Sanatın ve Kutsalın Alanı

Roman, tiyatro gibi edebi türlerin işlevleri ve mahiyetleri hakkında genel olarak iki görüş vardır. Bazılarına göre bunlar sadece birer araçtır ve insanlar bunları kullanarak bir şeyler anlatır, bütün olay bundan ibarettir. Ancak özellikle Frankfurt Okulu ve Heidegger’in teknoloji eleştirisinden sonra daha da güçlenen ve bunların sadece bir tür olmadığını söyleyenler de vardır. Onlara göre her alet, araç gibi edebi türler de bir ideolojinin, dünya görüşünün sadece somutlaşmış halleri değil; aynı zamanda taşıyıcılarıdırlar ve bu kendilerinde mündemiç; içerikten bağımsızdır. Bu görüşte önemli bir nokta var.

Marshall McLuhan’ın iletişim teorilerinde çok önemli bir yeri olan ve Türkçeye genelde “bağlam, araç mesajdır” şeklinde çevrilen mottosu da bununla ilişkilendirilebilir. McLuhan daha sonra bu isimde bir kitap da yayınlamış ve genel olarak kitapta, özellikle film örneğini kullanarak, aracın ve bağlamın içeriğinden bağımsız olarak aslında bir şeyler ilettiğini ve içeriğin algılanmasında kullanılan aracın önemimin hiç de az olmadığını anlatmıştır. McLuhan’ı dinlersek aynı haberi televizyondan izlemekle radyoda dinlemek arasındaki tek fark birinin görüntülü olması değil. Sinema salonları boşuna karanlık değil ve perdeler boşuna büyük değil… Dolayısıyla, özellikle söz konusu medya ve sanat olduğunda araç sadece araç değildir ama aynı zamanda bir dünya görüşüdür.Sanatın Alanı ve Kutsal İç

Eğer bunu kabul edersek, Türkiye’de sanat dünyasında Müslüman olan herkesi rahatsız etmesi gereken bazı şeylerin olduğunu görmemiz gerekiyor. Bir yandan sayıları giderek artan Peygamber (sav) ve Ashab-ı kiram romanları; diğer yandan bu konular hakkında tiyatrolar ve bazen filmler… Kimsenin niyetini bilemeyiz ancak özellikle Peygamberin(sav) ve ashabının romanının yazanlarla -özellikle bazılarının tam da Kutlu doğum haftasına yakın basıldığını düşününce- filmini çekme cüretini gösterenlerin tamamen iyi niyetli olduğunu düşünmemiz için kendimizi baya zorlamamız gerekiyor. Bunu yapanlar sadece Peygamber’i bir roman kahramanı yapmakla kalmıyorlar ama mesela aynı zamanda onun iç dünyasını veya eşine karşı ne hissettiğini de tasvir etmeye kalkıyorlar ki bunun tehlikesini ehli olan bilir. Bunun yanında romanda veya filmde çizdikleri peygamber ve sahabe portreleriyle aynı zamanda Müslümanın muhayyilesindeki, inancıyla ve aşkıyla büyüttüğü, o mükemmel tasavvurları da katlediyorlar. Filmi izlediği veya romanı okuduğu saatten sonra artık muhayyilenin sınırsızlığı bitiyor ve yerine tasvirin, kelimelerin veya görüntünün sığlığı geliyor. Hele olayı illa olduğu gibi, gerçeğe mümkün olduğu kadar yaklaştırarak anlatma gayretine düşüldüğü zaman felaket kaçınılmaz oluyor. Söz gelimi Çağrı filmini izlemeden önce efendimizin “gökteki yıldızlar” dediği ashabı, saçı sakalı birbirine karışmış, toz içinde kalmış insanlar olarak tasavvur eden var mıydı acaba? Bu görüntü sahabe düşüncesini dumura uğratmadı mı? Bu insanlar o filmden önce tahayyül ettikleri, aşkla büyüttükleri o ashap tasavvuruna bir daha sahip olacaklar mı acaba? Belki de daha da kötüsü, hem yazar veya senarist hem de karşıdaki okur veya izleyici bunu ibadet niyetiyle yapıyor ve bu da kent dindarlığının o her geçen gün İslami olma hüviyetini kaybeden, meşum seyrine katıda bulunuyor. Her anını nimet bilip ibadetle, Kuran ve ilimle geçirmemiz gereken ramazan ayında bütün gün “Hz Yusuf” filmi izleyen ve böylece ibadet ettiğini düşünen akrabalarınız yok muydu sizin?

