İçsel Çatışmaların Mizahi Portresi: “Sick of Myself”

Yazar: İbrahim Tutal

Koridorda düşünerek yürürken aniden hayalimde iki çift göz canlandı. Gözler muhatabını nazikçe taltif eden kimselere ait değildi. Büyülenmiş bir şekilde gözlerime değiyorlardı. Bu gündüz düşünden korkmalı mıydım? Usulüne göre gideremediğim bir arzumdan dolayı muhayyel bir sahne mi üretiyordum, yoksa daima kendini referans alan terbiye edilmemiş benliklere has bir tecrübe miydi?

Kristoffer Borgli – Yönetmen

Yapımını ve yönetmenliğini Kristoffer Borgli’nin üstlendiği 2022 yılında gösterime giren Norveç yapımı filmde başrol karakter Signe garsonluk yapan genç bir kadındır. Aynı zamanda ilgi çekme takıntısı olan Signe, dahil olduğu her sosyal oyunun merkezinde olma çabası içerisindedir. İçinde bulunduğu sosyal ortamlarda ilgiyi üzerine çekme iştiyakı öyle kuvvetlidir ki gerektiğinde temaruzdan çekinmez.

Bu incelemede yukarıda sorduğum sorular bağlamında Signe’nin “ilgi manyaklığının” yapay bozukluğa varan sürecini ve bu sürecin gündüz düşleriyle ilişkisini ele alacağım.

Temaruz, kendine hasta süsü vermek, başkalarında hasta olduğu izlenimi uyandırmak için hastalık belirtilerine bilinçli ve amaçlı biçimde öykünülmesidir.

Çocukken birçoğumuz tek kuralı farklı renkteki kaldırım taşlarına ya da çizgilere basmamak olan ve adının koyulmasına ihtiyaç bile duymadığımız oyunu oynamışızdır. Yani çocukluk dönemi yolda yürürken bile kendi kendimize oyunlar icat edebildiğimiz bir dönemdir. Bu dönemde çocuk, odasındayken elindeki oyuncak askerlerden ordu kurup kendini ordunun komutanı olarak hayal ettiği bir oyun oynayabilir. Bu sayede çocuk kendisi için heyecan oluşturabilir ve sosyal ihtiyaçlarını giderebilir.

Sosyal oyunlar tıpkı kurulan sosyal ilişkiler gibi sosyal ihtiyaçları gidermekte önemli rol oynarlar fakat bir yönüyle sosyal ilişki kavramından ayrılırlar: Sosyal ilişki kurabilmek için gerçek bir öteki özneye ihtiyaç duyulurken sosyal oyunlar -kişi kendi dünyasının tek aktörü olsa bile- hayal, rüya ve fantezilerle oynanabilir. İster yalnız ister daha fazla kişiyle oynanıyor olsun sosyal oyunlarda zaman zaman anormal davranışlarla karşılaşırız. Tıpkı çocukluğumuzda mızıkçı arkadaşlarımız olduğu gibi bazı yetişkinler sosyal oyunları kuralına göre oynamazlar yahut oynayamazlar. Mızıkçılar oyunda istediklerini elde edebilmek için kuralları kendi lehlerine olacak biçimde eğip bükerler ya da her şeye itiraz ederler. Tıpkı mızıkçı çocuklar gibi yetişkinler de sosyal oyunlarda sabırla kenarda beklemeyi başaramazlar.

Münchhausen Sendromu: kişinin dikkat çekmek, ilgi görmek ya da bakım sağlanması amacıyla bilinçli olarak hastalık belirtileri taklit ettiği veya kendi kendine zarar verdiği bir psikiyatrik bozukluktur. Bu sendroma sahip bireyler, gerçekte hasta olmamalarına rağmen, tıbbi tedavi görmek için hastanelere sık sık başvururlar ve genellikle karmaşık ve inandırıcı hastalık öyküleri sunarlar.

Filmden sahne

“Sosyal oyunlarda sabırla kenarda bekleyememe” durumunu filmdeki bir sahne ile açıklamaya çalışayım: Filmin başrolü Signe’nin çalıştığı kafenin önünde bir kadın köpek saldırısı sonucunda ağır yaralanır. Yaşanan bu olayı Signe kendi dünyasında aşırılaştırır ve başkalarına da abartılı bir şekilde aktarır.

Olay sonrası üzerindeki kanlı elbiseyi değiştirme imkânı olduğu hâlde değiştirmez ve evine bu şekilde döner. Çünkü yaşanan bu durum Signe için oldukça işlevseldir. Signe ana-histrio olmasına imkân tanıyan her türlü olaydan istifade edebilmenin peşindedir. Ötekinin gözlerinde kendisinin etkileyici olduğunu gördüğü her ân büyük bir doyum elde eder. Ötekinde var ettiği bu farkın olumlu bir şey olmasına gerek yoktur. Eyleminin bir şekilde kendisini sahnenin merkezine taşıması yeterlidir. Bu doyuma olan bağımlılığı yüzünden sahnede kenarda beklemesi gerektiği zamanlarda kendine hakim olamaz.

