Uyanıklık İçinde Yaşama İradesi

Değerlendiren: Hayriye Sena Şahin

“Waldo Sen Neden Burada Değilsin” İsmet Özel’in eserlerinde otobiyografik özelliklerin en yoğun işlendiği kitabı olmasıyla öne çıkar. Kendi hikayesi ile ideolojiler, dünya sistemi, iman, ahlak, bilim gibi çeşitli konulara dair düşüncelerinin iç içe geçtiği bir kitaptır. Diğer kitaplarını okuyanların aşina olacağı gibi Özel, eserlerinde okuyucuyu oldukça yorar. Bu yorgunluğun sebebi ifade tarzından ziyade anlam yoğunluğudur. Waldo Sen Neden Burada Değilsin de aynı şekilde yoğun bir anlam dünyası sunar. Ancak diğer kitaplarından farklı olarak yazarın düşünüş tarzını daha açık biçimde görme imkanı doğurur.

İsmet Özel

İsmet Özel “İnsanların kendi kabulleriyle meydana getirdikleri dünyayı fizik dünyadan daha gerçek saydıkları”, toplum dediğimiz yapının anlam bağlarının mahiyeti olduğunu ve dolayısıyla her insanın masalların etkisinden sıyrılması gerektiğini ileri sürer (Özel, 2017, s. 10). Bu kitapta amacı kendi masalını yıkmaya çalışmaktır. İnsanlığın, insanca ilişkiler kurmanın kendi masalını yıkmaktan geçtiği gibi dışarıdan sunulan masallara da aldanmamakla olacağını öne sürer. Kendi masalını “Şair, komünist, Müslüman” kimlikleri ekseninde ele alır. Kendi şairliği etrafında şair, şiir, sanat eseri kavramları hakkında görüşlerini açar. Şiiri insanın nerede, ne zaman, nasıl durduğuyla ilgili bir duruş meselesi olarak tanımlar. Şairlik “insanın insan oluşla örtüşmesidir” (Özel, 2017, s. 18).

İsmet Özel’e göre kimseye yaltaklanmadan yaşama gücünü korumak cesaretle olur.

Şairliğinin akabinde; 60’lı yıllarda komünist düşünceyi benimsemesini dönemin gerektirdikleriyle ilişkilendirir. O yıllarda komünist bir genç olmayı, ülkenin şartları göz önünde bulundurulduğunda, yurtseverlik ve memleketçilikten ayrı tutmaz. Tarihsel süreç ve zamanın koşullarıyla kaçınılmaz bir ilişkiyi vurgulayarak sosyalizan düşünceyi yerli yerine koyar. Şu cümle İsmet Özel’in düşünceleri ve olayları birbirine yedirme başarısının iyi bir örneğidir: “Bana kalırsa Türk sosyalizmi, o gün yöneldiği hedefler hesaba katılırsa, tanzimattan 27 Mayıs’a uzanan batılılaşmanın vicdan azabıydı.”(Özel, 2017, s. 54). Komünist çabalara kendini hasretmesine rağmen, bu yönde prestij sağlayacak uğraşlardansa kendine kültürel yatırım olacak uğraşları tercih ettiğinden söz eder. Bu tercihi uzun vadede doğru şeyler yapmaya katkı olarak önemser. Günlük, hızlı kazanımlara aldanmayıp uzun emeklere atılma cesareti göstermesi ahlaki bir duruş olarak değerlendirilebilir. İsmet Özel komünistliğini dönemin şartları hasebiyle zaruri görmesinde olduğu gibi, genel olarak Türkiye’de yetişmiş bir insanın hatıralarının dahi ferdi sınırları aşacağını öne sürer. Bu onun “Yaşamak Umrumdadır” şiiriyle beraber düşünüldüğünde daha anlaşılır hale gelir. Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” şiirinin aksine yaşamanın bir anlatı konusu yapılamayacağını, onun ancak umursanabileceğini belirtir. Yine benzer sebepten “Sevgilim Hayat” der. Şairin yaşamla ilgisi öyle yoğundur ki “kendisinin de bir parçası olduğu dünyayla ilgili şeyleri açığa çıkaran mısra yazılmaya değerdir” (Özel, 2017, s. 59).

