Medyanın Meşrulaştırdıkları

Yazar: Esra Kamacı

Medya, olaylara, kişilere, kurumlara ve şahit olunan tüm gelişmelere bakış açımızı doğrudan etkileyen, çoğu zamana şekil veren bir el olarak zihnimizin arka odalarında duruyor. Günümüzde medya, sermaye ve iktidarın yanında bir üçüncü olarak karmaşık ve çoğu zaman kapalı bir ilişkiler ağına işaret ediyor (Öztürk, 2004). Yeni medya/eski medya gibi yeni tanımlamalara ihtiyaç duyan, sürekli değişen ve gelişen, yeni kollar edinen, var olan ağları geliştiren bu büyük sistemin içinde bizler çoğu zaman alıcı olarak koltuklarımızda oturuyoruz. Alıcısı olduğumuz medyanın bize sunduğu argümanları da birçok bağlamda kullanıyoruz. Ve yeni medya kapsamında karşılıklı etkileşime geçip geri bildirim verebiliyoruz. Dolayısıyla medyanın alıcısı olduğumuz kadar aktarıcısı olma rolünü de üstlenmiş durumdayız.

İnsan zihnini etkileme becerisi bu denli kuvvetli olan medya, bu gücünü mevcut ideoloji ve iktidarın lehine kullanmayı da elbette ihmal etmeyecektir. Bir haberi sunuş biçiminden, kullanılan görsellere, sosyal medyada oluşturulan hashtag çalışmalarına kadar birçok davranışı ve konumlandırmasıyla medya, sürekli olarak muhatabına bir duruş sergiler, birçok şeyi normalize eder ve tabi ki birçoğunu da eleştirir. Bizler izleyici olarak tamamen pasif bir konumda olmasak da maruz kaldığımız ya da tercihen karşısında bulunduğumuz ekranlardan bizlere sürekli olarak ve tüm duyularımıza hitap edecek biçimde sunulan bu algı ve anlayışların bize ait olduğunu iddia ettiğimiz etik anlayışımıza etkisinin olmadığını söylemek imkansızdır.

Medya- toplum ilişkisinde toplumu pasif bir izleyici konumuna koymak insanın değerlendirme yetisine uygun olmamaktadır.

Medyanın meşrulaştırdığı birçok şeyden söz edebiliriz: şiddet, ırkçılık, çocuk istismarı, nefret söylemleri… Fakat medyanın meşrulaştırdıklarına geçmeden önce birey olarak da sistemi meşrulaştırma eğilimimiz olduğunu belirtmekte fayda var. Sistemi Meşrulaştırma Kuramı (Jost ve Banaji, 1994) bireyin üç temel güdüye sahip olduğunu iddia eder. Bunlar, egonun, grubun ve sistemin meşrulaştırılmasıdır. Bireyin kendine dair özellikleri olumlu algılama güdüsü, egonun meşrulaştırılmasıdır. Grubun olumlu olarak algılanmasına grubun meşrulaştırılması ve içinde yaşanılan sistemin, doğru, güvenilir, adil bir sistem olduğuna dair inanca ise sistemin meşrulaştırılması adı verilir. Bir noktada bu inançlar, dünyadaki varlığımızı, psikoloji sağlamlığımızı koruyarak ve yaşanan savaşlara, krizlere, ölümlere, suçlara karşı birey olarak suçsuz olduğumuzu iddia ederek devam ettirmemizi sağlayan şeylerdir.

Sistemi meşrulaştırma ile yakından ilgili olan adil dünya inancı, kişinin yaşanılan dünyanın gerçekten adil bir dünya olduğuna, kişinin ne ekerse onu biçeceğine inanması durumudur (Kılınç ve Torun, 2011). Birey, kendini suçsuzlaştırmak ve yaşadığı topluma ve sisteme güvenini sarsmadan hayatına devam edebilmek adına bu stratejileri geliştirmektedir. Medya, insanın bu zaafını ve yönelimini dikkate alarak sunduğu haberlerde, mağduru suçlu göstermek, sistemi meşrulaştırmak, gerçekte daha önemli bir probleme işaret eden durumları küçümsemek gibi birçok strateji kullanmaktadır. Bu ikili ilişkide medya ve birey birbirlerini desteklerler. Medya bireye ihtiyacı olan meşru zemini sunarken, birey de bu zeminden faydalanarak kendisini aklamaktadır. Medyanın ekonomik bir sisteme dahil olduğunu izleyicilerini, okuyucularını, dinleyicilerini ve takipçilerini kaybetmemenin devamlılığını sağlaması açısından hayati bir öneme sahip olduğunu da düşündüğümüzde, medya olayları bireyin iç huzursuzluğunu arttıracak şekilde sunmayı çoğu zaman tercih etmez.

