Teistik Ahlâk: Dine Dayalı Ahlâk mı, Dinlerin Tanrısına Dayalı Ahlâk mı?

İlem Felsefe Çalışma Grubu “Teistik Ahlâk: Dine Dayalı Ahlâk mı, Dinlerin Tanrısına Dayalı Ahlâk mı?” konulu doktora tezini sunmak üzere Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Ferhat Yöney’i ağırladı.

Yöney, ahlâki realizmin kaynağı olarak Tanrı ve din konusundan hareketle sunumunu gerçekleştirdi. İlk olarak ahlâki realizm nedir? Sorusuna cevap vererek başlayan Yöney, ahlâki realizmin tanımını, doğruluğun uygunluk kuramı (correspondence) kapsamında açıkladı. Bu bağlamda doğruluğun uygunluk kuramına göre bir önermenin doğru olabilmesi ancak o önermeye karşılık gelen bir olgunun varlığıyla mümkün olur. Eğer “sınıfta yedi kişi vardır” önermesini doğru olarak kabul ediyorsak, bu kabul mutabık olan bir olgunun olması hasebiyledir. Bu bağlamda ahlâki realizm söz konusu olduğunda da bir takım ahlâki yargılarımızın doğru olabilmesi ancak evrende yargılarımıza karşılık gelen bir takım olgu ve olayların olmasına bağlı olacaktır. Mesela “hırsızlık yapmak yanlıştır” dediğimizde gerçekten hırsızlığın yanlış olduğuna dair birtakım olguların vuku bulması gerekecektir. Lakin söz konusu doğruluk ve yanlışlık olduğu için “ahlâki doğruluk” ile “epistemolojik doğruluk” arasında bir fark olduğu da unutulmamalıdır. Nitekim ahlâki doğruluk bir şeyin yapılması arz edilen durumdur. Hırsızlık gibi bir eylem yapıldığında böyle bir davranışın sonucu olarak kınamanın vuku bulması buna bir örnektir.

Yöney, ahlâki realizmin tanımlanmasının akabinde onun öznelci ve nesnelci boyutlarını dile getirerek asıl vurgulamak istediği kısmın nesnelci ahlâki realizm olduğunu ifade etti. Nesnelci ahlâki realizm Batı literatüründeki manâsıyla, ahlâki yargıların, zihin durumlarından (duygu, arzu vb.) ve inançlardan bağımsız, salt nesnel anlamda doğru olması anlamına gelir. Bir diğer ifadeyle “insan öldürmek yanlıştır” önermesinin doğruluğu, inancımızdan kaynaklı bir doğruluk değildir. Bu önerme bizden bağımsız olarak dış dünyada, insan öldürme eyleminin sonucunda meydana gelecek kötü olgular nedeniyle doğru olacaktır. Burada insan vuku bulan olgulardan hareketle ahlâki önermelerin doğru ya da yanlış olduğunu bilişsel yetileri vasıtasıyla kavrar. Bu durum nesnelci ahlâki realizmi ortaya koyar. Nesnelci ahlâki realizmin karşısında ise öznelci ahlâki realizm yer alır. Öznelci ahlâki realizme göre ahlâki önermelerin doğruluğu bizim bizatihi zihin durumlarımıza ve inançlarımıza bağlı olarak doğrudur ya da yanlıştır.