İsmet Özel komünistliğinin akabinde derinlemesine sorgulamalara daldığı bir inziva döneminden bahseder. Bu dönemde; neyi, nasıl, niçin yaptığı odağında düşüncelerle meşgul olur: “Bana kişilik kazandırmış bulunan değerler nelerdi? Bu değerler kendi başlarına ayakta kalabilirler miydi? Bu değerleri bana yakın kılan daha temel değerler var mıydı?…” gibi soruların cevaplarını arar (Özel, 2017, s. 81). Bu kertede verdiği cevaplar arasında Kanla Kirlenmiş Evrak’tan bir mısrayı anmak uygun olabilir: “Cebimdeki adreslerden artık umut kalmamıştır” (Özel, 2016, s. 159). Bu muhasebeye ek olarak “Kime hesap verilecek? Kim beni yargılayacak? Eğer hata ve yanlış içindeysem beni kim bu halimle kabul edebilir?” soruları ayrı bir anlam taşır (Özel, 2017, s.82). Yukarı paragrafta görülen bir vazgeçişken bu soruların akabinde artık bir yer değiştirme, kabul etme, iman vuku bulur. Yazarın ahlaktan ödün vermeme çabası burada da devreye girer. Zira o “Yaratılışı mümkün kılan ahlak”tan yanadır, “varlığımı borçlu olduğum, doğru mu eğri mi davrandığımı karara bağlayan olabilirdi ancak” diyerek kulluk bilincine erer/erdirilir (Özel, 2017, ss. 82-83). Müslüman oluşunda insan-dünya ilişkisinin birincil etmen olduğunu ifade eder. Bu durum onun insanın değerine duyduğu inanç ve “Yaşamak Umrumdadır” demesiyle bağdaşır.

Bu bağlamda “Mümin isek sahip çıkacağımız mesele bütün insanlığın meselesidir.” fikrinden hareketle siyasal düzen, modernlik, dünya sistemi gibi kavramlara dair düşüncelerini açıklar (Özel, 2017, s. 102). Ona göre haklı bir siyasi başarı sosyal temele sahipse mümkündür. Bu mevzu onun demokrasi görüşüyle birlikte değerlendirildiğinde daha anlaşılır olur. Zira “İslamla demokrasinin bağdaşmasına hiç gerek yoktur. İslam eğer yaşanabiliyorsa insanlar kendi hayatlarını en yüksek düzeye çıkarmış demektir.” O Müslümanca yaşamayı siyasal iktidarlara bağlı kılmaz. Meselenin yaşayışta yattığına inanır. Tepeden inmeci uygulamaların aksine, insanların islami olanı özümseyerek hareket etmeleri beraberinde sosyal zemini kuvvetli yeni bir siyasi düzen açığa çıkacaktır. Ancak diğer yandan siyaset eliyle, İslam’ın yaşanmasına karşı getirilen engellemeler göz önünde bulundurulduğunda bu beklenti yeterli midir sorusu akla gelir. Bu soruya İsmet Özel’in düşünce dünyasından bir cevap arandığında; dayatmalara karşı özgürlüğün de şiddetli olduğu savı iş görür. Dayatmaların şiddetlenmesine mukabil özgürlük tutkusunun da şiddetlendiğini, tepkisel bir ilişki olduğunu öne sürer. Bu bahis, Nurettin Topçu’nun ıstırap kavramına bakışıyla da değerlendirilebilir. Nitekim, Topçu’ya göre büyük atılımlar büyük ıstırapların sonucudur (Topçu, 2015).