Peki ya değerler ve aktarılması? Bülbülün Kırık Şarkısı’nın romantik bir ortamda oluşturduğu, yoğun duygu yüklü peygamberi değerler? Geçenlerde oynanan Musab Bin Umeyr oyunu ve salondakilerin göz yaşı içinde izleyip dışarıya yeni Musab’lar olmak niyetiyle, aşkla çıkmış olmaları? Tebliğ metodu olarak bu türlerin kullanılmasında nasıl bir sorun olabilir ki? Bunları bu yollarla savunuyorsak anlamadığımız bazı şeyler var demektir: mezkur yollarla oluşturulan değerler müsbet olsa bile mahiyetleri açısından problemlidirler. Çünkü alet mahiyeti sadece etkilemiyor, tam olarak tayin ediyor. Bir roman kahramanı olarak peygamberi istediğiniz kadar idealize edin ve olağan üstünlüğünü vurgulayın, roman kahramanı olmaklık aşılamıyor ve oluşturulan tasavvur da bu nispette oluyor. Ayrıca tebliğde metod değiştirilebilir, nebevi usulde şekli de olsa değişiklik yapılabilir mi? Bunun imkanı konusunda çok emin olmamalıyız.

Bunun yanında değerleri bu yolla tevarüs eden her bireyin kendisine sorması gereken başka bir soru daha var: klasik yollarla elde edilmesi elzem olan değerleri, bir eğlence, zevk unsura katarak öğrenmesi ve bu yolla cezbeye gelmesi ne kadar sahici olabilir ve bu ne kadar sağlıklı? Neden ashabı öğrenmek için klasik eserler değil de tiyatroya başvurma ihtiyacı duyuyor? Muhayyilesinde kendisini bekleyen sınırsız kavrayış, tasvirin yada görüntünün sığlığına feda etmekle acaba neler kaybetti?

Ayrıca alet, metot ve amaç konularını kutsalla birlikte düşündüğümüzde çok daha dikkatli olmalıyız. Kutsalın kendi değer ve anlam çerçevesini diğer hiç bir alanla, disiplinle paylaşmaktan hoşlanmadığını unutmamamız gerekiyor. Kutsal, ancak kutsal olanla ve kutsal yolla kavranabilir. Yani romanlarla evrensel değerlerin aktarılması ve tevarüs edilmesi bir vakıadır ve yararlıdır da. Ancak söz konusu din olduğu zaman bir durulması gerekiyor. İslam sanatında resim sanatının kutsalla hiç karışmamış olmamasının tek sebebinin bu alandaki şeri hüküm olmadığı ehlinin malumudur. Müslümanlar göz bebeklerinden daha değerli gördükleri kutsal şahsiyetleri resmin malzemesi yapmaktan imtina etmişlerse, bu basitçe şeri bir kurala duyulan sıkı bir bağlılık değil ama aynı zamanda derin bir düşüncenin, aşkın ve saygın göstergesidir. Görselin ve tasvirin malzemesi olmayacak kadar kıskançtır kutsal !

Her şeyden öte, geleneksel yollarla, siyer, şemail kitaplarıyla ve hilyeyle yapmamız gerekeni büyük oranda tembelliğimiz ve yetersizliğimizden dolayı(daha kötüsü olan ekonomik nedenleri düşünmek bile istemiyoruz) batılı zihniyetin ürünü olan araçlarla yapıyor oluşumuzda bizi rahatsız etmesi gereken bir gariplik yok mu? Acaba batı karşısında bu derece aşağılık kompleksine kapılmasaydık ve onlardan bu derece etkilenmeseydik, Müslümanlar olarak ne zaman Ashab-ı Güzin hakkında film çekecektik? Fahri kainat efendimiz ne zaman roman kahramanı olacaktı? Kim ashabı saçı sakalı bir birine karışmış, üstü başı dağınık biri olarak bize sunmaya cesaret edecekti?

Daha nice zararları sayılabilir bu modanın. Bu rezalete bir an önce son verilmesi gerekiyor. İlla romanla veya filmle İslam’a hizmet etmek isteyen sanatçılarımızın, bunu yapmanın bir çok yolunun olduğunu görmeleri ve bu işten vazgeçmeleri gerekiyor. Allah ve resulünü sevenler olarak, elimizden gelen her şeyi yaparak bu işe bir dur dememiz gerekiyor.

Leave a Comment