Türkiye medyası için özellikle 2011’de Suriye’den Türkiye’ye gerçekleşen göç hareketi ile göç ve göçmene dair haberler niceliksel olarak arttı. Bu haberlerin bazılarında ırkçı/ ayrımcı ifadeler olduğuna zaman zaman şahit olmaktayız. Medyanın ayrımcılığı gerçekleştirme biçimine baktığımızda, öncelikle medyanın gerçekleştirdiği ırkçılığın yaşamın diğer sahalarında şiddete dönüşme potansiyelinin çok yüksek olduğunu belirtmek gerekiyor. Medya, haberi sunuş biçimi ile gerçekliğe doğrudan etki edemez fakat özellikle ayrımcılık noktasında bilişsel altyapısı hazır olan birinin şiddet eylemine başvurmasını, birini taciz etmesini ya da bu eylemlere başvuran kişileri suçsuz olarak algılamasını sağlayabilir. Bu nedenle medyanın her ifadesi, kitleyi harekete geçirme potansiyeli taşır ve özenle seçilmelidir.

İnsan zihnini etkileme becerisi bu denli kuvvetli olan medya, bu gücünü mevcut ideoloji ve iktidarın lehine kullanmayı da elbette ihmal etmeyecektir.

Medya ayrımcılığı simgesel olarak üretse dahi (Çelenk, b.t.) simgesel üretimi fiziksel bir zemine taşıyacak muhataplarının farkında olmalıdır. Haberlerin sunuş biçimleri ırkçılığın nasıl sunulduğunun da en net örneklerini oluşturuyor, haber başlıklarında, özellikle olumsuz bir durumdan söz ediliyorsa kişilerin nereli oldukları, bulundukları şehre nereden geldikleri olayla ilişkili bir bilgi olmasa dahi verilebiliyor. Burada asıl problemi olayın sunulması oluşturmuyor, haber niteliği taşıyan bir olayın sunulması medyanın asli görevini oluşturuyor fakat “yerli” birinin öznesi olduğu olumsuz bir olayda kişinin nereli olduğuna yer verilmezken azınlık gruplardan birinin öznesi olduğu olumsuz bir olayda yer verilmesi ve çoğu zaman manşette karşımıza çıkması, ırkçılığı oluşturan ve sürdüren bir tutumu işaret etmektedir.

“Çok iyi haber, artık güneşli Suriye’ye geri dönebilirsiniz, ülkenizin size ihtiyacı var”  

(Danimarka)

Fransa’da 1987’de Le Pen’in başında olduğu Ulusal Cephenin bir iç broşürü şöyleydi: Eğer insanları ikna edeceksek onları korkutmaktan ve gücendirmekten kaçınmalıyız. Yumuşak ve ürkek toplumumuzda ölçüsüz yorumlar nüfusun geniş kesimlerinin endişe, güvensizlik ve hoşnutsuzluk hissetmesine neden oluyor. Bu yüzden, herkesin önünde kendimizi ifade ederken kaba veya aşırılıkçı görünen yorumlardan kaçınmak çok önemli. Bir biçimde söylenebilen her şey, halkın kabul ettiği yerleşik biçimde de aynı derecede güçlü şekilde söylenebilir. Dolayısıyla“haydi zencileri denize dökelim” yerine“ üçüncü dünya ülkelerinden gelen mültecilerin evlerine dönmesi organize edilmelidir” ifadelerini kullandı.

Medya toplumu sadece etnik kimliği değil, ayrımcı farklı ögeler ile de ayrıştırabilir.

“Kredi borcu yüzünden bunalıma giren Yahudi işadamı, arkadaşının iki yaşındaki kızını kaçırıp yüklü miktarda fidye istedi.”

“Türbanlı p öğrencisinin ÖSS sınavına, kendi yerine başkasını soktuğu açığa çıktı.”

Bunun yanında, olumsuz olayı belirtirken olayda suçlu konumundaki kişinin azınlık gruptan olması halinde kişinin grubu özellikle belirtilebilir.

“Güneydoğulu kapkaççının babası da sabıkalı çıktı.”

Medya, ırkçılık ve ayrımcılığı sunma biçimlerinde kullandığı stratejileri şiddet haberlerinde de kullanmaktadır. Şiddet ve cinayet haberleri söz konusu olduğunda haberin başlığında, tam olarak adil dünya inancına uyan bir yönelimle mağdurun bu duruma kendi hatası sebebi ile geldiğini açıklama çabası görünmektedir. Medya bizlere, mağdur olmamak için yapılmaması gerekenleri ve mağdurun da aslen suçlu olduğunu aktarmaktadır.