Ana-histrio: Manipülatif ve tiyatral davranışlarla ilgiyi ele geçiren, ilişkilerde bir şekilde başrol olan kimse. 

Signevâri kimselerin sosyal oyunlar içindeki temel arzusu sahneye hükmetmek yahut sahnede güç unsurları aracılığıyla sürekli yüceltilmek değildir. Amaçları, kendilerini hem sosyal oyunların merkezinde hem de başkalarının nazarında bıraktığı müsbet ya da menfi intiba ile görmektir. Çevresindeki bakışlar onların sahnedeki varlığını pekiştirmelidir. Bu yüzden sahnedeki diğer oyuncular Signe’nin algısında nesneleşir. Bu nesneleşmenin sebebi bir öteki özne ile kurulan alakanın bir nesneyle kurulan irtibat gibi olmasından kaynaklanmaktadır. Yani biriyle yalnız eylemimin amacına yönelik alaka kurduğumda ve insanı “başkalığı” içerisinde tanımak yerine eylemimin aracısı haline getirdiğimde benim dünyamda benim için nesneleşir.

René Roussillon – Fransız Psikanalist Yazar

Örneğin bazı psikanalistler bebeğin dünyasında anneyi önemli bir işlevi yerine getiren nesne gibi ele alırlar. Roussillon (2004) annenin içinde bulunduğu haller bütününün, bebek tarafından kendi içsel durumlarının bir aynası olarak görüldüğünü düşünür (s.421). Yani bebek ayna işlevi gören annesi aracılığıyla kendi duygularının bir başkasındaki tezahürünü seyreder. Buna benzer bir şekilde bir ilgi manyağı olan Signe, ötekilerinin “bakış”ını bir ayna gibi kullanarak şunu düşünebilir: “Bu bakışlar benim ötekinin dünyasında fark yaratabilmeye muktedir olduğumun şahididir.”

Narkissos Efsanesi

“Ötekinin dünyasında bir fark yaratabilmeye muktedir olmaklık” ötekinin dünyasında “ben”im bir yerimin olduğu anlamına gelir. Filmde Signe, sosyal oyunun diğer oyuncularını kendi doyumunun aracı hâline getirerek nesneleştirir. Sürekli bir şekilde sahnede kendini merkezde ve etkileyici olarak görebileceği anların peşindedir. İlgi manyağı bu yönüyle Narkissos’tan ayrılır.

Narkissos suyun üzerindeki imgesine aşıktır, bazen bu imge büyür bazen dağılır. Signe’nin durumuysa daha farklıdır. Signe kendini, kendisinin arzu nesnesi hâline getirmez. İmajının ve eylemlerinin ötekinde var ettiği güçlü tesir aracılığıyla benliğinin sahnede yıldızlaşmasından doyum sağlar. Materyalist ya da natüralist bir felsefi arkaplanla düşünmediğimizde “bakış”ın sosyal oyunlar içerisinde çok şey ifade ettiğini anlayabiliriz.

Narkissos, su perisi (nympha) Liriope ile nehir tanrısı Kephissos’un oğludur. Narkissos, büyüdüğünde olağanüstü bir güzelliğe sahip olur ve pek çok kişi ona âşık olur. Ancak Narkissos, kendisine duyulan bu sevgiyi her defasında kibirle reddeder. Bu duruma çok üzülenlerden biri olan Echo adındaki bir peri, Narkissos’a olan karşılıksız aşkı yüzünden acı çeker ve sonunda aşkının üzüntüsüyle eriyerek yalnızca yankıdan ibaret bir sese dönüşür. Narkissos’un bu kibirli tavrı, tanrıları kızdırır ve onu cezalandırmak isterler. Bir gün, Narkissos bir su birikintisine rastlar ve suda yansıyan kendi görüntüsüne âşık olur. Kendi yansımasına duyduğu bu aşk öylesine güçlüdür ki, Narkissos sonunda sudaki yansımasına ulaşmak için çabalar ve bu süreçte hem fiziksel hem de duygusal olarak tükenir. Bu takıntı yüzünden Narkissos, kendini suya atar ya da susuzluktan ve açlıktan ölür. Onun ölümünden sonra, öldüğü yerde bir nergis çiçeği (narcissus) biter. Narkissos efsanesi, “narsisizm” kavramının kökenini oluşturur. Narsisizm, kişinin kendine aşırı hayranlık beslemesi, başkalarına empati göstermekte zorlanması ve kendi önemini abartma eğiliminde olması anlamına gelir.