Yöney, yaptığı bu açıklamalardan hareketle, sunumunu “ahlâki özelliklerin doğası nedir?” sorusu eşliğinde sürdürdü. Nitekim Yöney’in üzerinde durdurduğu asıl mevzu nesnel ahlâki realizm olması hasebiyle ahlâki özelliklerin de nesnel bir şekilde var olması gerektiği izahtan varestedir. Bununla birlikte Yöney’e göre ahlâki özelliklerin nesnel oluşunun nasıl bir özelliği haiz olduğu mevzusu da önem arz eden bir soru haline dönüşür. Ahlâki özelliklerin doğasına ilişkin literatürde üç başlık bulunmaktadır. Bunlardan ahlâki doğalcılık, ahlâki özelliklerin bilimin konusu olabileceğini varsayar; ahlâki doğaüstücülük, ahlâki özelliklerin doğal süreçlere indirgenemeyeceğini savunur –Platon’un idealar dünyası buna örnek olarak verilebilir-; teistik ahlâk, ahlâki özelliklerin Tanrısal özellikler olduğunu yahut Tanrısal özelliklere bağlı olduğunu savunan yaklaşımdır. Teistik ahlâk, Tanrı’nın doğasıyla, eylemleriyle, iradesiyle ve amacıyla ilgilenmekte ve bu mevzuları tahkik etmektedir. Bu bağlamda teistik ahlâk, ahlâki davranışların Tanrısal olanla ilişkilendirilmesi hususunda cevaplar bulmaya çalışır.

Yöney, ahlâki özelliklerin doğasına ilişkin bu üç başlık hakkında açıklamalarda bulunduktan sonra ahlâki yükümlülüğün işlevlerine değindi. Yöney’e göre ahlâki önermelerin bir kısmı “ne yapmamız” ve “nasıl davranmamız” gerektiği hakkında bize müspet yahut menfi bilgiler verirken, bir kısım ahlâki önermeler ise bilgi konusunda nötrdür. Burada göz önünde bulundurulması gereken nokta, ahlâki zeminde müspet yahut menfî bilgilendirmede bulunan önermelerin normatif bir değer taşıdığıdır. Diğer bir ifadeyle “… eylemi ahlâki olarak doğrudur/yanlıştır” önermesi normatif bir özelliğe sahiptir. Bu türden normatif önermeler ise evrenin sadece nasıl olduğu değil aynı zamanda nasıl olması gerektiği hususunda da bizi bilgilendirmektedir. Bu nedenledir ki, “katil olmak yanlıştır” önermesiyle karşılaştığımızda, “insan öldürmemeliyiz” şeklindeki değer ifade eden önermeye geçiş yapabilmekteyiz. Nitekim ahlâkın normatif olması, onun eylemlere yönelik olması anlamına gelmektedir. Bu bakımdan ahlâki bir eylemin vukua gelebilmesi için değer ifadelerinin gerekçelendirilmiş olması oldukça mühim bir hâl alır. Ahlâk bakımından uygun davranışların “niçin uygun olduğu”na dair gerekçe ise her insanda aslen mevcuttur. Bu durum ahlâki önermelerin/yargıların herkeste var olduğunu göstermekle birlikte ahlâki yargıların nesnel doğasını da gözler önüne serer. Hâsılı, ahlâki önermeler nesnel bir şekilde vardırlar. Bu yüzdendir ki, bu türden ahlâki yükümlülükler hem bizlere gerekçeler sunmakta ve hem de bizi ahlâkî eylemlere yönlendirmektedirler. Böylelikle de ahlâkın normatifliğinden bahsedebilmekteyiz.

Ahlâkî normatifliğin her türlü kişisel arzu ve eğilimlerden bağımsız olması, ahlâk alanının kategorik bir boyuta sahip olduğu ortaya koyar. Bir başka ifadeyle ahlâki önermelerin bizim inançlarımızdan, arzularımızdan bağımsız olması hepimiz için geçerli birtakım eylemlerin olduğunu ve yönlendiriliyor oluşumuzu ortaya koyar ki, bu durum ahlâkın “kategorik” bir özelliği haiz olduğunu gösterir. Kısaca ahlâkın kategorik bir boyuta sahip olması, ahlâki yükümlülüklerin herkes için geçerli ve evrensel olduğu noktaya işaret eder.

