle orman sınırlarından hemen sonra yaylalar kurulmuştur. Özellikle Kaçkar sıra dağlarının eteklerine dizili olan bin bir güzellikteki çoğu yayla; sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan yaylacılık faaliyetlerinde önemli bir yere sahip olmuştur.

Rize’de vadesi dolan ağaçlar bugün apaçık Karadeniz’in mimari yüzüdür.

Karadeniz yöresinin yerleşimi hayvanları otlatmaya müsait olmadığından hayvancılıkla uğraşan bölge halkı, yazları hayvanlardan daha fazla verim alabileceği otlaklara yani yaylalara çıkar. Hava şartlarına bağlı olarak değişebilmekle birlikte genellikle mayıs sonu haziran başı yayla yerlileri için yaylaya çıkış zamanıdır.

Yaylaların yerlileri, hayvanlarını yaz boyu doğal yaşam alanlarında otlatırken bir yandan da kalabalık yerleşim yerlerinden uzakta daha doğal ve daha sakin bir yaşama geçerler. Yaylada kalınan süre zarfında insanlar temiz havanın etkisiyle tazelenir, tabiri caizse yeniden doğar. Yaylaya çıkmadan evvel hazırlıklar tamamlanır; mısır öğütülür, erzak ve giyecekler toparlanır, hayvanların bağlanacağı ip ve kazıklar ayarlanır. Sığırların boyunlarına çıngırak, nazar boncuğu yahut muska takılır. Daha eskilerde yayla yolu bir at veya katır yardımıyla yaya alınırken günümüzde genellikle kamyonetle alınır. Hayvanlar araca yüklenir ve şehirden uzağa doğru şen şakrak, yemyeşil bir yolculuk başlar.

  • Çay Turizmi ve Yaylalar

Çay tarımının yaygınlaşmasıyla birlikte çay bahçesine dönüşen araziler bölgede hayvancılık faaliyetlerini azaltmış ve haliyle yaylacılık hemen hemen gözden düşer olmuştur. Halen yaylaya çıkıp geleneği devam ettiren birçok insan olsa da eski zamanların kalabalığı iyiden iyiye seyrelmiş, çoğu şey büyük büyük dede ve ninelerimizin anlattığı birer anıya dönüşmeye yüz tutmuştur.

Günümüzde geçim kaynağı minvalinde yaylaya çıkan insanların yanında bir de memleketinden uzakta yaşayan ve en azından yazlarını şehrin kuru kalabalığı dışında, huzurlu bir yerde geçirmek isteyen insanlar vardır. Bu insanlar için yayla bir çeşit durak, huzurlu bir tatil mekanıdır.

1843 yılında Karadeniz’e gelmiş olan Prof. Karl Koch gördüğü manzarayı, “Renkler birbiriyle uyum içinde ve iç içeydi. Bezelye biçiminde yonca türlü mavi çan çiçekleri, menekşeler, kırmızı ıtırlar, çayır kuşu pençesi ve çuha çiçeği, beyaz taşkıran otu türleri, açlık çiçeği, tahılımsı otlar hatta yeşil, sarı, kırmızı ve mor renkli pedikularis, doğa ananın en zevkli yeşillikleri içinde hoş çizimler örüyorlardı. Odun saplı dayanıklı bitkiler de sırtların yücelerine kadar sözü edilen bitkilere eşlik ediyorlardı.” sözleriyle anlatmıştır.

  • Doğal Güzelliklerin Tesisleşmesi

Rize’nin başta Çamlıhemşin olmakla beraber İkizdere, Çayeli, Güneysu gibi birçok ilçesinde rağbet gören yaylalar bulunmaktadır. Turistlerin uğrak yerlerinden olan bu yaylalar son zamanlarda fazlasıyla tesisleşmiş hatta bazıları doğasını neredeyse yitirmiştir.

Çamlıhemşin’de bulunan Ayder yaylası, renginin ve doğal yapısının tamamını üzerine kurulan betonarme yapılara teslim etmiş ve hala öyle anılsa da bir yayla olmaktan çıkmıştır. Oteller, kafeler, teraslar, hediyelik dükkanlar başta yaylayı geliştiren ve sosyalleştiren yapılar gibi görünse de bugün gelinen noktada bu sosyallik amacından sapmış ve yaylayı bir çeşit doğal alışveriş merkezine dönüştürmüştür.

Tesisleşmenin yanında diğer yaylalarda da ilgi çekecek her türden şeyin örneğin salıncağın, teleferiğin ya da fotoğraf çekilecek bir alanın ticarileştirilmesi, bu faaliyetlere ederinden fazla paha biçilmesi gelecek adına sorun teşkil etmektedir.

Yaylaların gelişirken dönüşmemesi, özünden uzaklaşmaması ve tabiatın en güzel yansıması olarak kalması hiç kuşkusuz gittikçe grileşen dünyamız için bulunmaz bir nimet olacaktır. Tabiat bir gün metropolleri taşıyamayıp kendine dönmek istediğinde sıra dağların eteklerine dizili yaylalar belki de insana bambaşka bir dünyanın kapısını açacaktır.

  • Fotoğraflar: Sena Yığcı

Sena Yığcı

Sena Yığcı, 2003 Rize doğumludur. İstanbul Medeniyet üniversitesinde Psikoloji bölümünde okumaktadır. Fotoğraf çekmeyi ve edebiyatla ilgilenmeyi sever. Şiir ve hikaye türünde metinler üretmektedir. Halihazırda dil ve edebiyat dergisinde hikayeleri yayımlanmaktadır.

Leave a Comment