Kültür Endüstrisi Üzerine Bir Değerlendirme
Yazar: Rumeysa Toklu
Aydınlanma çağı olarak isimlendirilen 18. yüzyıl, insanın rasyonel cihetinin ön plana çıkarıldığı bir dönemdir. Fakat 19. yüzyıla gelindiğinde insanın rasyonel ciheti Nietzsche, Darwin ve Freud tarafından tartışmaya açılmıştır. Aydınlanma düşünürlerinin ideallerine, Freud, Nietzsche ve Darwin’in indirdiği darbelerden sonra 20. yüzyılda, milyonlarca insanın hayatını kaybettiği iki büyük dünya savaşının patlak vermesi, vahşetten insanlığa doğru ilerleyen bir tarihin var olmadığını kanıtlamıştır. Öyleyse 20. yüzyıl itibariyle, insanın bilinçli yönüne vurgu yapmak beyhudedir. Artık öznenin özneliği, kendi kendisini düşünme edimi ile değil politik ve ekonomik süreçlerle inşa edilmektedir.
20. yüzyılda öznenin ekonomik ve politik süreçlerle inşa edildiğini ifade eden isimlerden biri de Theodor Adorno’dur. Adorno’ya göre Aydınlanma ile beraber mitten ve büyüden arındığını düşünen insanoğlu, kapsayıcı akıl vasıtasıyla tikel olanı paranteze almış ve araçsal aklın iktidarıyla mite yeniden dönmüştür. Adornocu çerçeveden bakıldığında aklın araçsal kullanımı, Francisco Goya’nın kendi çocuklarını yiyen Satürn tablosu kadar dehşet vericidir. Ancak bu durum, dehşet verici olmakla birlikte bir hakikati de sergiler. Tıpkı Satürn’ün, tahtından olma korkusuyla kendi çocuklarını midesine hapsetmesi gibi Aydınlanmacı akıl da araçsal olmayan her şeyi midesine indirerek hapsetmiştir. Böylelikle insanlığı mitten ve büyüden arındırarak, özgürleşmeyi ve mutluluğu vaat eden Aydınlanmacı akıl, özgürlüğe ve mutluluğa giden yolu kendi elleriyle kapatmıştır.
Adorno’ya göre kültür endüstrisi bahsi geçen kanallar yoluyla kendi propagandasını yaparak, bireylerin kendi aklını kullanmasına ket vurmaktadır.
Ekonomik ve politik çıkarları doğrultusunda araçsal kullanımı olmayan her şeyi paranteze alan Aydınlanmacı akıl, yeni bir endüstriyi, kültür endüstrisini cisimleştirmiştir. Kültür endüstrisi kavramı, ilk kez Adorno ve Max Horkheimer’ın ortak çalışması olan, Aydınlanmanın Diyalektiği isimli eserde kullanılmıştır. Adorno ve Horkhemier, bu kavramdan önce kitle kültürü kavramını kullanmayı tercih etmişlerdir. Fakat kitle kültürü kavramı, kitlelerin doğal olarak meydana getirdiği bir kültüre gönderimde bulunduğundan daha sonra bu kavram, kültür endüstrisi olarak değiştirilmiştir.
Kültür endüstrisinin en temel işlevi, bilinen şeylere yeni bir nitelik kazandırarak kitlelere sunmasıdır. Eskinin yeniden üretimine dayanan bu kültür, yeni olana karşı mesafelidir. Bundan dolayıdır ki kültür endüstrisi henüz belirlenmemiş olan her şeyi riskli bularak elemektedir. Fakat kültür endüstrisinin işlevi sadece metaları yeniden üretmekle sınırlı değildir. O, aynı zamanda reklam, boş zaman ve eğlence kanallarını kullanarak bu prototipe uygun bireyler üretir.
Adorno’ya göre kültür endüstrisi bahsi geçen kanallar yoluyla kendi propagandasını yaparak, bireylerin kendi aklını kullanmasına ket vurmaktadır. Bu durum, Adorno’nun kültür endüstri isimli eserinde, Kantçı şematizm ile ilişkilendirilerek açıklanmıştır. Bu açıklamaya göre, Kantçı dizgede özneye ait olan temsillerin bir bilinçte birleştirilmesi görevi, kültür endüstrisi tarafından ele geçirilir ve böylece anlama yetisi kültür endüstrisi tarafından köreltilir.
Adorno, Otoritaryen Kişilik Üzerine isimli eserinde kültür endüstrisinin bu manipülatif tavrı ile Hitler faşizmi arasında bir ilişki kurar. Ona göre hem faşizmin hem de kültür endüstrisinin karakteri, anlama üzerine değil, uyum sağlama üzerine kuruludur. Bu bağlamda bireylerin birey olarak kabul edilmesi, kültür endüstrisine uyum sağlamaları ile ilişkilidir. Fakat bu noktada sisteme uyum sağlamanın iradi bir mesele olmadığını da gündeme taşımak gerekir.
Kültür endüstrisinin en temel işlevi, bilinen şeylere yeni bir nitelik kazandırarak kitlelere sunmasıdır.
Kültür endüstrisinde bireylerin sisteme uyum sağlamaları, tahakküm ilişkileri ile tesis edilir. Bu tahakküm ilişkilerini tesis etmenin en iyi yolu sinema, eğlence ve boş zaman kanallarını kullanmaktır. Nitekim kültür endüstrisinin kurnazlığı da burada ortaya çıkar. Mekanikleşmiş emek süreçlerinden bunalan işçiler, eğlence yoluyla bu süreçle baş etmeye çalışırlar. Fakat farkında olmaksızın bu zaman diliminde de tüketiciye dönüştürülerek üretim süreçlerine dahil edilirler.
Boş zaman aktivitesi olan sinema da eğlence ile benzer bir işleve sahiptir. Bireylerin farkında olmaksızın sisteme adapte edilmesini sağlayan sinema, anlama yetisini köreltmek için kullanılır. Bundan dolayıdır ki beyaz perdedeki filmler, izleyicinin neden-sonuç ilişkisi kurmasına engel olacak şekilde planlanır. Sinemanın seyircinin üzerinde kurduğu tahakkümün güzel bir özetini Walter Benjamin’in Duhamel’den aktardığı şu ifadede bulabiliriz: “Artık düşünmek istediğimi düşünemiyorum. Düşüncelerimin yerini devingen görüntüler aldı.”
Son tahlilde Adorno’ya göre kültür endüstrisi, bireylerin tercihlerini manipüle ederek Aydınlanmacı idealler olan özgürlüğe ve mutluluğa giden yolu yine Aydınlanmacı aklı kullanarak kapamıştır. Böylece bireylerin kendilerini gerçekleştirmesi oldukça güç bir hale gelmiştir.
Kaynakça
Theodor W. Adorno, Otoritaryen Kişilik Üstüne-Niteliksel İdeoloji İncelemeleri, çev. Doğan Şahiner, (Say Yayınları, 2011).
Theodor W. Adorno, Kültür Endüstrisi-Kültür Yönetimi, çev. Nihat Ülner, Mustafa Tüzel, Elçin Gen, (İletişim Yayınları, 2007).
Walter Benjamin, Pasajlar, çev. Ahmet Cemal, (Yapı Kredi Yayınları: 2018).