Peri Palas’ta Acayip Misafirler
Röportaj: Kübra Taşdemir
Ömer Faruk Yazıcı ile Ketebe Yayınlarından çıkan Peri Palas isimli romanı üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.
- Ömer Bey merhabalar, bize kendinizden bahseder misiniz?
Merhaba, adım Ömer Faruk Yazıcı ancak sosyal medyada Nane Molla olarak tanınıyorum. Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunuyum, halihazırda Sakarya Üniversitesi’nde Eski Türk Edebiyatı üzerine yüksek lisans eğitimime devam ediyorum. Edebiyatın birçok alanına ilgiliyim. Özellikle halk bilimi ve memoratlardaki olağanüstü anlatımların edebiyata tezahürü üzerine çalışıyorum. Bunun üzerine yayınlar yaptığım yine kendi adımla bir YouTube kanalım var. Eski metinleri okuyup olağanüstü unsurları inceliyoruz. Amacı genç yazarlara eserlerini paylaşabileceği bir ortam sağlamak olan ve dört yıldır yayın hayatına devam eden “Genç Sanat” adlı e-derginin genel yayın yönetmenliğini yapıyorum. 2018 yılında Paris Yayınları’ndan Âlemlerin Çöpçatanı adlı hikaye kitabım ve 2020 yılında Ketebe’den Peri Palas adlı romanım okurlar ile buluştu.
- Yakın zamanda Peri Palas isimli eseriniz Ketebe etiketiyle raflarda yerini aldı. Kitabı okurken başkarakterin adının Faruk olması dikkatimizi çeken bir husus oldu. Bize bu tercihinizdeki sebepten bahseder misiniz?
Aslında başta bir isim bulamadım. Yazarların en büyük sıkıntılarından biri -en azından benim- ana karaktere isim bulmaktır. Bu sebeple son çare olarak kendi adımı verdim diyebilirim. Kişilik olarak bir bağlantı kurmaya çalışanlar oldu tabi ancak bu durum söz konusu değil.
- Olağanüstü varlıkların üzerine düşünmeyi, onlar üzerine kurmaca metinler üretmeye nasıl başladınız?
Bu tarz metinler okurken bunların neden bizim edebiyatımızda da olmadığı konusunda epey hayıflanırdım. Sonrasında eski ve yeni birkaç örneğine rast gelmem beni teşvik etti. Dilin imkanlarının elverişli olmadığı doğma gibi yapışıyor bazen yazarlara. Biraz da bunu kırmak istedim. Sonunda da fantastik yazan insanların zannettiğim kadar az olmadığını fark ettim. Dedim ben neden yazmayayım.
- İnsanların korktuğu karabasanları, hayaletleri, cinleri ve gulyabanileri İstanbul’un belli yerlerinde konumlandırıyorsunuz. Okuyucularınızın bu varlıkları romanı okurken mekanlarla ilişkilendirmesini mi istediniz? Bu mekanları tercih sebebiniz nedir?
Bunun okura yansımasını istediğim bir yönü yok. Doğma büyüme İstanbulluyum, birçok yerini gezme şansım oldu. Bu nedenle okurların da benimle beraber gezmesini istedim. Tabi Peri Palas bir yolculuk hikayesi değil. Semt semt gezip fantastik yaratıklarla bir semti bağdaştıramazdım. Önce anlatmak istediğim hikayeyi sonra da ona en uygun mekanı düşündüm o kadar. Böylece İstanbul serpildi hikayenin içine.
- Her bir yazarın, romancının hayali ürettiği kurmaca metinlerin ya tiyatroya ya da beyaz perdeye aktarılmasıdır. Romanı okurken senaryoya dönüştürülmeye müsait olduğunu fark ettik, böyle bir hayaliniz var mı?
Bu pek çok okurdan aldığım bir tepki. Fantastik betimlemelerle, tasvirlerle dolu bir metin. Bunun için önce benim aklımda belirmesi gerekiyor olayların daha doğrusu anların. Bu nedenle film çekermiş gibi önce sahneyi hayal edip sonra yazmayı uygun buldum. Bu da okurda sinematografik bir okuma etkisi yarattı. Bundan da memnunum. Filme yahut diziye aktarılırsa bu beni mutlu eder mi? Görmeden bilemeyiz.