Nurettin Topçu

Siyasal değişimi sosyal zemine dayandırmasıyla örtüşecek biçimde, devrim kavramını inşa niteliğinden ayırmaksızın ele alır. Çatışmadan ibaret devrimciliğe karşılık inşacı bir devrim anlayışını savunur. Devrim karşıtlık ve isyankar bir tavırla beraber bir gelecek perspektifi sunar. Eylemcilikten ziyade düşüncenin ve pratiğin birlikteliğidir. Devrim, yıkım ve inşa olmak üzere iki boyutludur. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Mekke’den Medine’ye hicret edip orada bir İslam devleti kurduktan sonra Mekke’ye geri dönmesi bir devrimdir. Mekkelilerin yaşayışına karşıtlıkla ve başka bir beldede İslam toplumu meydana getirmekle kalmaz; dönüp inşasını tamamlar. Diğer yandan tüm bu yıkım, inşa, düşünce, eylem birlikteliğine rağmen devrim çok farklı biçimlerde tezahür edebilir. Goethe’nin Faust’u düşüncenin dehlizlerinden eylemle çıkarak, teori ve pratiği birleştirir. Faust’ta eski-yeni ayrımları çok net, yaptığı apaçık bir devrimdir. Faust özgürlük, iyilik, adalet söylemlerinin arkasında ruhunu şeytana satarak, onun gücüyle yola çıkar. Süreç içinde narsistik duygularla güç istemine kapılır; kötülükte şeytanı bile geride bırakır. İsmet Özel’in ısrarla titiz bir ahlakın üzerinde durması Faustvari örnekler düşünüldüğünde daha anlaşılır hale gelir. İsmet Özel’e göre kimseye yaltaklanmadan yaşama gücünü korumak cesaretle olur. Dolayısıyla  Faustlar için ne cesaretten ne titiz bir ahlaktan söz edilebilir. Hangi niyetle, hedefle olursa olsun birilerine yaltaklanmak yalnızca o işi değil kişiyi de bozarak insanca yaşamaktan beri kılar. “Tam düşecekken tutunduğu tuğlayı rab bellemeye” vardırabilir (Özel, 2017, s. 242). Dahası “Önce ben, sadece ben, hep ben/ Diyerek nev’i beşer” düşmeyi/tutunmayı hepten reddedebilir (Özel, 2005, s.66). Düşerken tutunduğunu rab bellememek kadar düştüğünü kabullenmek de önemli. Mesele biraz da, başkasına tamah etmemekle beraber kendi acziyetini kabullenebilmekte. Allah’ın gönderdiği yardımları görebilmek böyle bir şey. Ne de olsa şairin dediği gibi “Allah’tan ümit etmemiz ümidimize haznelik eden şeyin insan olmasına engel değildir.”(Özel, 2017, s. 140). Allah’ın gönderdiği yardımları görmek -bir bütün olarak- insanın değerini ve haddini bilmekten ayrı düşünülemez.

Özel, ilerleyen bölümlerde insanın haddini bilmesini bilgi-iman bağlantısı odağında ele alır. “Epistemic şiddet” kavramı altında bilgi-zihin ilişkisine dikkat çeker. Özel’e göre zihin bilgiye katkıda bulunmaz ancak bilginin kaynağı ve ulaşacağı yer arasındaki münasebeti sağlar. “Bilginin zihni yorması düşüncenin bireyi şekillendirmesidir” (Özel, 2017, s. 153). Ona göre, bilgiyi yerli yerine koymak onu fütursuzca kullanmamayı, bilgilenmeye karşı engelleri aşmakla beraber insanın kendi haddini bilmesini içerir. İnsanın sınırlarını bilmesi; haddini bilmesi bakımından iman meselesidir. Bilgi-zihin, bilgi-iman ilişkisinden anlaşıldığı üzere; bilgi insana bireylik kazandırdığı gibi imanının kuvvetlenmesine de katkı sağlar. Hasan Tahsin Feyizli’nin “İnsan İslamlaştıkça insanlaşır” söylemi bireylik kazanırken imanın kuvvetlenmesi şeklinde Özel’in görüşlerini destekler (Prof. Dr. Hasan Tahsin Feyizli, 2020).

Özel, bilgi-zihin ilişkisi bağlamında “epistemic şiddet” kavramına dikkat çekerek bir modernlik eleştirisi yapmış olur. Devamında modernlik ve kapitalizm ayrımından söz eder. Ona göre dünya sistemi ile kapitalizm özdeştir ancak modernlik için böyle bir özdeşlikten bahsedilemez. “Modernlik Avrupa kültürü ile Hristiyanlık arasına giren şeydir” (Özel, 2017, s. 159). Modernliğin araya girerken yerinden ettikleri ve yerine koydukları, parçalı ama geçişken yapıyı meydana getirir. Modernlik, müphem karakteri sayesinde birçok hususta muğlak ilişkiler doğurur. Özel’e göre kapitalizmin, antikapitalizmden beslenmesi onun en büyük başarısıdır. Öyle ki yazar, Sovyet sosyalizmini kapitalizm tarafından kullanıldığı iddiasıyla ele alır. Bu, kapitalizmin her şeyi kendi formu içine çekebilme başarısı olarak değerlendirilebilir.