Yöney, ahlâki yükümlülüklerin işlevini, ahlâki realizmi ve nesnelci ahlâki realizmi tanımlamasının akabinde, dikkatleri ahlâk ve Tanrı arasındaki ilişkiye çekti. Diğer bir ifadeyle Yöney, ahlâki doğruluğun bir nevi Tanrısal buyruk ile özdeş olduğuna dair düşüncesini ve bunların nasıl ilişkiye girebildiğini dile getirdi ve bu düşüncesini kendi teziyle birleştirerek devam etti. Yöney’e göre bu konuda karşımıza iki seçenek çıkar: Bunlar, dine dayalı ahlâk ve dinlerin Tanrısı’na dayalı ahlâktır. Dine dayalı ahlâk -sair yerlerde geçen- ahlâkın kategorik olma vasfının bu yolla gerçekleşemeyeceğini izâh eder. Zira dinlerin ahlâkının kutsal metinlere dayanıyor olması nedeniyledir ki, bu türden bir ahlâkî normatiflik sadece o dinin mensuplarını alâkadar eder. Bu nedenle de her insan için olmaktan çıkar ve kategorik olma vasfını kaybeder. Dinlerin Tanrısı’na dayalı ahlâk söz konusu olduğunda ise –Yöney, Robert Adams ve çağdaş teistik ahlâkçılar tarafından savunulur- teistik bir ahlâktan bahsedilir. Teistik ahlâk ise Robert Adams tarafından belirtildiği üzere kutsal kitapların buyruklarını ihtiva etmez. Teistik ahlâk bizatihi dinlerin Tanrısı’nı (İslâm, Hıristiyanlık Yahudilik) esas alır. Bir başka ifadeyle ahlâki yükümlülüklerimizi oluşturan özel vahiy anlamındaki kutsal metinler değil, bilakis genel vahiy olarak her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, mutlak anlamda iyi olan, Anselmci anlamda kendisinden daha yücesi düşünülemeyen bir Tanrısal buyruktur. Bu bağlamda Tanrı bütün insanlarla ilişki kuran, bütün insanları seven ve bütün insanların iyiliğini isteyen bir varlık olarak, bütün insanların zihnine ahlâkî yargıları işler. Bu anlamda Tanrısal buyruk hem genel vahiy anlamında ve hem de Tanrı’nın ahlâki eğilimleri insanların vicdanlarına, zihinlerine yerleştirme ve aşılaması anlamındadır. Tanrı’nın bu aşılaması ise sadece bir an değil her an devam eden bir süreç olarak karşımıza çıkar. Böyle bir açıklama Yöney’e göre sadece inanan insanları değil aynı zamanda inanmayan insanları da kapsar. Yöney bunu, şu örnekle izâh etti; “suyun kimyasal analizinin H2O olduğu son yüzyıllarda ortaya çıkmasına rağmen 16. yüzyıldaki insanlar suyun bu türden bir analizi olduklarını bilmiyorlardı. Buna rağmen suyu tanıyor, içiyor vb. özellikleriyle onu kullanıyorlardı. Lakin suyun arkasındaki ontolojik yahut kimyasal özellikleri bilmiyorlardı.” Aynı şekilde Yöney’e göre Tanrı insanlara ahlâki yükümlülükler yükler ve bunu dini gerekçelerle yapmaz. Bu anlamda ahlâki yargılar her insanda mevcut hale gelir. Böylelikle de ahlâkın kategorik oluşu karşımıza çıkar. Nihâyetinde ahlâkın herkesçe bilinir olması sağlanmış olunur. Dolayısıyla dine dayalı ahlâktan ziyâde dinlerin Tanrısı’na dayalı ahlâk ortaya çıkmış olur. Diğer bir ifadeyle, özel vahiyden ziyade genel vahiy; dine dayalı ahlâktan ziyade dinlerin Tanrısı’na dayalı ahlâk vuku bulur. Velhâsıl ahlâkın normatif olması ve herkesçe kabul edilir olması söz konusu olur.

Farklı alanlardan katılımcıların iştirak ettiği sunum, sorulan sorular ve yapılan yorum/değerlendirmelerin ardından nihayete erdirildi.

Leave a Comment