“Bakış” aracılığıyla kişinin benliğinde ötekinde bir fark yaratabilmenin hazzı var olur. Filmde Signe’nin erotik arzusu dahi buna yöneliktir, ötekinde bir fark yaratmayan erotik eylem cinsel deneyimi araçsallaştırır.

Arıyor. Yusuf bir ayna mıdır acaba? 

Çetrefil, kuşku dolu, yadırgı

Ne kadar kendi oldu insan

O kadar başka.

İsmet Özel

Kendi olamayan, ötekiyle hem kendi başkalığı hem de öteki olanın “başkalığı” içerisinde ilişki kuramaz. Böylelikle kendinden uzaklaştıkça bilinçdışına ya da adını bilmediğimiz/bilemediğimiz başka bir yere gömülür. Kişi gömüldükçe muhayyilesindeki deneyimler artar. Gündüz düşleri, rüyalar ve fanteziler sıklaşır.

Filmde Signe’nin bazen ünlü bir yazar olduğunu bazen kendisi için düzenlenen cenaze töreninde arkadaşlarının üzüntüden yıkıldığını bazen de suçunu itiraf ederek ilgilerin odağı olan bir kurban olduğunu düşlediğini görüyoruz. Bu gündüz düşlerinin sıklığı karakterin kendiyle arasındaki mesafe fazlalığına işaret etmektedir. Mesafe arttıkça büyülenme artar ve kriz derinleşir. Ötekinin yokluğunda doyurulamayan arzunun yerini almak gündüz düşlerinin esas işlevidir. Bu sayede sahnesiz kalan Signe seyircisine kavuşur. Gündüz düşleri aracılığıyla tek kişiyle oynanabilen bir sosyal oyun kurulur. Gündüz düşlerinin aracılığıyla büyülenmiş seyirciler yaratılır. İlgi manyağı odasında yalnız başına şarkı söylerken seyirci karşısındadır yahut bir şey düşünürken bir anda bir topluluğa söylev vermeye başlar. Bu büyülü hâl saklambaç oynarken “sobee!” diye bağırmayı hedefleyen çocuğun hâline oldukça benzer. Oyunda ebe rolünü sahiplenen ve arkadaşlarıyla beraber öyleymişçesine yapan çocuk bu sayede büyük bir heyecan yaşayabilir. Gündüz düşleri de bir oyunlaştırma gibi beraberinde heyecanı getirir.

Yoksa ben

Önce ben, sadece ben, hep ben

Diyerek nev`i beşer

Pıtraklı ve pusarık bir tapınakta raks ederken Kendinden geçecek

Hamleler, darbeler, sarılışlarla binlerce yıl

Neleri çürüttüyse

Onlarla geçinecek.”

İsmet Özel

Erkek arkadaşı Thomas’ın sanat alanındaki başarıları için verilen yemekli davetlerden birinde Signe sahnede kıyıda köşede kalmıştır. Hissettiği değersizlik kendi kendiyle baş başa kalmasına, kenarda beklemesine müsaade etmemektedir. Signe eline geçen ilk fırsattan istifade eder ve fıstık alerjisi olduğunu söyler. Fıstık alerjisinin fiziksel belirtilerini taklit eder ve gayet başarılı bir temaruz gerçekleştirir. Bir hastalığı taklit etmesi sayesinde çektiği ilginin farkına varan Signe filmin ilerleyen kısmında da bunu sistematik hale getirecektir.

Histriyonik kişilik bozukluğuna eşlik eden yapay bozukluk da bu şekilde başlar. Yapay bozukluğun sosyal oyunlardaki işlevini fark eden Signe gerçekten hasta olmaya karar verir. Dermatolojik yan etkileri olan Lidexol adlı ilacı bir arkadaşı üzerinden temin eder, zamanla bedeninde yaralar ve ciddi lezyonlar oluşur. Hastalar için sekonder kazanç nasıl sorumluluktan kaçmayı sağlıyorsa Signe için de dermatolojik yan etkiler ilgi çekmek açısından o kadar işlevseldir. Filmin sonlarına doğru Signe yapay bozukluğun boyutunu çok ciddi noktalara taşıyor olmalı çünkü filmin son kısımlarını izleyemedim. Bu yazı vesilesiyle filmi izleyecek olanlara bol bol sabır diliyorum.


Kaynakça
  • Roussillon, R. (2004). La dependance primitive et l’homosexualite primaire en double. Revue Française de Psychanalyse. LXVIII, 421-425.

İbrahim Tutal

İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olmuştur. Aynı zamanda İLEM Kademe programı mezunudur.

Leave a Comment