Modernlik üzerine görüşlerini Marx odağında detaylandırarak devam eder. Aydınlanmacıların ilericilikten, gelecek vurgusundan mütevellit mesiyanik bir beklentiyle hareket ettiği, aydınlanma üzerine düşünenlerin yaygın kanaatidir. İsmet Özel’in bu mesiyanik beklentiyi Marx özelinde ele aldığı görülür. Ona göre Marx’ın yaptığı bir mistifikasyondan başka bir mistifikasyona geçmektir. Neticede “Marksizm de dünyevileşmiş bir ilahiyatı katkı diye sunuyorsa olayı yerli yerine oturtmamız ve Hıristiyan olduğumuzu kabul etmemiz gerekmez miydi?” diyerek Marx’ın düşüncesindeki ikili yapıyı ortaya koyar (Özel, 2017, s. 74).

İsmet Özel’in tüm bu olgular etrafında ortaya koyduklarını birey bazına getirmesi oldukça çarpıcıdır. Bir toplum, sınıf bile değil direkt olarak bireysel duruş, tavır, zafiyet meselesi haline getirir. Kapitalizmin bütün gücünü şahsiyet zafiyetlerinden topladığını ifade eder. Modern bir olgu olarak ele aldığı bireycilik meselesinin kapitalizmle bağına dikkat çeker. Ahlaken sorgulanmaktan kaçmak için bireyin haklarından dem vuran ancak onun mükellefiyetlerinden bahsetmeyen bir sistem olarak değerlendirir. Bu bakımdan Moretti’nin gri bölge kavramıyla ilişkilendirilebilir. Gri bölgede dürüstlük bireyin işine gelir fakat bu dahi yarı doğruluk şeklinde tezahür eder. Eylemlerin müphemliği, yarı doğruluğu hukuki ve ahlaki sorumluluğun önünü tıkar (Moretti, 2015, s. 196).

Kitapta iman-küfür ilişkisi, şahsiyetin ihmali, yalnızlık, beşerden insana geçmek gibi daha pek çok mesele açıklığa kavuşturulur. Şu cümlesi onun kendi masalını yıkmasından tutun da ahlak anlayışına kadar geniş bir çerçeveyi özetler: “Ben bu hayatı bilerek, isteyerek, her dakikasını kendimin kılarak, duyarak ve düşünerek, uyanıklık içinde yaşamak istiyorum.” (Özel, 2017).

Bu kitapta amacı kendi masalını yıkmaya çalışmaktır.

Güzelliği derinlik kelimesiyle anlatan şairin kendi derinliğini gösteren bir ifadedir. O, kimselere yaltaklanmama ve aldanmama cesaretini her koşulda titizlikle sürdürebilmeyi; nereden bakılırsa bakılsın aynı ahlakla hareket etmeyi insanca bir sorumluluktan öte derin bir iştiyakla, iradeyle arzular. Bu minvalde yoğun bir özdüşünümsellik kaçınılmazdır. İsmet Özel kendi masalı ile bu özdüşünümselliği gerçekleştirir. Onun kendi masalını yıkması okurlarına da bir emsal teşkil ederek yol gösterici olur. İnsanın nerede, ne hal üzere bulunduğunun yanı sıra neden orada olduğunu da bilmesi gerekir. Henry neden zindanda olduğunu, Waldo neden orada olmadığını bilmelidir.

İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değilsin, Tiyo Yayıncılık, 2017, 238s.

Hayriye Sena Şahin
1997 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümü 4. sınıf ve Tarih bölümü yan dal programında öğrencidir. İLEM 2. kademede öğrenim görmektedir. 
Leave a Comment