Tüm bu hikayede suçlu olan kişiler ise sadece mağdurun zemin hazırladığı suçu gerçekleştiren öğeler olarak yerlerini alırlar. Bunun yanında mağdurun fotoğrafının özellikle sosyal medya aracılığıyla servis edilmesi mağdurun yakınlarına, bir şekilde iletişimde olduğu insanlara ve en önemlisi kendisine çok büyük bir psikolojik şiddet aracı olduğu gibi olayın odak noktasını mağdurun fiziksel özelliklerine, duruşuna, dış görünüşünden anlaşılabilecek tüm mesajlara aktarmaktadır ki bu durum da suçlunun suçunu görmezden gelmeye, küçümseye alan tanır. Tüm bunların yanında cinayet anının videosu, şiddete uğrayan kişinin yaralı fotoğraflarının paylaşılması da korkutucu olduğu kadar tahrik edici nitelik de taşımaktadır. Bu görsel öğeler, insanlara toplumun güvenilir olmadığı mesajını vermekte ve bir korku toplumu inşa etmektedir (Gökgöz, 2020).

“Kıskançlık cinneti”

“Romantik sevgili öldürdü”

Şiddet eylemini gerçekleştiren kişinin cinnet halinde olduğu iddiası çok sık kullanılmakta ve bu durum suçlunun suçlu kimliğinden çok hasta kimliğine girmesine neden olmaktadır. Haberlerde suçlunun savunma ifadelerine yer verilmesi de bu algıyı güçlendirmektedir.

“Öldürdüm, parçaladım, gömdüm ama çalmadım”

“Cinayeti işledim, psikolojim bozuk”

“Eşimi sevdiğim için bıçakladım”

Medya, insanın yaşadığı dünyaya dair bir şeyleri bilme ihtiyacını gideren, bir yandan bireyin kendisi gibi olan diğer insanların varlığını görmesini bir yandan da suçu, savaşı, katliamları, kötü ile sıfatlanan her şeyi kendisinden dışarıda tutmasını sağlayan büyük bir ağ olarak görevini icra ediyor. Fakat bu sırada, şiddete, ayrımcılığa, nefrete neden olan bir dil de üretebiliyor. Medyanın bu gücüne karşılık bireyin de medyanın meşrulaştırdıklarına karşı çıkma gücünün olduğu unutulmamalı.

Medya- toplum ilişkisinde toplumu pasif bir izleyici konumuna koymak insanın değerlendirme yetisine uygun olmamaktadır. Bu ilişkide medyanın, birçok farklı menfaat uğruna bizlere empoze etmeye çalıştığı ve zihnimizde meşru sınırlarına sokmaya çalıştığı tüm suçları, şiddeti, ayrımcılığı, bu olayların asıl kimliğini unutmadan değerlendiriyor olmalıyız. Medyanın böyle bir yola başvurmaması en kesin çözüm olarak karşımızda dursa da medyanın değişimini beklerken birey olarak farklı kaynakları ele almak ve yukarıda da bahsedildiği gibi insanın zaaflarının var olduğunu ve bu zaafların sistemin tüm kolları tarafından kullanılabileceğini hatırlamak faydalı olacaktır.

KAYNAKÇA

Aydın, B. N., Kocagazioğlu, S. Y., Arda, Ö. E., Gölge, Z. B. (2006). Basında kadına yönelik şiddet haberlerinin ele alınış biçimlerinin karşılaştırılması. Türk Psikoloji Yazıları, 19, 64-72.

Öztürk, A. (2004). Modern siyasal sistemlerde medyanın işlev ve sorunları. Yönetim ve Ekonomi, 11(1).

Çelenk, S. (b.t.). Ayrımcılık ve medya. Erişim adresi: http://ilefarsiv.com/etik/wp-content/uploads/sevilay-celenk-ayrimcilik-ve-medya.pdf

Fırat, F. D. (2021). Irkçılığın halleri: bir afiş, bir başlık. Erişim adresi: https://gocmeniz.org/f/irkciligin-halleri-bir-afis-bir-baslik

Gökgöz, M. (2020). Şiddetin medyatikleştirilmesinin suç işlenme şekilleri üzerine etkisi. [Yayımlanmamış yüksek lisans tezi] Hitit Üniversitesi.

Jost, J. T., & Banaji, M. R. (1994). The role of stereotyping in system‐justification and the production of false consciousness. British journal of social psychology, 33(1), 1-27.

Kaşdarma, E. (2018). Toplumsal cinsiyet eşitsizliği: sosyo-politik unsurlar ve sistemi meşrulaştırma kuramı ekseninde bir analiz. Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, 8(9).

Kılınç, S., Torun, F. (2011). Adil dünya inancı, belief in a just world. Psikiyatrik Güncel Yaklaşımlar, 3(1), 1-14.

Lerner, M. J. (1980). The belief in a just world. In The Belief in a just World, 9-30.

Esra Kamacı
1999 yılında Sakarya’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünden 2021 yılında mezun oldu. ÇAP öğrencisi olarak devam ettiği Sosyoloji bölümünde son sınıf öğrencisidir. İLEM 3. Kademe öğrencisi olarak eğitim programına devam etmektedir. 
Leave a Comment